Acıların Kadını Bergen, seni ve mücadeleni hiç unutmayacağız…

Bergen daha ilk adını duyduğum günden bu yana heyecanla beklediğim bir filmdi. Şimdi tabi çok popüler oldu ama biz bu masada yıllardır vardık, demekten gurur duyuyorum.

Bergen bu ülkede ve hatta dünyadaki binlerce kadından sadece bir tanesiydi ama onu unutulmaz kılan neydi? Neydi kısacık hayatında onu bu kadar kalplerimize işleyen? Uğradığı şiddet, yaşadığı zor hayat mıydı bizi bu denli etkileyen? Hayır! Bergen'i unutulmaz kılan mücadelesiydi, vazgeçmemesi ve son ana kadar direnmesiydi. Bu güçlü kadının hikayesi seyirciye de güzel yansıdı, son zamanların en iyi çıkışını yaparak, üç günde 718.000 kişi tarafından izlendi.

Belgin ya da sahnedeki ismiyle Bergen'in hikayesini bilmeyen yoktur sanırım. Daha küçük yaşlardan itibaren önce babasıyla, sonra maddi imkansızlıklarla mücadele eden Belgin; aşkı bulduğunu düşündüğü anda hayatı cehenneme dönen bir kadındı. 30 yıl gibi kısacık bir ömre onlarca acı ve kederi sığdıran bir kadını önce babasızlığıyla, sonra maddi zorluklarla başını öne eğdirmek istediler. Babası sırf annesiyle gittiği için senelerce kızını yok saydı ama işte bir gün ona uzatılan bir mikrofon sayesinde hayatı kökten değişti.

Bergen filminde en takdir ettiğim kısım onun sadece şarkıcılığını değil Belgin'in de hikayesine el atması oldu. Sinema filminde Bergen'in hayatı 3 kırılma noktasıyla anlatılıyor: Birincisi babasına yıllarca gönderdiği mektupların boşa çıkması, senelerce babasından kalan mandoline sarılan bir kız çocuğunun babası tarafından sevilmediğini öğrenmesiydi. Bu kırılma anının ardından ikinci kırılma noktası Fehman'dan gelen teklifle anlatıldı.

Babasından büyük bir darbe yiyen Belgin'in o sevgisizliği kendince daha büyük bir sevgiyle kapatmasına geçti. “Ben bir tek şarkı söylerken utanmadım!” sözü aslında şarkı söylemenin, sahnelerde olmanın Belgin için bir tutku, bir aşk olmasını en net ifade eden cümlesiydi. Son kırılma anıysa Belgin'in yüzüne kezzap atılmasıydı. Sahnelere Ankara'da çıkmaya başlayan Belgin'in hayatı için sonun başlangıcı ne yazık ki Adana'ya gelmesiyle başladı. Hayatının aşkı sandığı bir adama tutulan Bergen, halk konserleri verirsin diye bağlandığı şahıs tarafından sahte nikahla kandırıldı, aylarca işkenceye maruz bırakıldı. Aslında burada çok ince bir çizgi var: Belgin kezzap olayına kadar o kişinin kendisini sevdiğini, şiddeti bile sevgisinden yaptığını sanıyordu çünkü adam onu terk etmiyordu. Belgin'in kafasında sevgi ve birini terk etmemek eş anlamlıydı çünkü babası onu terk etmişti. Aslında o adam onu acizliğinden, içindeki ezilmişliği tatmin ettiği, her istediğini yapabildiği için terk etmiyordu ama annesi dışında kimseden sevgi görmeyen bir genç kızın bunu anlaması çok uzun sürdü.

Bergen'in uyanışı, karşısındakinin kendisini sevmediğini anlaması o kezzap olayıyla oldu. Öncesinde dayaktan kaçarken birden bire ölümle yüzleşmesi hem bugün hepimizin tanıdığı Acıların Kadını Bergen'in doğmasını sağladı; hem de ne yazık uzun süre kocasının kendisini sevdiği sandığından ona her geri dönüşünde kendisine takıntılı bir aşık yaratmıştı. Bütün bu olanların ardından sahnelerden kaçıp, kendini kurtarmak yerine kendi hayatını yaşamak istediği için katledilen Belgin'in hikayesi bu yüzden çok önemli diye düşünüyorum.

