91 yılında Sovyetlerin fiili olarak yıkılması ile birlikte, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemiz topraklarında da “kurtuluşu” dinde arama uğraşları oldukça artmıştı. Madem, biz insanlar kurtaramıyoruz kendimizi, öyleyse tekrardan “yukarılara”, “ulvi” olana yönelelim, belki bu sefer orası kurtarır bizi, diyordu kitleler.

Dinin yanında tabii ki ona eşlik eden ırkçılık arayışlarını da unutmamak gerekir. Her ülke, “kendi milletine” uygun bir din anlayışını savunmaya koyulmuştu kısacası. Zaten kapitalist sermayedarların istediği de bu değil miydi? Doğrusu, tam da buydu! Gerisi… Bol hamaset, bol ibadet… Bal kazanç, bol sömürü…

Amerika’nın “yeşil kuşak” adı altında “siyasal İslam” ve “komünizmle mücadele” adı altında da “çete-mafya” oluşumlarını destekleme çalışmalarını burada anlatmaya gerek yok sanırım. Bu bakış açısı ile tekrardan yeşertilmişti işte; ırkçı-dinci gruplar, tarikatlar...

Çözüm oldu mu peki bu anlayışlar, geniş emekçi kesimlere? Tabii ki hayır! Olamazlardı, olamadılar!

Son dönemlerde ise artık kitleler, dini anlayışlara sırt çevirmeye başladılar. Hem dünyada hem ülkemizde! Zira ne kardeşlik geldi, ne tokluk!

Yaklaşık bir ay kadar önce Belge Yayınları’ndan çıkmış olan;  felsefeci-filozof Mehmet Akkaya’nın, Din Felsefesi/ Dinin Tarihsel Materyalist Eleştirisi ve Bedreddin Devrimi kitabını bu bağlamda ele almak gerekir diye düşünüyorum. Yani güncel olanı felsefe gözü ile yorumlama telaşı: Din Felsefesi.

Kitabın tamamını okumasam da önsöz, giriş, sonuç bölümlerinin yanında “Köylü Savaşlarına Engels ile Bakmak” ve “Bedreddin Devrimi’ne Kıvılcımlı Katkısı” gibi başlıkları detaylıca inceleyerek okudum ve kitabın tamamına da şöyle bir göz gezdirdim. Çünkü şu aralar başka konulara yoğunlaşmış bulunmaktayım. Ama bu kadarlık bir incelemeyi yapmadan da edemedim. Çünkü Akkaya’nın fikirleri her zaman için önem verilmeye değerdir benim açımdan! Hele de yeni kitapları!

İşin başında, yazarımızı kutlayalım ve emeklerine teşekkür edelim. Çünkü çok yoğun bir çalışmanın eseri olduğu anlaşılan kitap, aynı zamanda kışkırtıcı özelliği ile tüm çevrelerde verimli tartışmalara yol açacağa benziyor.

Önsözün son bölümü olan, sayfa 16’daki görüşleri ile kitabın kendimce deşifresini yapacak olursam, şu alıntı ile başlayabilirim: “Bilhassa Karl Marx üzerinden bir izlek de kitapta kendine yer bulmaktadır. Kitap boyunca tüm dinlerin ve inançların metafizik karakterde olduğu ileri sürülmekle birlikte, dine toptancı bir bakışla “gericilik” yaftasının vurulması da eleştiri konusu olmaktadır.” Bu bakış açısı, yani dinleri Marksist bakış açısı ile yorumlarken, onları toptan “gerici” olarak yorumlamama anlayışı, bana da doğru gelmektedir. Tüm kitap boyunca yani Batı Antikçağ ve Ortaçağ Din Felsefesi, Doğu Antikçağ ve Ortaçağ Din Felsefesi, Tasavvuf ve Alevilik/Kızılbaşlık, Marx, Marxizm ve Din, Şeyh Bedreddin Devrimi bölümlerinde bu seyri izlemek ilginç olacaktır.

Bundan sonraki tüm alıntılarım gibi, buradaki alıntım da aynı sayfadan olacaktır. İşte bir alıntı daha: “…Kızılbaş/Alevi inancındaki birtakım komünal gelenekler, cem adı altında ortaya konulan “halk mahkemeleri” bu inanç topluluğunun özgünlüğüyle ilgilidir. “Gericilik” kabul edilemez. Bu özgünlük, tüm tarih boyunca egemen sınıflarla yasaklı kültür olarak da tanımlanan Kızılbaş toplumunun devletle çatışması sonucunu doğurmuştur.” Burada söylenenlerin özüne katılmakla birlikte, şu soruları soramaz mıyız sizce de? Buna benzer kimi “özgün” görüşlere sahip dinlere, tamam gerici demeyelim ama onları “olumlayarak” konuyu ilerletmek, sonuç olarak metafizik inanç alanına yol vermek anlamına gelmez mi? Bir Marksist, bu bakış açısına sahip olabilir mi?.. Sorular, sorular…

“Miladi yıllardan beri, tüm devlet gelenekleriyle çatışan tek inanç, kültür veya felsefe, Kızılbaş/Alevi geleneğidir denilebilir.” Bu alıntıdan da görüldüğü gibi, Aleviliği biraz abartma durumumu var gibi! Çünkü tarih boyunca hemen tüm kültürlerde (ülkelerde), “köylü ayaklanmaları” başlığında inceleyebileceğimiz isyanlar, gelenekler gayet tabii vardır. Yine hiç iktidara gelmemiş/gelememiş başka başka mezhepler de vardır dünyada. Bu konuda kitapta nasıl açıklamalarda bulunulduğunu merak ettim doğrusu. Çünkü Akkaya, karşı çıktığınız bir kanıt sunuyorsa bile, muhakkak irdelenmeyi fazlasıyla hak eden bir filozoftur. Ama öncelikle biz okurlar, ne dediğini iyice anlamalıyız.

“…Sözünü ettiğim özelliklerinden dolayı bu inanç toplumunun (yani Kızılbaş/Alevi toplumunun) Bedreddin ve Marx ile bağlantısını kurmak mümkün görünmektedir…” görüşünü, özellikle “Bedreddin Devrimine Kıvılcımlı Katkısı bölümü ile okuyunca, ne demek isteği daha iyi anlaşılıyor Akkaya’nın. Önemli açıklamalar!

Sözün kısası, bu konulara ilgili iseniz, muhakkak ama muhakkak okumalısınız. Okuyup tartışmalı yani. Çünkü yazarımızın asıl istediği de bu! Okunup tartışmak…

Editör: TE Bilisim