Uzun süren yaz mevsiminin ardından, ağır ağır kış mevsimine giriş yaptık. İstenen düzeyde olmasa da yağmurlar yağmaya başladı. Her mevsimin kendine özgü yanları var, her birinin yaşamımızdaki yerleri ayrı.

Tanık Gazetesi editörü, gazeteci -yazar, değerli abim Mustafa Özgür’ü yitirdikten sonra, bana düşüncelerimi paylaşma olanağını veren Güven Boğa abimin yazılarımı devam ettirmem konusundaki katkılarının sonucunda kaldığımız yerden, başlamaya karar verdim.

Ülkemiz, Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizinden geçiyor.

Sorunları çözebilme yeteneğini yitiren, ülke ve dünya gelişmelerini takipten uzak, danışmayan, müzakere etmeyen, yönetemeyen tek adam rejimi, tüm uygulamalarıyla ülkemizi batırmaya kararlı olduğunu göstermektedir. Açlık, yoksulluk, işsizlik, gelir dağılımdaki adaletsizlik, intiharlar ülkemizin acil çözülmesi gereken sorunuyken, ekonominin kitabını yazan (!) tek adamın, bakanlarının ve milletvekillerinin gündeminde böyle bir konu bulunmamaktadır. Devlet yönetiminde tasarruf, tutumluluk yerine, israf, şatafat ve tüketime dayanan anlayışın hakim olduğu, devleti yönetenlerin önce lüksü, şatafatı, israfı sonlandırmaları gerekirken, her türlü sorun içinde boğulan yurttaşa, utanmadan, sıkılmadan, ahlaksızca, tasarrufta bulunmalarını öneren, açlığın olmadığını, ülkemizin bolluk içinde olduğunu söyleyenleri unutmayacağız ve sandıkta hak ettikleri yanıtı vereceğiz.

Gündemin yoğun, sorunların ağır, yurttaşın mutsuz olduğu bir dönemden geçiyoruz.

Hangi konuyu ele alsanız, siyasi iktidarın 19 yıllık uygulamaları sonucunda çıkmaza girmiş, çözülemez duruma dönüşmüş. İşte böylesi bir süreçte,  ülkemizin en büyük hukuk örgütlenmesi olan Türkiye Barolar Birliğinin 4-5 Aralık 2021 tarihinde seçimli genel kurulu yapılacak. Dört yılda bir yapılan seçimlerde, TBB’nin yeni başkan ve yönetim kurulu üyeleri, denetleme ve disiplin kurulunun üyeleri belirlenecek.

Gündemin ekonomiye ve erken seçime kilitlendiği bugünlerde, kamuoyunda TBB seçimleri fazla yer bulamamakta, vergi, SGK primi, kira ve çeşitli ödemeler altında geçim derdine düşürülen avukatlar arasında bile yeterince yer almadığı, tartışılmadığını üzülerek gözlemlemekteyim. Elbette TBB başkanlığına ve diğer organlara aday olan meslektaşlarımızın yürüttüğü çalışmalar, baroları ve TBB delegelerini ziyaretlerinin hız kazanması, mesleki sorunlar ve çeşitli konulardaki açıklamaları var. Yine de istenen heyecanın uyanmadığı bir gerçeklik.

İstenen heyecanın ortaya çıkmamasının onlarca nedeni var. Biraz da bu konular üzerinde durmak istiyorum. Öncelikle avukatlık mesleğinin yıllardır ağırlaşan sorunlarının çözümü için gerekli  iradenin ortaya konmadığı, milletvekillerinin çoğunluğu avukat kökenli olsa da TBMM’den avukatlık mesleğinin lehine bir yasal düzenleme yapılmaması, avukatlık  mesleğinin faaliyet alanının daraltıldığı, mesleki girdilerin yüksekliği, hukuk fakültesi sayısındaki artış, mezun sayısı, meslekteki niceliksel artışın nitelikte yarattığı sorunlar göz önüne alındığında mutlu, huzurlu bir şekilde mesleğin ifa edilemediği yadsınamaz bir gerçekliktir.

Mesleğin sorunları, ülkenin en köklü sorunu haline gelen yargının sorunlarından ayrı olarak değerlendirilemez.

Yargının sorunlarına çözüm getirdiği iddiasıyla açıklanan yargı paketlerinin de çözüm getirmekten çok, sorunu kökleştirdiği, içinden çıkılmaz bir hale getirdiği ortadadır. Üzülerek söylemek gerekirse ülkemizde yavaş işleyen, pahalı olan, zamanında verilmeyen, vicdanları tatmin etmeyen kararlarıyla, işlemeye çalışan yargı erkimiz bulunmakta. Bunların üzerine hakim, savcıların yeterlilikleri, liyakatleri, yetiştirilmeleri, mesleğe kabulleri gibi sorunlar da eklenince, yargının sorunları daha da ağırlaşmaktadır.

Bugün yargının en temel sorununu, yargı bağımsızlığı (!) ve tarafsızlığı (!) konusu oluşturmaktadır. Anayasamıza göre hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz dense de yargı bağımsızlığı, siyasi iktidarın tüm müdahalelerine açık bir hale dönmüştür.

Yargı bağımsızlığı değil, yargı bağımlılığı, yargı tarafsızlığı değil, yargının tarafgir olduğu günler yaşanmaktadır. Yargı bağımsızlığına ve tarafsızlığına vurulan ilk darbe, siyasi iktidarın tarikat, cemaat ve sonuçta silahlı terör örgütüyle birlikte yürüdüğü, “ İmkan olsa mezarlıktakileri kaldırıp evet oyu kullandırmak lazım “ denilen 2010 anayasa değişikliği referandumudur. O zamanki adı Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunun yapısında yapılan değişiklikler ile yargının, siyasi iktidar mücadelesinin ve rejimi dönüştürme mücadelesinin aracı haline geldiği, farklılıkları, muhalif olanları korkutma, baskılama ve tasfiye etmede kullanılan bir silah olduğu yadsınamaz bir gerçekliktir.

Otoriterlikten demokrasiye geçemeyen bir siyasi iktidar

Anayasa’sında hukuk devleti olduğu, anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü yazsa da 16 Nisan 2017’de OHAL koşulları altında yapılan anayasa plebisitiyle ülkemizde rejimin değiştiği, rejimin artık bir otokrasi olduğu, bu değişiklikte dönemin Yüksek Seçim Kurulunun katkıları da unutulmamalıdır. Ekim 2021’de açıklanan hukukun üstünlüğü endeksinde 139 ülke arasında 117.sırada yer alan, yargıya güvenin yüzde yirmilerde seyrettiği ülkemizde, hukukun üstünlüğüne inanmayan, hukuku kendisine bir engel olarak gören, şeffaflık yerine gizliliği, devlet ve ticari sırrı esas alan, hesap verilebilirlikten uzak, denetlenmeyen, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarıyla kendisini bağlı hissetmeyen, bu kararları tanımayan, otoriterlikten demokrasiye geçemeyen bir siyasi iktidar ile karşı karşıyayız.

Bugünlük bu kadar diyelim. Yarın barolar ve TBB seçimlerine değinerek, yazımızı tamamlayalım. Sağlıklı ve mutlu günler diliyorum.

Editör: TE Bilisim