“Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
dünyayı çocuklara verelim
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler.” –
Nazım Hikmet Ran

Halen daha Türk edebiyatının önemli şairlerinden olan Nazım Hikmet'i hiç dinlediniz mi (mecazi anlamda söylüyorum)?
Anladınız mı ne demek istediğini bu şiirde?

Bu şiiri en son ne zaman açıp okudunuz?
Gençleri, çocukları anladınız mı hiç?

Daha geçen gün bulunduğum bir ortamda yaşları benden çok daha küçük olan, 18 yaşının altındaki gençlere bakarak muhtemelen “baby boomers” diye adlandırılan nesilden olan bir kişi “gençler seslerini yükseltmiyor” demişti.

İçimdeki isyankâr, asi, hak arayışını sürdüren, aktivist kişilik bir anda parladı ve hemen söz isteyip başladım;

“Aslında sanırım onun doğrusu, genç nesli ve/veya çocukları kimse duymuyor!” diye başlayarak saymaya başladım bütün toplumsal algıları.

Gençler de çocuklar da sesini yükseltiyor, konuşuyor, şikayetçi olduklarını dile getiriyor, çözüm önerileri sunuyor fakat kimse onları dinlemiyor diyerek ekledim en sonda da kaç tane “genç” ve “çocuk” diye adlandırdığınız kişi var burada ve siz halen daha yeniliği, yasayı, hak arayışını emekli yaşlarındakilerden bekliyorsunuz.

Daha ne kadar beyin göçü yaşanması gerekiyor anlamanız için? Sen gençsin deli dolusun, kanın kaynar, öyle konuşmak kolay deniyor da sivil toplum örgütlerinin çoğunu gençler oluşturmuyor mu? Değişimi isteyen, talep eden ve değişim için çabalayıp sesini çıkaranlar. Onlar değil mi birer birer işsiz kalan? Devlette işe alınmayan? Toplumda doğruyu savundukları için çıkıntı diye varsayılan onlar değil mi?

Boşuna mı okuyoruz?
Boşuna mı yazıyoruz?
Boşuna mı konuşuyoruz?

Aramızda bir duvar var ki nükleer bomba atsak yıkılmıyor. Sesimiz öteki tarafa ulaşamıyor.

Sanki kendinize birer kurşun asker yetiştirirmişçesine robotlaşmış köleler yetiştirmek için dikte edilen bir eğitim sisteminde kayboluyoruz. İlla herkes kalıplara uyacak, fen dalında okuyacak, matematiği iyi olmayan da akıl ne gezer denecek, herkes mimar, doktor, mühendis, bankacı, ekonomist, politikacı olacak.

Sanata ilgin mi var? Önemi yok oradan sana ekmek çıkmaz denecek.

Duvarın diğer tarafı hep yargılayacak.
Gençler de ne istediklerini bilmiyor diyecek. Ne istediklerini anlayacak, kendilerini sorgulayacak hal mi bıraktınız? Ya da bunun için gerekli olan psikolojik desteği mi sağladınız? Ne zaman bilecektik?

Okuduk, mezun olduk ülkemize döndük diyelim, ekonominin bu haliyle ne somon ekmek alabiliriz ne de bir elma, Nazım Hikmet'in dediği gibi sizi bize vermeniz gerekiyor. Kendiniz alamıyor musunuz hani kendinize yeterdiniz demeyin, biz her ne kadar kendimize yetsek de yetebilecek alanımız yok, genç emekçiden, işe yeni başlayandan keserek zengini ve/veya bizlerden 3 nesil öncesini besliyorsunuz.

Ayaklarımızın üstünde duracak zemin yok.

Zincirlenmiş, kenetlenmiş bir şekilde duvara tırmanıp öteki tarafa sesimizi duyurmaya çalışırken sizde öteki taraftan duvara yeni katlar ekliyorsunuz.

Oturduğunuz yerden sanki de bizden sonrakilere nasıl eziyet ederiz diyerek kararlar veriyorsunuz. Onların daha iyi eğitim almasını, sistemin düzelmesini, ekonominin düzelmesini istemiyorsunuz. Ne var ne yoksa yönetim, siyaset, politika kavgası. Entelektüel zekâ hiç düşünülmüyor. En basit insan hakları aklınıza bile gelmiyor. Nasıl kendimizi geliştiririz nasıl bu toplum daha iyiye gider yerine hangi koltuğa otursam, hangi yöntemle cebime daha çok para atsam diye düşünüyorsunuz.

Ya o koltuklar birer kara delik ve sizi içine çekiyor ya da duvarın öteki tarafındakilere körlük ve sağırlık hediye edilmiş. Sonuçta “cehalet mutluluk getirir” sizde haklısınız, duymazsanız görmezseniz, ki isteğinizle bunlar, doğal olarak sıkıntı da olanın ya da hak arayışında olanın değil kendi düşüncelerinizde odaklanırsınız.

Hiç sanat ve edebiyat tartıştınız mı siz sevgili duvarın diğer tarafındakiler? En son okuduğunuz kitap, izlediğiniz tiyatro neydi mesela? Üretmeyi sadece para basmaktan ibaret sanıyorsunuz, hiçbir yeni fikre açık değilsiniz. Oysa sorsan milliyetçisinizdir de peki daha kaç tane daha genci, yenilikçiyi, doğru düşünürü, başka ülkelerde başarıya ulaşması için göçe zorlayacaksınız?

Ülkemizden birinin başka bir ülkede yaptığı başarı ancak ve ancak ülkeye kayıptır bence. Neden mi? Çünkü onun ne oraya gelişinde ne eğitiminde ne başarısında bir katkısı yoktur milletin sadece ve sadece onu dinmemiş, duymamış, anlamamış ve ona hak ettiği değeri vermemiş olduğunuzdan onu göçe zorlamışsınızdır. Gurur duymaktan önce utanç duyun. Milletinizin en iyi en değerli zihinleri göç ediyor!

“Bir ülkede edebiyattan, sanattan çok siyaset konuşuluyorsa; o ülke üçüncü sınıf bir ülkedir” – Friedrich Nietzsche

Ne bıraktınız, ne verdiniz çocuklara dert, tasa, yoksulluk, ekonomik kriz, varoluşsal problemler, depresyon vb. dışında?

*** Üçüncü dünya ülkesi: Yoksulluk, yüksek doğum oranları ve iktisadi olarak gelişmiş ülkelere bağımlılık gibi özellikler taşıyan Asya, Afrika, Avustralya ve Güney Amerika kıtalarındaki bazı gelişmemiş ülkeler. [TDK]

Editör: TE Bilisim