İlk iki yazımızda, 25-26 Temmuz 2020 günü yapılacak olan 37.Olağan Kurultayına dair beklentilerimizi, eleştirilerimizi, önerilerimizi kamuoyu ile paylaşmıştık. Partili kesimlerden olumlu ve olumsuz eleştiriler geldi, hepsine saygı duyuyorum ve teşekkürlerimi sunuyorum. Kurultay için son bir haftaya girmiş bulunuyoruz, ben de çok uzatmadan üçüncü ve son yazımı sizlerle paylaşarak, bu başlığı artık kapatacağım. İlk iki yazımızda ayrıntılı bir şekilde yapılanma, program ve ideoloji üzerine görüşlerimi açıkladım. Gelen eleştirileri de harmanlayarak yazımıza başlayalım.

Son yirmi beş yılda siyasi iktidarı yakalayamamış, tek başına ya da koalisyonlarla iktidara gelemeyen Cumhuriyet Halk Partisinin 37.Olağan Kurultayı, parti tabanında ve ülke kamuoyunda bir merak, heyecan uyandırmıyor. Gözleri, kurultaya çevirtmiyor. Ülkenin her geçen gün ağırlaşan ve sürekli değişen gündemi, pandemi koşulları, işsizliğin artan boyutları, geçim sıkıntısı ve yaz sıcağında olağan kurultay yeterince yerini bulamıyor. Elbette saydığımız nedenlerin etkisi olsa bile, CHP genel merkez yönetiminin de kurultayın ülke gündeminde hak ettiği yeri alabilmesi için bir çaba, emek sarf etmediği gözlemleniyor.

Genel merkeze hakim olan hava, bir an önce kurultayın yapılıp, bitirilmesidir. Siyasi Partiler Yasası ve tüzük gereğince şekli unsur yerine getirilmiş, bu süreç tamamlanmış olacaktır. Pandemi koşullarında kurultayın yapılmaması için yargıya başvurulmuş, oradan da red yanıtı gelmiştir. Siyasi Partiler Yasası ve tüzük gereğince Şubat 2021’e kadar yapılabilecek olan kurultayın, 25-26 Temmuz 2020’de yapılmasında genel merkezin kararlı olduğu görülüyor ve yargının red kararıyla da kesinlik kazanmış hal aldı. İktidara yürüyen bir partinin onur üyeleri, partililer, konuklar olmaksızın yapılacak olması, sadece eski genel başkanların davet edilmesi gibi konular düşünüldüğünde, bir kez daha kurultayın, sadece seçime indirgendiği ve şekli eksikliğin yerine getirildiği ortaya çıkmaktadır.

Genel başkan Sayın Kılıçdaroğlu’nun karşısında adaylık çalışmalarını Sayın Aytuğ Atıcı yürütüyor. Sayın Atıcı, adaylık başvurusu için tüzüğün aradığı imzayı bulup bulamayacağını haftaya göreceğiz. Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin tüzüğünde düşük bir yüzdeyle delegelerin imzasıyla olağanüstü kurultaya gidilmiş ve parti, sürekli kurultaylar partisi olarak nitelenmişti. O dönemlerde tüzüğün bu olanağından yararlanarak partiyi olağanüstü kurultaya taşıyanlar, 1992’de CHP’nin açılışı ve 1995’de SHP- CHP birleşmesi ( ya da küçük balığın, büyük balığı yutması) sonrasında yönetimi ele alanlar, olağanüstü kurultayın koşullarını ağırlaştırırken, aynı zamanda genel başkan adaylığı için engelli koşuyu tüzüğe yerleştirdiler ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı döneminde de parti içi demokrasinin kanallarını genişletmek ve katılımcılığı arttırmak yönünde tüzük değişikliği yapılamamıştır.

Bu süreçte Cumhuriyet Halk Partisine emek vermiş, mücadele etmiş, milletvekilliği yapmış çeşitli isimlerin kurultayla ilgili düşüncelerini ve genel merkez yönetimine yönelik eleştirilerini okuyoruz, izliyoruz. Bu eleştirileri yapanların geçmişte parti yönetiminde neleri yapabilip, neleri yapamadıklarını, parti içi demokrasiyi ne kadar işlettiklerini, partinin oyunu ne kadar arttırabildiklerini, partiyi emek ağırlıklı sol bir parti yapabilme konusunda nasıl hareket ettiklerini, partiyi ne kadar büyütebildiklerinin takdirini siz, değerli okuyucularıma bırakıyorum. Elbette gördükleri yanlışları ve önerilerini dile getireceklerdir fakat yetki, sorumluluk ve sıfat taşırken kimlerin neleri yapıp, neleri yapamadıkları tarih sayfalarındaki yerini almıştır.

