Yapı Yol Sen 17 Ağustos depreminin yıl dönümde "Yaşanan Acıları ve Aklanan Sorumluları Asla Unutmadık" konulu basın açıklaması gerçekleştirdi.

Yapı Yol Sen Mersin Şube Adına Basın Açıklamasını Şube Sekreteri Alaattin Süzer gerçekleştirdi. Eğitim Sen Adana Şube binasında gerçekleştirilen açıklamaya KESK Adana şube yöneticileri ve Önceki Dönem CHP Milletvekili İbrahim Özdiş'de katıldı.

Alaattin Süzer açıklamada şu ifadelere yer verdi.

Mersin Şube Adına Şube Sekreteri Alaattin Süzer. Büyük Marmara depreminin 23. Yılında insanlığın uygarlık birikimi ve onurunun yaşamakta olan karanlık sürecin olumsuzluklarının üstesinden geleceği inancımızla kaybolan tüm değerlerimiz ve canlarımızın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

Çabuk unuttuğumuz her şey gibi  1999 Marmara depremini de tam unuttuk derken İzmir, Van, Elazığ ve daha başka başka  deprem ya da diğer afetler bizlere hafızamızı tazelemek için uyarıda bulunuyor.

O kadar can kaybı ve yıkımlarla dolu acı tecrübe, iktidar sahiplerinin doğa talanı ve imar rant  hırsını maalesef engellemiyor.

Kamuoyunda Kentsel Dönüşüm olarak adlandırılan Afet Riski Alanlarının Dönüştürülmesi hakkındaki kanun; ülkemizin gerçek ihtiyacı olan kentlerin afetlere karşı duyarlı sakınım içerikli planlamasının,  denetimsiz ve mühendislik hizmeti almamış yapılaşmanın engellemesini sağlayacak düzenleme olmaktan çok uzaktır.

Kentsel Dönüşüm projeleri; 

Kentlerin ekonomik ve fiziksel çöküntüye uğramış bölgelerinde iyileşme sağlayan depreme ve afetlere dayanıklı konutlar üreten yaşam kalitesini artıran ve kent ekonomisinin güçlendirilmesini amaçlayan, yurttaşı mağdur etmeyen  planlama ve uygulama sürecine katan, kamu arazilerinin talanını önleyen tasarım ve uygulama kriterlerine sahip yerel kalkınmayı da sağlayacak nitelikte olmalıdır.

Kentsel Dönüşümde dar gelirli yurttaşların barınma sorunlarına çözüm bulunurken  yeşil alan, altyapı, eğitim ve sosyal donatılarla yaşanılabilir bir çevre yaratılarak; toplumsal/ sosyal ilişkilerin dağılmasını önleyici, bireysel bağların koparılmadığı, yerel kimlikleri olan kentlinin yaşayış biçimleri, gelenek görenekleri de göz önünde bulundurularak sürdürülebilir planlama hedeflerinin yasal güvenceye kavuşturulmasıyla sağlanabilir.

Özellikle son yıllarda yapılan düzenlemeler, ülkemizde kentleşme konusunda izlenen "ikiyüzlü" politikanın sürdürülmesi, bir yandan riskli yapı ilan edilen yapıların yıkıldığı, diğer yandan yeni riskli yapıların üretiminin sürdüğü, afet riski gerekçe gösterilerek tüm kentlerimizin bir rant aktarım alanı  dönüştürüldüğü, "Kamu Yararı" ilkesinin yerle bir edildiği  gerçekliğini yansıtmaktadır.

Gerçekten afetlerin önüne geçmek ya da yaşanan afetlerin yıkıcı etkilerini en aza indirmek isteniyorsa, yaşamın gerçek sigortası olan ormanlar, meralar, sulak alanlar, kıyılar, zeytinlikler, göller, tarım alanları gibi doğal varlıkların talanından, yeni afetlerin oluşmasına neden olacak politikalardan, ranttan vazgeçilmelidir.

Doğal ya da insan kökenli bütün afetler bilime, mühendisliğe, akla ve uygarlığa aykırı olarak siyasal iktidarlarca uygulanan rant politikaları nedeniyle, ülkemiz sadece bir "deprem ülkesi" değil bir "her türden bir afet ülkesi" olmuştur.

Bunun ekonomik sonucu olarak her yıl GSMH'nın ciddi bir payı afet zararlarını karşılamaya harcanmaktadır.

Gerçekte hepsi birer doğa olayı olan deprem, heyelan, çığ ve orman yangın , su baskını vb. olaylar bilinçsizce verilmiş yer seçimi kararları, ranta dayalı imara açma, kıyıların doldurularak yapılaşmaya açılması, mühendislik verilerinden yoksun imar planları, düşük standartlarda ve mühendislik hizmeti görmemiş yapı üretimi, kısaca ranta dayalı, hızlı, düşük nitelikli, tasarımsız ve plansız kentleşme ve “sosyo-ekonomik politikalar” sonucu afete ,ekolojik  ve ekonomik yıkıma dönüşmektedir.

Sosyal devletten ve toplum yararı ilkesinden siyasal iktidarca vazgeçilmesinin sonuçlarının her alanda olduğu gibi afetlerde de karşımıza çıktığını ve gelecekte de çıkacağını hep söyledik, söylemeye devam edeceğiz.

Hükümetin bu rant ve vurdumduymaz afet politikaları  işkolumuzda örgütlü  AFAD çalışanlarını da olumsuz etkilenmektedir şöyleki;

1999 Marmara Depremi sonrasının önemli gelişmelerinden biri olarak, 2001 yılında sivil savunma Arama Kurtarma Birlik Müdürlüklerinin sayıları 11'e çıkarılmıştı. Yeni kurulan bu müdürlüklere çoğunluğu arama kurtarma teknisyeni, afet yönetimi emekçileri atanmıştır. 

657 sayılı DMK’na tabi olmalarına rağmen yıllarca bir çok ekonomik ve özlük haklarından mahrum olarak çalıştılar ve hala çalışmaya devam ediyorlar.

Her türlü afet ve acil durumda can kurtarmak için yeri geldiğinde kendi hayatlarını bile tehlikeye atarak çalışan AFAD emekçilerinin  yaptıkları iş ağır, tehlikeli ve yıpratıcı olmasına rağmen; başta iş riski, fiili hizmet tazminatı(yıpranma payı) ve mesleki tazminat gibi hakları yıllardır görmezlikten gelinmektedir.

7 /24 saat esasına göre çalışan afet yönetimi emekçilerinin yemek, servis-ulaşım sorunu hala kalıcı bir çözüme kavuşturulamamıştır.

Yıllardır dile getirilmesine rağmen tüm kadroları kapsayacak genel bir AFET YÖNETİMİ TAZMİNATI çıkarılamamıştır.

Tüm bu yönetim krizinin ardında liyakatsiz yönetim kadrosu olusturma, oluşturulan yönetim kadrolarının kendilerine o kadroları verenlere biat etme ve  rant peşinde koşma olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir.

Bir cümleye sığdırdığımız’’ liyakatsiz yönetim kadrosu oluşturma’’, uzun yıllar bir gelenek halini aldığında yönetim kadrolarının nasıl bir yönetememe kadrosu halini alabileceğinin tasavvurunu insanlığın vicdanına bırakıyoruz.

17 Ağustos Marmara depreminin 23. yılında daha yaşanılabilir bir ülke yaratmak amacıyla mücadelemizin süreceğini yineleyerek DAHA İYİ BİR AFET YÖNETİMİNİN MÜMKÜN OLABİLECEĞİNİ  kamuoyuna saygıyla tekrar  ediyoruz.

Editör: TE Bilisim