"Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl ç...

"Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de
insanların orada nasıl çalıştığına, orada
birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır.”
 
Yukarıdaki dizeler Albert Camus’un “Veba” romanında geçer. Camus, vebaya değilse de tüberküloza yakalanır. Bu hastalık yüzünden  hem felsefeyi  hem çok sevdiği futbolu yarıda bırakan bir edebiyatçıdır. Veba romanında yazdıkları, günümüz COVID-19 salgını veya benzer salgınlar için aslında bir uyarıdır.
 
Veba, Avrupa kentlerinin canlılığını kurutan, Kara Ölüm salgını üzerine kurgulanmış bir romandır. Hikaye, Cezayir’in Oran kentinde geçer. Doktor Bernard Rieux, merkezde yer alsa da, romanda  kahramanlık mertebesiyle anılmaz. Doktor Rieux, hastalığın belirtilerine ilk andan itibaren dikkatle bakar. Kendisini olası en kötü senaryo olan vebaya hazırlamaya çalışır, okur, hafızasını tazeler, tanı ve tedavileri zihninden geçirir ve sürekli gözlem yapar, notlar tutar. Kuşkusu kalmadığında, gerekli adımların atılması için yöneticileri uyarır, koruyucu önlemler alınmasını talep eder.  COVID-19  salgınında da kentler canlılığını yitirmiştir.  Hekimler ise  kahramanlık düzeyine ulaştırılır. Bu salgında da hekimler hastalığın belirtilerinden ve çok hızlı seyretmesinden yeni bir tehlike karşısında olduklarını çok kısa sürede anlarlar. Bu yüzden bir kısmı klinik ve yoğun bakımlarda çalışırken bir kısmı laboratuvarlarda yeni bir ilaç veya aşı bulmak için uğraşır. Gerekli adımların atılması için yöneticileri uyaran ve bu virüsün çok tehlikeli olduğunu bildiren Çinli Dr. Li Wenliang ise salgında hayatını kaybeder. 
 
Veba romanında Camus, kentin yöneticilerinden emniyet birimlerine, savcılardan doktorlar heyetine kadar her yerde “hakikati” görmeyi reddedenler, geçiştirmeye çalışanlar olduğunu yazar.  Hakikat bir defa gündeme getirilirse hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı korkusu hastalığın adını koymayı geciktirir. Doktor Rieux, salgın hastalığın boyutunu kavradıkça, durmaksızın bir çalışma temposuna girer, zengin ve fakir mahallerinde hastadan hastaya koşar. Hastalığın galip geleceğini bile bile karamsar bir umutla her gün ölüme karşı tekrar savaşa koyulur. Hastalıkla olduğu kadar, kentlilerin inkâr ve kaçışla çizilen ruh hallerini de resmeder.  Nihayet veba salgını valilikçe halka ilan edilir. Üstü örtük tedbirleri sıralayan ilk resmî ilandan sonra da şarapevlerine, restoranlara, sinemalara gitmek gibi eski alışkanlıklar terkedilir. En sonunda salgın kontrol edilemez hale gelince kentler karantinaya alınır. Ölü sayısı o kadar artar ki artık mezarlara cinsiyet ayrımı bile yapmaksızın cesetler toplu olarak gömülür. Yakınlaşma, kucaklaşma hatta dokunma yasaklanmıştır. Temasın en kolay bulaşma yöntemi olduğu söylenir.  COVID-19 virüs salgınında da bir çok ülke hastalığı önce inkar eder. Yeterince ciddiye almazlar. Ülke ve kent   yöneticileri, emniyet, vali, belediye başkanları durumu geçiştirmeye çalışırlar. Ekonominin felç olacağı korkusu sokağa çıkma yasağını engeller. Hekimler ve hekim örgütleri sürekli konunun ciddi olduğunu söylerler ancak  ciddiye alınmazlar. Buna rağmen hekimler canla başla çalışmaya devam ederler. Ölümlerin hızla artması ile birlikte konunun önemi anlaşılır ve bu sefer sıkı önlemler alınmaya çalışılır, kentler karantinaya alınsa da ancak geç kalınmıştır. Nihayetinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından salgın  pandemi olarak ilan edilir. Bazı yerlerde sokağa çıkma yasağı, veya bazı yerlerde restoran, kahve, sinema, tiyatro, toplantıların yapılacağı yerler kapatılmasına rağmen ölümler arka arkaya gelmeye başlar.  Cesetler toplu olarak gömülmeye başlanır, bulaşmayı önlemek için temas yasaklanır, her türlü izolasyon önlemleri alınır.
 