Kurultay, partimizin en yüksek karar organıdır. Kurultayda, geçmiş iki yılın olumsuzlukları, eleştirilmesi gereken yönleri eleştirilmeli, bu eksiklikleri giderecek şekilde önerilerin yapılması gerekmektedir. Kurultayda delegelerin önerileriyle gelmelerini ve mümkün oldukça konuşmalarını istemekteyim. Genel başkanlık, parti meclisi, disiplin kuruluna indirgenmeyen bir kurultayın gerçekleşmesini istesek de kurultayın iktidara yürüyüş kurultayı olduğu iddia edilse de göstergelerin, bunların gerçekleşmeyeceği yönünde olduğunu üzülerek gözlemlemekteyim.

Cumhuriyet Halk Partisi genel merkez yöneticileri bu kurultayı, “ İktidara Yürüyüş “ kurultayı olarak nitelendiriyorlar. İktidara yürüyüşün planlanmış, programlanmış yani somutlaşmış bir halini kamuoyu ile paylaşmış mıdır genel merkez? Türkiye’nin eğitimden sağlığa, adaletten ekonomiye, ülkeye özgü başkanlık sistemine, tarıma kadar sorunlarına çözüm getirebileceği bir Türkiye Manifestosu, örgütlerle ve kamuoyu ile paylaşılmış mıdır? Bu soruların hiçbirine olumlu yanıt alamıyoruz. AKP-MHP ittifakının oylarındaki azalma devam etse de CHP’nin, bu ittifaktan kaçan oylar için adres olamadığı ya da partinin oy yüzdesinin de artmadığı bilinen bir gerçeklik. Ülkemizin içinden geçtiği tüm bu olumsuzluklara karşın seçmen neden CHP’ni tercih etmemekte ya da güvenmemektedir? Bunların yanıtını doğru verilerle ortaya koymadan istediğiniz kadar iktidara yürüyüş kurultayı ya da ne ad verirseniz verin sadece kendinizi kandırırsınız. İktidara yürüyüş kurultayı diyeceksiniz ama içeriğini doldurmayacaksanız, nasıl iktidar olunacağını ve nasıl bir yönetim sergileneceğini kamuoyuna anlatmazsanız kurultay, salona kimlerin alınıp, alınmayacağına, onur üyelerinin alınmamasının hukuki sorun doğurup doğurmayacağına indirgenmiş olur. İktidara yürüyüş kurultayını, iki güne sığdırmaya çalışmak çok yanlış olmuştur. İlçe ve il kongreleri sadece seçimlere indirgenmişti, heyecan yoktu, katılım yoktu ve topluma ümit verebilecek değişimlerin sağlanması yoktu. Şimdi de bir günü genel başkanın konuşmasına, kurulların ibrasına ve ikinci günü seçimlere ayrılan kurultaydan ne örgütlerimiz lehine ne partililerimiz ne de kamuoyu lehine bir şey çıkmayacağı ortadadır. Neden iki güne sığdırıyoruz böylesine önemli bir kurultayı? Tüzüğü, programı, iktidar programını ele alıp, üzerinde tartışıp, kurultay delegelerinin ve örgütlerin görüşleriyle şekillenen, en az üç -dört gün süren bir kurultayı neden yapmıyor ya da yapamıyor Cumhuriyet Halk Partisi? Alman Sosyal Demokrat Partisinin Kasım 1959’da yaptığı, partinin Marksist anlamdaki hedeflerinden uzaklaşıp, kapitalizmin reformu, karma ekonominin benimsenmesi, sınıf partisinden kitle partisine dönüşmesi gibi köklü, tarihsel değişikliklerin kabul edildiği Bad Godesberg Kongresi onlarca gün sürmüş ve sonuçta karara bağlanmıştır. CHP’nin kendi tarihi ve evrensel soldaki çeşitli partilerin kongreleri bunun güzel örnekleriyle doludur.

