Acının hem fizikseli hem de psikolojik olanı mevcuttur bence. Mesela düştüğümüzde, bir yerimiz kanadığında fiziksel olarak ağrı ve acı çekeriz; kalbimiz kırıldığında ise psikolojik olarak acı çekeriz buna da üzüntü deriz.

Acı çekmeyi, kötü olaylar yaşamayı, olumsuzluklarla boğuşmayı hiç kimse sevmez ya da istemez. Acıdan kaçmak ve hazza yönelmek, en başta gelen insani yönelimlerden biridir. İnsana haz veren faaliyetler, beyindeki ödül sistemini harekete geçirir ve dopamin adlı kimyasal beyinde dolanmaya başlar. Bu kimyasal insanı mutlu eder. Beyin ise acı çekmekten, olumsuzdan kaçış şeklinde dopamin alımını kolayca sağlamak ister.

Şöyle bir gerçek vardır ki; üstünü ne ile örtersek örtelim masa yine masadır. Orada olmaya devam edecektir, biz ondan ne kadar kaçarsak kaçalım. Bir gün serçe parmağımız kenarına çarpacaktır.

Korkarak, acıdan olumsuzdan kötü sonuçları olabileceklerden kaçmayı hep çocukken öğrendik. Mesela; “ağaca çıkma düşersin bir yerini yaralarsın”. Öğretilmiş, öğrenilmiş bir acıdan uzak durma durumu. İnce ince insanın beynine işlenmiş, yıllar geçtikçe genişleyen koruma sandığı oluşturulmuş ve biz de içinde hapsolmuşuz.

Peki ya ağaca çıkmanın vereceği haz? Düşmenin eşiğine gelmişken yaşayacağımız adrenalin? Yani kimseyi de uçurum kenarına sürüklemek değil amacım, yapmadan hüküm sürmemekten bahsediyorum ben. Bilmediğimiz bir şeyden korkmayıp, deneyip hüküm sürmekten bahsediyorum. Kim bilir belki de akrobasi yönleri çok güçlü biriyizdir ve düşmeyiz. Olası bir acı çekmek, üzülme üzerinden olası başka hislerden korkarak ve kaçarak kendimizi mahrum bırakıyoruz.

O ağaca çıkan, özellikle kendi başına çıkan, her çocuk belki de ilk özgüvenini yaşamıştır. Hem fiziksel olarak yapabildiğini deneyimlemiş hem de duygusal olarak yeni bir his kazanmıştır, başarmış olmanın verdiği vazgeçilmez özgüven, “Ben yapabilirim, yaptım!”.   

Uzun dönemlik spor hayatımdan örnek verecek olursam, asla sakatlanmadım diyemem. Disiplinle, acı çekerek, üzülerek, emek vererek bir yerlere vardım. Her düştüğümde, her sakatlandığımda daha fazla çalışarak acının ötesine geçerek spor yapmaya devam ettim. Halbuki sporu da bırakabilirdim. Sakatlanmaktan korkmadım diyemem, korktum tabii ki. Çok ağrılar çektim, uzun süre sahalardan uzak kaldım, hamlaştım fakat zamanı geldiğinde acı ile beraber ders alarak belki de daha dikkatli tekrardan spora döndüm. Sporun bana getirdiği dostluklar, vücudumun zinde hissetmesi, yaptıktan sonra hissettiğim müthiş uyanmışlık hissi, yurt dışına gitmek bunların hepsinden vazgeçemezdim.

Uçmaktan korkan, araba sürmekten korkan çoğu insan tanıdım. Çoğu da ya ölümden ya da kazadan korkuyor genellikle. Kazanın getireceği acıdan. Fiziksel ve duygusal olarak. Her korkup binmediklerinde o taşıtlara yeni bir yer keşfetmenin, yeni insanları tanımanın, yeni bir zaman çizgisi ya da alternatif bir hayat yaşama olasılığından mahrum kalıyorlar. Her seçim başka alternatifler ve olasılıklar doğurur.

“Hayat, korkunun bittiği yerde başlar.” - Osho

Acıdan, olumsuzluklardan kaçarak kendimizi sadece bir olasılıkta var ediyoruz ve kendimizi küçük bir küpün içine hapsediyoruz. Ne bir adım ileri ne geri. Her şey o küpün içinde tahminlerimizin çerçevesinde oluyor. Bilinmezlikten korkarak ve bilmemeye devam ederek yaşıyoruz çoğumuz. Halbuki daha öncede söylediğim gibi yaşamadığımız bir şeyin bize iyi ya da kötü geleceğini de bilemeyiz.

Hayatı o küpün içinde seyrediyoruz. Küçücük bir zihne hapsolarak, belki de önyargılarımızın aşırı olduğu bir küpte.

“Korku içinde yaşayan asla hür değildir.” – Quintus Horatius Flaccus

Editör: TE Bilisim