Hayatımızın belirli yaş aralıklarının, hayatımızdaki belirli dönemler olduğu söylenir ya hani; 12-25 yaşları, 25-40 yaşları, 40-55 yaşları ve 55+ yaşları. Bilimsel hiçbir dayanağı olmayan, gençlik ile yaşlılıkla alakalı olmayan sadece toplumsal algıda insanın “olgunlaşma” zamanlarına göre ayırt edilmiş 4 belirli dönemden bahsediyorum.

Henüz hayatta çeyrek asrını doldurmamış ben, ikinci döneme geçiyorum bu sene. Yalnız 25 de dile kolay, tamam 30, 35, 40, 50 falanda zor da 25'e de biz ilk dönemdekiler acayip anlam yüklüyoruz hani. Muhtemelen ilk çeyrek asır yıldan büyük hedefler, umutlar beklediğimiz için ve genellikle hayal kırıklığına uğradığımızdan hemen bir olgunluk geliyor. Gerçeklik mi dersiniz, ne dersiniz bilemem ama ilk hayal kırıklıkları burada bence.

Dile kolay 25, neden mi?


Çünkü daha yeni yeni bilincimiz yerine oturmaya başlarken bir sosyalizmdir, insan haklarıdır, dünyayı kalkındırmaktır, büyük büyük insan olmak, dünyayı değiştirmek gibi birçok hayalle ve umutla bu dönemde doluyoruz. Fikrimiz çok, enerjimiz de çok, fakat dinlenmiyoruz. Bana göre de şu son 2 dönem aralığına giren 40+ yaşlarının sorunu bu. İlk iki etaptakileri dinlemiyorlar ve kaale almıyorlar.

Son iki etaptakiler değil mi bizim hayattaki ve okuldaki öğretmenlerimiz?

Siz mi bizi yanlış yetiştirdiniz? Siz mi bize yanlış öğrettiniz?

Temellerin atıldığı dönemde, değerlerimizi keşfettiğimiz ve bunların farkında olduğumuz dönemde birçok umutla var oluyoruz. Yeni şeyler keşfetmek için ilk temelleri attığımız sonra ikinci dönemde daha da ruhsal ve zihinsel açlıkla ideallerle yola koyulduğumuz dönem.

İlk iki ekiptekiler bu kadar bilgiye, yeniliğe, sürdürülebilirliğe aç iken, otoritenin son iki dönemdeki “dinlenme zamanına” erişmiş kişilerde olması da bir değişik doğrusu.

“Gençler bizim yarınımız” sözlerine ne oldu mesela?

Özellikle pandemi geçirdiğimiz şu 2 senede ben 25'e daha gelmedim falan demek istiyorum çoğu kişi gibi. 2 seneyi yaşamadık diye. Çünkü insan kendine bahane arıyor büyük büyük hedefler, “25'e gelince şunu şunu yapmış olacağım” demişliklerimiz olduğundan ve yapmadığımızdan gerçekleştirmediğimizden bahaneyle 2 seneyi geri atma çabamız var. Halbuki sadece bir sayı bunlar.

İleriye olan hedefleri değil de önce günümüze baksak belki de o kadar anlam yüklemeyeceğiz bu yaş ve dönem denilen sayılara. Yanlış anlaşılmasın yarın 25 yaşında olmuyorum, daha vaktim var. Fakat bugünüm yeni bir gün, yapmak istediklerimi yapmaya başlamak için devam ettirmek için çabalayacağım yeni bir gün. Her günümüz yeni bir fırsat.

Ben mesela 25 ime gelince kesin hayatta olmak istediğim yeri bulmuş falan olacağımı düşünüyordum. Dedim ya 18 yaşından küçükken fazla hayal ve umutla doluyoruz. Bilin bakalım neredeyim? Bende bilmiyorum. Fark edeniniz varsa bana nasıl yaptığını söylesin.

Öyle ya da böyle kendime göre bir iş bulup yaşıyorum şu anda, ya da yaşıyormuş gibiyim bilemedim.

Umutları hayalleri kurduğumuz dönemde ne kadar saftık; kapitalizm, faşizm falan nedir bilmiyorduk – farkında değildik belki de. Olayları birincil yaşayana kadar da fark edemeyeceğiz orası da kesin. Ders ala ala yürüyor, daha da büyük hayal kırıklıklarıyla karşılaşıyoruz.

“Benim umduğum, hayalini kurduğum dünya bu değildi ki” diyoruz.

Beklentilerimiz çok yüksek, sadece kendimizden değil geriye kalan tüm insanlardan da. İlk dönemdeki hayal ve umutlarını yitirmemelerini bekliyoruz. Onlarda hayaller ve umutlarla bulundukları ilk dönemin ekibini anlar diye umuyoruz fakat bir unutkanlık sarmış ortalığı halden anlayan yok.

Eğitim seviyesinin hiç olmadığı kadar yüksek olduğu 21. yüzyılda işsizlik oranı da bir o kadar daha yüksek. Teknolojinin o kadar gelişmiş olduğu dünya da ekonomi güçlenir derken ekonomik krizler yaşıyoruz. Hayat pahalılığını öğreniyoruz, dahası bir kara deliğe sürükleniyoruz “nasıl hayatta kalırım?” sorusuyla, sürekli olarak bir umutsuzluk, can sıkıntısı görüyorum çevremde.

Sadece aynı dönem arkadaşlarımdan da değil, aile büyüklerimde, çevremdeki benden yaşça büyük insanlarda hepsinde. Eğer kapitalist ya da faşist bir düşüncesi yoksa kimse hayatından memnun değil.

Biz bu kadar kişiysek – ki bence fazlayız – neden halen daha dünya bu düzende?

Editör: TE Bilisim