8 Mart Kadınların Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü

8 Mart, kadın sorunlarına dikkat çekmek, farkındalık yaratmak, toplumun her kademesindeki kişi ve kurumları çözüm aramaya yöneltmek bakımından sembolik fakat çok önemli bir gündür. Yoksa bizimki gibi bir ülkede tek bir günün bunca sorunun üstesinden gelebilmek için yeterli olamayacağını tabi ki hepimiz biliyoruz. Ancak bu tek bir günün kısıtlamalar ve dayatmalar ile kadınların burnundan getirilmesi hiç de kabul edebileceğimiz bir tutum değildir.

 Dünyada 8 Mart’ın doğuşunu hatırlayarak,  Adana’da 8 Mart 2021’i değerlendiren bu yazıyı kaleme almak istedim.

Buket Altınok
Eğitim Sen Adana Şube Kadın Sekreteri

Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olma mücadelesi yüzyıllardır devam etmektedir. Kadınlara karşı uygulanan yıldırma politikası ne kadar güçlü ise, kadınların direngenliği uygulanan bu politikalardan bile güçlü ki, hala fiilen devam edebiliyoruz bu mücadeleye.

 Tarihsel süreçte kadın mücadelesinin ilk karşımıza çıkışı Fransız Devrimi’ne kadar uzanmakta. Avrupa ve Dünya tarihini baştan yazan 1789 Fransız İhtilali, ne yazık ki toplumsal cinsiyet konusunda hiçbir duyarlılık göstermeyen eril cümlelerle hazırlanmış eril bir devrim hareketiydi.  İçinde geçen “ homme” (insan) ifadesinin bile sadece erkekleri kast ettiği, Olympe De Gouges tarafından belirtilmiş ve 1791 yılında Fransız Devrimi’nin kadınlara karşı duyarsızlığını eleştiren “Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi”  Fransız aktivist Olympe tarafından okunmuştur.

Kadın hakları mücadelesinin ilk isimlerinden olan Olympe, okumuş olduğu bu bildirge nedeniyle 1793 yılında giyotin ile ölüm cezasına çarptırılmıştır. Bu unutulmaz hikaye, Fransız Devrimi’nin şaşalı anlatılarının arasında hep gizlenmiş, yitik bir hikayedir.  Tıpkı bizim tarihimizde de gizlenmiş olan onlarca cesur, aktivist kadın gibi...

Devrimin devamında ortaya çıkan sanayi toplumu, cinsiyetler arası ayrımı daha da derinleştirip, kadınları aile içindeki köleliğin yanısıra, emek sermaye ilişkisindeki en dip noktaya itmiştir. Bunun sonucunda,  8 Mart 1957’de, New York kentindeki tekstil işçisi kadınların günlük çalışma saatlerinin fazlalığına ve erkeklerle eşit ücret alamamalarına karşı başlatmış oldukları grev, polis tarafından işçi kadınların fabrikaya kilitlenmesi ile kontrol altına alınmıştı. O sırada çıkan yangın ile 123 kadın işçi hayatını kaybetmişti. Bu olaydan 53 yıl sonra Alman Sosyal Demokrat Partisi lideri Clara Zetkin, 8 Mart’ı öldürülen kadın işçilerin anma günü olmasını teklif etmiş ve uluslararası kadın konferansında bu teklif oybirliği ile kabul edilmişti. Buna karşılık bazı Avrupa ülkelerde bile 8 Mart Anma Gününün yasaklı kaldığı nice yıllar yaşanmıştı. 8 Mart günümüze kadınların eşit bütçe, eşit yaşam, eşit rol alabilme için ses çıkardıkları, bir dayanışma ve mücadele günü olarak gelmiştir. Dünyanın her yerinde 8 Mart’ın kadınların emekçi, anne, eş gibi erkeklerce kutsal görülen sıfatlara sığmak zorunda olmadığı, kadınların sadece kadın olarak da eşit olabilmeyi hakedeceği  bir isyan gününe evrilmiş olduğunu görüyoruz.

Kadın hareketi, cumhuriyetle başlamadı.