Genel başkan Sayın Kılıçdaroğlu’nun son konuşmalarından ve basına yansıyan haberlerden anlaşılacağı üzere Davutoğlu ve Babacan ile uyumlu, hatta onları da Millet İttifakı içine alacak bir yapıya itirazı olmayacak Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulunun bu kurultayda oluşmasının sağlanması için çalışılacağı ortaya çıkmaktadır. Hatta daha ileriye gidelim, Abdullah Gül vb isimlerin Cumhurbaşkanlığı adaylığına da itiraz etmeyecek, ses çıkarmayacak bir yapının oluşması, sayın genel başkanda somutlaşmıştır. Babacan ve Davutoğlu’nun kurdukları partilere yurttaşın teveccühünü yapılacak ilk genel seçimde göreceğiz. Bu iki siyasi partinin de AKP’nin içinden çıktığı, yönetici kadroların çoğunluğunun AKP’de siyaset yaptıkları, AKP’nin 18 yıllık yönetimindeki yanlışları, gafları bugün bu ikilinin dile getirdikleri, AKP’den oy sökmeye çalıştıkları ortadadır. Öncelikle bu iki isim Başbakan ve bakan olarak AKP hükümetlerinde görev almışlardır. AKP eleştirisini yapmaları doğaldır ancak bu ikili, özeleştiri vermişler midir? Ülkemizin bugünlere gelmesinde sorumluluları olduğunu kabul etmektemidirler ? Öncelikle bu konuların somutlaşması gerekmektedir. Sayın genel başkan, ittifak arayışını ya da Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesini Türkiye Sağ’ının daha önce tecrübe edilmiş, yıpranmış isimlerinde aramasına bir anlam verememekteyim. Neden parti içinde yeni isimlerin yetişmesine, yetki ve sorumluluk almalarına ya da önlerinin açılmasına çaba, gayret sarf edilmemektedir? CHP’de açılım adı altında yapılan ve yapılmaya devam edilmek istenen, sağ seçmenin oyunu alabilmek için sağ partilere benzemek, öykünmek yanlışına düşmektir. CHP’nin oy yüzdesinin belli olduğu, bunun da kazanmak için yetmediği, bundan dolayı sağdaki partilerle işbirliği ve ittifakın koşul olduğu dayatmasıyla karşı karşıyayız. Gerek genel başkanın gerekse de genel merkez yöneticilerinin konuşmalarında, tek başına CHP iktidarı ya da CHP’nin belirleyici, anahtar parti olmasına dair tek kelime duyamamaktayız. Elbette sağ seçmenin oyuna da talibiz ve bu oyları alabilmenin koşullarını araştırmak zorundayız. Ama bunu yaparken sağ partilere benzeme, öykünme ya da onların diliyle seslenme zorunluluğumuz yok. Yurttaşları derleyen, birleştiren, ötekileştirmeyen, yok saymayan, sorunlarını çözeceğimize inandıran, güven veren bir genel başkan, parti yönetimi, parti programıyla tutarlı politikalar yaşama geçirildiğinde klasikleşmiş sağ seçmenin oyunu da çok rahat bir şekilde alabiliriz.

Ürkek, çekingen, sağ seçmen ne der anlayışıyla partimizin yönetilemeyeceği açıktır. Tutarlı ve kararlı politikalar izlemekten kaçınılmamalıdır. Devleti koruyan, devleti kutsayan söylemler yerine, birey yurttaşı önemseyen, değer veren, bireyi ön plana çıkartan, insan odaklı çözüm politikalarını savunmak, yaşama geçirmek, devleti, siyasi iktidarı sınırlarken, birey yurttaşın temel hak ve özgürlüklerini genişletmek, bu temel hak ve özgürlüklerin kullanımının güvencesini sağlamak partimizin öncelikleri arasında olmalıdır. Sağ partilerle ittifakın yolları aranırken, Avrupa’da çok ülkede başarılı örnekleri görülen diğer sol partilerle ittifak yolları neden aranmamaktadır? Bir iltihak değil, seçime yönelik işbirliği ve ittifak nasıl gerçekleştirilir tartışıyor muyuz? Diğer sol partileri ne kadar önemsiyoruz? Ayrıca Mart 2019’da Büyükşehir belediye başkanlıklarının kazanılmasında ciddi destek veren HDP gerçekliği konusunda ne yapacağız? Kazandığı yerel yönetimlere kayyum darbesi vurulan, geçmiş eş genel başkanları hapislerde çürütülen, yok sayılan, ötekileştirilerek hedef haline getirilen HDP hakkında ne düşünüyor sayın genel başkan ve genel merkez yöneticilerimiz? Eğer iktidar yürüyüşü kurultayı yapıyorsak, tüm bu sorunları konuşmak, tartışmak ve karara bağlamak bir zorunluluktur.

Sonuç olarak sayın genel başkanın, öncelikle Büyükşehir belediye başkanlarıyla, onların da il örgütlenmeleriyle eşgüdüm içinde oldukları bir anahtar listenin hazırlanacağını tahmin etmek için, kahin olmaya gerek yok. Parti Meclisinde yapılacak bazı isim değişiklikleri ve sonrasında MYK ‘da yapılacak bazı değişiklikler, partimizi iktidara taşımaya yetmeyecektir. Sorun bunların çok ötesinde, örgütlenmede, programda ve uygulamalardadır. Devlet gibi dikey örgütlenme yerine, sorun odaklarında yatay örgütlenmeye neden geçilememektedir? Parti Meclisi adaylarımıza geçmiş dönem kurultayları da olmak üzere baktığımızda bildik, tanıdık, daha önce de görev yapmış isimler olduğunu görüyoruz. Yeni isimlere, genç, dinamik isimlere yer verilecek midir? Ülkenin toplumsal katmanlarını kucaklayabilecek bir model, PM’ye yansıtılabilecek midir? Bunları konuşmadan, tartışmadan, halının altına süpürmeden iktidarı yakalayamayız? Kurultay delegelerimize saydığım konularda büyük görevler düşmektedir. Yoksa kurultay salonundan sevilen belediye başkanlarıyla foto göndermek ile bu görevlerini yapmış olmayacaklardır. Özgür iradesiyle değişimi sağlamak, kurultay delegelerimizin boyunlarının borcudur diye düşünüyorum. “ Ya demokratik bir partinin kanunlara saygılı üyeleri olacağız ya da kapıkulları olacağız “ tercih sizlerin. Sağlık diliyorum, saygı sunuyorum.

Editör: TE Bilisim