Bergen'in hikâyesinde fiziksel darbelerden, yanık izlerinden çok daha fazlası var. Filmde bu durum anlatılırken ajite edilmeye çok müsait olsa da dupduru bir dille anlatıldığı için de ekibi tebrik etmek istiyorum. Takıntılı bir erkeğin ellerinde can veren bir kadının durumu ajitasyona girmeden, ağıtlar yakılmadan bütün sadelik ve gerçekliğiyle gözler önüne serildi. Bu filmde şarkıcı olmak istediği için öldürülen güçsüz bir kadın yok. Bergen filminde bir kadının herkese, tüm insanlara rağmen var oluş hikayesi var.  Son ana kadar vazgeçmeyen, tüm acılarına, korkularına rağmen gülümseyen bir kadın vardı ve beni en çok burası etkiledi. “Ben sadece şarkı söylemek istiyorum!” derken, kendi hayatına karar verip, öyle yaşamak istedi ama ne yazık ki bunu anlamayan biri tarafından bir gece yarısı yolu kesilerek vahşice katledildi. Bergen'in hikayesi bir erkeğinin caniliğinin hangi noktalara ulaşabileceğinin de en net örneğidir çünkü Bergen'i mezarında bile rahat bırakmadı. Annesi koca koca demirler yaptırmak zorunda kaldı.

Film bu kadardı ama burada asıl canımızı yakan Belgin'i öldüren şahsın hak ettiği cezayı almaması oldu. Filmde Belgin'le ilgili yanlış bilinen onlarca gerçek de gün yüzüne çıkarken, senelerdir savaşını verdiğimiz “Kadın Mücadelesi” içerisinde yaşadıklarımızı, anlattıklarımızı canlı canlı yaşayan biriyle görmüş olmamızdı.  Sevgi ve şiddet ayrı dünyaların kavramlarıdır. “Sever de döver de” kavramı aslında dayağı, şiddeti meşrulaştırdığı gibi kullanılan güçle kendisinden daha güçsüz görünenlerin üzerinde kontrol sağlama amacı olarak güçlü olanlarca kullanılmaya başlandı. 80'li yıllar Türkiye'sine mercek tutan Bergen filmi sadece bir kadının değil aslında kendi hayatını yaşamak isteyen onlarca kadının hikâyesiydi. Tek farksa biz bazı hikâyeleri biliyor olsak da bilmediğimiz çok daha fazla hikâye var. Filmde en çok dikkatimizi çeken diğer detaysa yüzüne kezzap atılan, sahnede bıçaklanan bir kadına koruma dahi verilmemesi. Meşhur kezzap olayı bile “Kıskanç kocanın sinir krizi” başlığıyla verildi. Uzun yıllardır bu anlayışla savaşan bir kadın olarak hiçbir negatif duygu şiddetin, zulmetmenin sebebi ve gerekçesi olamaz. Belgin'in hikâyesi kadınlara, var olmak isteyen kızlarımıza örnek olmalı diye düşünüyorum.

İlk tokatla, ilk kısıtlamayla başlayan baskılar asla bitmez, üstüne artarak devam eder.

Bu sebeple kadınlarımızın korkmaması, hakkını araması ve yasaların da bu insanlara hak ettikleri cezaları vermesi gerekir. Bu sebeple 6284 ve İstanbul Sözleşmesi cinsiyetinden, tercihlerinden ya da hayat tarzı yüzünden ötekileştirilen, dışlanan ve bu sebeplerle şiddete uğrayan her kadın için çok önemli. Bizler İstanbul Sözleşmesi'nden asla vazgeçmiyoruz ve şiddete karşı olan her insanın da yanımızda olması gerektiğine inanıyoruz.

Unutmayın; İstanbul Sözleşmesi Yaşatır.

Son olarak sevgili Bergen'le ilgili bir şey daha diyeceğim: O “Benim için üzülmeyin, beni dinleyin..." demişti, onun için üzülmeyin, onun şarkılarını dinleyin, o sadece sevilmek istedi, ona verebileceğimiz en güzel hediye bu diye düşünüyorum.

Acıların Kadını Bergen, seni ve mücadeleni hiç unutmayacağız...

Katilin adı : HALİS SERBEST!

Editör: TE Bilisim