Bizim diyarlarda kadın hareketi  ise, bize öğretildiği gibi cumhuriyetle başlamış değil aslında. Yüz yıllarca süren bir mücadele ile hatta ne yazık ki, alın teri, göz yaşı ve kanın birbirine karışarak sürdürüldüğü bir mücadele ile kadın konusunun cumhuriyete getirilmiş olduğunu söylemek daha doğru ve bu mücadeleye emek vermiş, can vermiş bir çok kadına da hakettiği saygıyı iletmemiz açısından da önemli.

Osmanlı’da Tanzimat döneminden, yani Fransız ihtilalinden feyzalınarak başlamış olan Osmanlının yenileşme çabası döneminden, başlayan bu hareket; özellikle 2. Meşrutiyet döneminde kadınlar, anne ve eş rolleriyle sınırlanmış olmaya karşı toplumsal yaşamda söz hakkı istediklerine dair taleplerini dile getirmeleri ile devam etmiş.  

Ben, Osmanlı kadın hareketi içinde kadınların yaşamlarını değiştirme isteği ve azmi açısından son derece çarpıcı ve inanılmaz güzellikte çalışmalar olduğunu, hepimiz için bir ekol olmuş Serpil Çakır’ın “Osmanlı Kadın Hareketi” adlı kitabından okumuştum.

 Yaşadığımız bu topraklardan ne kadınların geçmiş olduğunu görüp,  bizim de geçmişimize gülümseyerek bakabileceğimizi böylelikle anlamıştım. Yıllarca kadın hareketinden hiç bahsetmemiş tarih kitaplarına kızmış, bu gururun bizden neden çalınmış olabileceğini anlamakta zorlanmıştım. Feminist olmaya karar verdiğim ergenlik yıllarımda toplumdaki kadınlardan ve tarihimizden çok ayrık bir birey olduğumu düşünmem istenmişti, belki de... Belki de, kadın hareketi köklerini bulup yeşeremesin diye tarih kitaplarının birinde bile göremedik bu isimleri, bu hikayeleri...

 Günümüzde de kadın hareketine yaklaşımın eril siyaset içinde hiç değişmediğini, hatta son dönemde değişim olduysa bile,  bu değişimin gerileme yönünde olduğunu söylemek mümkün.

8 Mart 2021’i Adana yerelinden değerlendirmeye başlayalım o halde.  

Adana Kadın Platformu olarak bu sene de 8 Mart için miting yapma kararı aldık ve tüm resmi evraklarımızı ve dilekçemizi hazırlayıp valiliğin yolunu tuttuk.  Miting başvurumuzu yaparken bile yıldırmaya ve engellemeye maruz kaldık. “ Bugün git, yarın gel”  tavrıyla izin için birkaç defa valiliğe gitmek zorunda kaldık. Dilekçemizi verdiğimiz makam,  dilekçemizi bile kabul etmemenin türlü yollarını denediyse de, biz platform olarak aldığımız kararın arkasında durduk.

Azimle ve tüm yasal haklarımızı sonuna kadar kullanma bilinci ile başvuru dilekçemizi oluşturulan baskı ortamına rağmen vermeyi başardık. Miting olacak mı, olmayacak mı bekleyişi,  ne yazık ki son günlere kadar devam etti. Daha sonra Adana emniyetince tertip komitesi olarak görüşmeye çağrıldık ki bu muhtemelen izin çıktığı anlamına geliyordu. Tam da tahmin ettiğimiz gibi olmuştu, mitingimize izin çıkmıştı ancak bazı yasaklar da, yine de emniyet tarafından hatırlatılmıştı.

Peki yasak olan ne mi idi? Yasak olan LGBTİ+ lardı. LGBTİ+ lar ile ilgili hiçbir pankartın olmaması gerektiği ile ilgili bir ön uyarı aldık.

Konu LGBTİ+ ayrımı olunca bunun da bir toplumsal cinsiyet ayrımı olduğunu görmek, bu kadar zor değil aslında. Erk olmayan her bireyin ikinci sınıf sayılma durumu zaten bizim tam da bahsettiğimiz konu değilmiş gibi, böyle bir uyarı almış olmanın şaşkınlığı ile miting hazırlıklarına başladık. 

