Herakleitos’a göre;

“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.”

Bunu genellikle kendime hayat felsefesi edinmeye çalışıyorum ben. Arkadaşlarıma sorsanız her işin içindeyim derler genellikle, fakat aslında stabil kalmaktan, monotonluktan, değişmemekten korkuyor da olabilirim. Sıkılmak istemiyorum sadece, hayatın her alanını, her işini denemek, bilmediklerimi öğrenmek istiyorum.

Mesele bu söylenene inanmakta. İnanıyorum aslında ben, hatta inandığım tek tük şeylerden biri de olabilir bu söz. Değişmeden, bu günlere kimse gelemezdi. İnsanlık tarihi bunu gösteriyor. Şu dönemlerde sabit kalmak istemek nedendir peki?

Genellikle insanlarla ilk tanıştığımda kişiliklerini anlamak için, belki de küstahça, hadsizlikle ve onları kafamda bir kalıba koyacak bir şekilde, soruyorum onlara “hiç yurt dışında yaşadın mı?” diye. Bunun benim için önemi kısaca şöyle, aile evinden çıkıp – her ne kadar maddi ve manevi olarak onlardan destek almış oluyor olsak da – bir başımıza kaldık mı başka bir yerde? Bu bence insanı değiştirir, büyütür, farkına vardırır.

Konforlu alan, güvenli alanımız bizim aile evimiz, ülkemiz belki de. Bu alanı, ortamı değiştirmek, tehdit gibi gelse de değişim insanı büyütüyor katıyor bence. Ya da hiç olmadı değişimden memnun kalmayıp tekrardan güvenli alanımıza dönüyoruz.

Örneğin, teknoloji gelişmeseydi ve anneannem bu teknoloji değişiminin bir parçası olmayı kabul etmeseydi bugün halen daha yurt dışında yaşayan torunlarını, akrabalarını, yeğenlerini en iyi ihtimalle ev telefonundan aramaya ve ülkeye geldiklerinde görmeye devam edecekti. Bu değişime direnmedi değil, direndi. Yeni alınmış akıllı telefon bir müddet evinde kapalı kutuda durdu ve bizi ev telefonundan aramaya devam etti.

Değişime direnç çok doğaldır. Bilinmedik yeni bir şey kullanılacak, öğrenilmesi gerekiyor, bocalanacak ve buna değer mi değmez mi yapabilecek miyiz bilmiyoruz. Tek bildiğimiz yeni bir şeyin olduğu, bunun daha önce uyguladıklarımızdan farklı ve değişik olduğudur. Herkesin deneyimi kendine sonuçta. Birine ülke değişimi iyi gelirken diğer bir kişiye iyi gelmeyebilir, kişiliğe bağlı aynı zamanda.

Ben mühendis biriyim ve her şeyi planlarım, planlamayı da severim, bir gün boyunca dakikasından dakikasına ne yapacağımı kafamda belirlerim genellikle. Bu kadar planlı olmak bazen iyi değildir, planlı günüm herhangi bir şey tarafından etkilendiğinde tehdit altındaymışım gibi hissederim genellikle. Fakat o zaman da risk analizi yapar gibi, tekrardan alternatiflerimi kendime sunarım 5 dakikamı alır ve yine yoluma dönerim. Artık eskisi kadar planlarımın bozulmasından rahatsız olmuyor ve plansızlığı da sevmeye başlıyorum; kimse beni plansız sanmasın birazdan kahvem olunca kahvemi içmek ile arabaya binip gitmek arasında yarım saatim var. Öyle anlatayım size.

Değişim limitleri zorlama ile gelir. Potansiyelimizi keşfetmek, kendimizi keşfetmek. Aslında ne kadar az şey biliyormuşum bu alanda ya da kendimle ilgili demek. Hiç yemediğiniz bir yemeği sevip sevmeyeceğinizi bilemezsiniz. Hayattaki her adım da öyle. Hayatın her anı değişimlerden, seçimlerden oluşmakta bana göre. Her seçimle, her adım ve her an ile yeni bir çizelge yaratıyoruz kendimize. Aynı doğru ya da denklem üstünde gitmiyoruz. Önümüzdekini takip etmek zorunda değiliz ya da arkamızdaki ya da yanımızdaki nereye gidiyorsa onunla gitmek zorunda değiliz. Tali yolları, farklı yolları deneyebiliriz, belki de daha uzun yolları, fakat önce yolu değiştirmek zorundayız. Yolumuzu kendimiz çizebilmek için.

Hep ayni yerde durursak, farklı bir şeyler öğrenemez, bilemez, farklı insanlar hayatlar tanıyamayız.

Değişim kaçınılmazdır. Her dakika yaşımız değişiyor, her saniye saat değişiyor. Değişim kapımıza geldiğinde kötü, riskli, tehditli düşünceleri kabullenirken “ya olursa?” gibi iyi düşünceleri de hesaba katmalıyız risk analizimizde. Değişimi kabul etmek, değişimle gelen ya da gelebilecek duygu ve düşünceleri hayatı kabul etmek bizim elimizde.

Ya değişim trenine binersiniz ya da istasyonda bekleyip bütün trenlerin geçmesini izleriz.

Editör: TE Bilisim