Romanda nihayetinde, hastalığın boyutu anlaşılır, ölüm tek hakikat olarak belirir ve geri kalan tüm ayrımları silikleştirir. Zengin-yoksul, iyi-kötü, suçlu-masum, yerli-yabancı demeden, herkes hastalığın getirdiği çözülme karşısında tek bir hizaya sıralanır; vebaya yakalanmış olmak, ölmek yahut vebaya karşı savaşmak veya yaşamak. Ne zaman ki hastalığın kendi kendine geçeceğine dair çocuksu inanç yıkılır, o zaman bilgi ve davranışlar değişmeye başlar. Hastalıkla güçlü bir şekilde mücadele edecek biçimde örgütlenme işi üstlenilir, teşkilatlar kurulur, gönüllü ekipler oluşur, tedbir ve tecrit işlemlerini sürdürmek üzere vebaya karşı yürütülen savaşa, toplum tüm birimleriyle katılır. COVID-19 salgınıda aynı seyir izler. Hastalık korkusu tüm toplumu zengin-fakir, ekonomist-işsiz, din adamı-siyasetçi, köylü-kentli, memur-yönetici demeden her tarafta hissettirmeye başlar. Artık geriye tek bir şey kalmıştır. Corona virüsüne yakalanıp hastalığı sessizce geçirmiş olmak veya ona karşı çok dikkatli olmak ve savaşmak. Bu nedenle daha örgütlü mücadele için uğraş verilmeye başlanır. Yeni hastaneler yapılır, gönüllülerden ekipler oluşturulur, toplumsal duyarlılık arttırılmaya çalışılarak korunma yolları  aranır ve her türlü temas yasaklanır.
 
Romanda, Camus, vebayı, ölümcül bir hakikat olarak düz anlamıyla işler. Ölümcül bir hastalığın yaşam koşullarını nasıl aşırılaştırdığını anlatır. Hikaye boyunca gündelik hayatı sürdürmenin çekiciliği, insani zaaflar, kişilerin bırakamadıkları türlü türlü küçük alışkanlıkları ilk perdeden gözükür. Toplumda yaygın olan tekdüzeliğin, düzenin sürüp gitmesi beklentisinin aşırılığının dahi gündelik hayata yayılarak nasıl sıradanlaştırdığını anlatır.  Atıllığın, rutinin cazibesi içinde olağanüstü olanın nasıl doğallaşabildiği anlatılır. Aşırılığın öylece kendi kendine geçip gideceğinin beklentisi en nihayetinde tükenir, doğası gereği aşırılık, rutini bozguna uğratır. Bu durumda, infiali olduğu gibi kabul etmek, karamsar bir umut beslemek görevdir. Ölümden kurtulmanın mümkün olmadığı durumda dahi risk ve sorumluluk almak gerekir. Salgın hastalıktan ancak şans, bilgi, umut ve kolektif eylemin karışımı bir süreçle kurtulmak mümkündür. Veba, ölümü çağıran ve hâkim kılan koşulların öldürebilirliği güçlendirerek tüm hayatı kuşattığını gösterme ve insanların hissizliği konusunda mütevazi uyarıları olan bir roman olarak karşımıza çıkar. Çağımıza uzanan romanın  tanıklığında Doktor Rieux’un  bilimden ve kurbanlarının sağlığından yana taraf olması önemlidir. COVID-19 salgınında da devletler büyük çıkarları uğruna sistemin devam etmesini isterken, insanlarda küçük çıkarları uğruna gündelik hayatlarından vazgeçmek istemezler. Bir süre böyle giden devlet ve toplum salgının yıkıcılığı karşısında tükenir, rutinini ve alışkanlıklarını bozmak zorunda kalırlar. En az ölümle kurtulmak için sorumluluk alması gerektiğini hisseder. Salgın hastalıklardan ancak bilimle başa çıkabileceğini anlar.
 
  Uzun, bazen yavaş aktığı ve sıkıcı olduğu söylense de, okuru irkilten ve ruhunda sıkıntı yaratan, hayata karşı duruşunda, kendisiyle yaptığı yüzleşmelerdir Veba.Camus bu günleri şöyle tarif eder: “Dünyada savaşlar kadar vebalar da meydana gelmiştir. Vebalar da savaşlar da insanı hazırlıksız yakalar… Bir savaş patladığında insanlar “uzun sürmez bu, çok aptalca” derler ve kuşkusuz bir savaş çok aptalcadır, ancak onun uzun sürmesini engellemez: Budalalık hep direnir.”
 
Sonuç olarak  II. Dünya Savaşı’nın ardından bir salgın hastalık karşısında  insanoğlunun nasıl davrandığını anlatan  Camus’un Veba romanı, eğer iyi okunsaydı, belki de COVİD-19 salgınında herkes bu kadar budala olmayacak ve hata yapmayacaktı.