Pandemi koşullarında bir miting yapılacak olması nedeniyle de fazlaca alışılmadık bir durumdaydık. Hem tedbirli olmaya, hem de bize kalmış olan o kısacık sürede üretken olmaya da çalışıyorduk. 

Pankartlar, dövizler hazırlandı, çağrılar yapıldı. Her STK’da bir heyecan, pür neşe, tam gaz çalışmalar yapılıyordu.  Sahneydi, sesti, ışıktı derken o üç günlük hazırlık süreci, hepimizim üstünden tır gibi geçti.  Ama yine de çok heyecanlı, çok mutluyduk. Sesimiz Adana caddelerinden, kim bilir nerelere gidecekti, kim bilir kaç kadın tarafından duyulacaktı, kaç kadın çaresizlikten kurtulacaktı, dayanışmamıza katılacaktı, düşündükçe daha da heyecanlanıyorduk...

Günde 3 kadının öldürüldüğü bir ülkede, bir meydanda ses çıkarmak, yapılan her 8 Mart etkinliğinden daha anlamlıydı çünkü biliyorduk ve inanmıştık. Kortejler belirlendi, sıralandı, listelendi. Büyük bir heyecanla Kasım Gülek Köprüsünde buluşuldu. Ama hiç kabul edemediğimiz birçok olay, ne yazık ki  tam da o giriş noktalarında yaşandı.

Yasal olan mitingimiz sanki illegalmiş, katılımcılarımız da sanki suçluymuş gibi arandık ve elendik o kapıda. Mitinge gelen birçok kadın arkadaşımız, emniyetin bu uygulaması ve sert tavrı nedeniyle kaygılandı ve mitinge girmekten vazgeçti.

Kaygı normaldir ve insana dairdir. Özellikle kadınların kaygılanması ne yazık ki bu ülkede birçok erkeğe eğlenceli bile gelmektedir. Bunun şaka olarak okul sıralarında başladığını ve hayatımızın sonuna kadar devam ettiğini zaten biliyoruz. Ama diyoruz ya, susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz diye...

Susmayan, korkmayan yüzlerce güzel kadın ki Adana’nın en cesur kadınları idi onlar, girecekti o kapıdan biliyorduk. Gökkuşağı renklerinde çorapların çıkarılması dayatmasıyla başlayıp, ayakkabı içlerinin kontrolüne kadar giden inanılmaz bir aramaya şahit olduk ne yazık ki.

“Cinsiyetçi eğitim öldürür” dövizlerinin bile kapıdan içeri alınmadığı inanılmaz bir 8 Mart yaşıyorduk. Kapının ardında kalan yüzlerce pankart, döviz ve gökkuşağı renklerine rağmen  “Gelsin koca, gelsin baba, gelsin polis, gelsin cop, inadına isyan, inadına özgürlük” sesleri ile girmeye başladı bizim cesur yürekler tabi ki o kapıdan...  

Kortejler, kortejler ardına, mora ve güzelliğe boyandı caddeler.  Kapının diğer tarafında kalan renklerimizi, yüreğimize koyup yürüdük ve buluştuk her dilde, her renkte, her seste, her siyasette... Bütün o erkek kalıplarından soyunduk, kucaklaşmamıza engel olan her şeyi kaldırdık aradan, sarıldık, haykırdık, dans ettik, halay çektik. Basın açıklaması okunurken açılan LGBTİ+  bayrakları hepimizin kalbini attırdı, gözlerimiz doldu dayanışmamızın güzelliğinden.  Isındık Isındık, mor bulutlar olarak yükseldik gökyüzüne, Arjantin’e, Bolivya’ya, Orta Doğu’ya selam olduk.  Ses olduk... Bir olduk...   

İstanbul sözleşmesini imzalamış bir ülkenin kadınları gibi muamele görebileceğimiz, böylesine birlik olabileceğimiz, hep böyle cesur ve coşkulu olabileceğimiz, daha nice 8 martlarımız olsun umuyorum ki...   

Harikaydın Adana! Katkı sunan ve katılan herkese selam olsun.  

DÜNYA YERİNDEN OYNAR, KADINLAR ÖZGÜR OLSA...

Editör: TE Bilisim