Adam Philips'in 'Yasak Olmayan Hazlar' kitabının tanıtım yazısından bir alıntı; Psikologlar ve psikanalistler genelde yasak hazlardan bahseder, onlar aracılığıyla insanın içdünyasını keşfetmeye çalışırlar. Yasaklar çoğunlukla arzuyu kamçıladığından, yasak hazlar hep öne çıkar, hep daha çok arzulanır. Peki ya yasak olmayan hazlar? Onların kıymetini biliyor muyuz, yoksa yasak olmadıkları için gözümüzdeki değerleri azalıyor mu?

“Bu kitap, yasak olmayan hazların yasak olanlara nazaran haz konusunda bize anlatacak daha fazla şeyleri olup olmadığını konu alıyor,” diyor Adam Phillips. “Bu doğru olsaydı, fazlasıyla ciddiye aldığımız onca şey ciddiyetini yitirirdi. Yasak olanın despotluğu bir şeyleri yasaklamasından değil, bize ne yapmak istediğimizi söylemesinden gelir — yasak olanı yapmak isteriz. Oysa yasak olmayan hiç emir vermez.”

İtaat, özeleştiri ve hayatın yaşamaya değer olup olmadığı gibi yakıcı meseleleri, yasak olan ve olmayan hazlar bağlamında ele alıyor Phillips. İtaatsizliğin yasak hazzının yanı sıra, itaatin yasak olmayan hazzı hakkında düşünmeye teşvik ediyor bizi. Özeleştirinin sık sık insanın kendini haksız yere mahkûm etmesi anlamına geldiğini, oysa acımasız özeleştirinin ta kendisinin bir haz, yasak olmayan bir haz olabildiğini söylüyor. Ve şunu soruyor hepimize: “Hayat katlanılmaz mıdır yoksa ondan keyif almak bize yasaklanmış mıdır? Ve şayet hayat aynı zamanda yasak bir hazsa, onu kim ve neden yasaklamıştır?”

Duygusal Direnç

Adam Philips'in 'Yasak Olmayan Hazlar' kitabında klasik edebiyat uzmanı Oscar Wilde'ın sözcük dünyasının içindeki, yaşamı tanımlama biçiminden çok etkilenmiştim. Üniversitede ise bir dönem boyunca Wilde incelemiş biri olarak yalnızca genç ölüm şeklini hatırlamam da rahatsız etti beni.

Yine odaklanılan salt sınavların olduğunu hissettim geçmişe dair.
Kitapta kullandığımız ve içselleştirdiğimiz kelimelerin öneminden bahsetmiş. Wilde bizi belli başlı kelimeleri ya da kalıpları unutmaya veya onlardan vazgeçmeye teşvik ediyor. “Ciddiyet, ödev, açıklama, hakikat, taklit“ gibi kelimeleri ve “başkaları için yaşamak”, “ kendini yararlı kılmak” gibi kalıpları unutmaya teşvik ediyor. ”Güzellik, itaatsizlik, gelişme, haz, kusursuzluk, yaşamın güzelliği, yaşamanın tadı” gibi sözcük ve kalıpları yerlerine konumlandırabileceğimiz söylüyor. Hem de 200 yıl önce. Bir dağarcığı yok saymak onun hazlarını hatırlamayı beraberinde getirir. Buradaki bencilliği kutlamak ve başka türlü bir yasa koymak kelimelerin ağırlığını duygularla yaşamaya sebep oluyor.

Kaçımız haz ve gerçek isteklerimizin doğru duygu ve kelimelerle fark edilmesini yola koyuyor ve gerekeni yapıyoruz. Önemli olan gerçekle içinde verdiğin mücadelenin doğru duygu ve kelimelerle içselleştirilmesi diye düşünüyorum. Dış dünyanın yardımının çabasına rağmen etkisizliği aşikar.

Duygusal direnç diye bir tanım var. Acıyı, yası, öfkeyi bir tür doğru karşılama biçimi. Olumlu bir insan olmak, cesaretli ve güçlü bir insan olmakla karıştırılıyor. Bir tür oyalanma şekli değil. Gerçeği kabul etme asıl karşılığı. Duygularını doğru kelimelerle kendine tanımlama ve bilme. Ve hissettiğim aradaki reklam şeklindeki zaafların ancak karşı tarafla yardımlaşarak halledilebileceği yönünde, tabi yüzleşilen kişi de kendi gerçeğinin farkındaysa ve gerçekten yardım etmek istiyorsa.
Anlamamakta ısrar ettiğimiz duygular…

Çocukları yönlendirirken de duygusal çevikliği onlara sezdirebiliriz. Güçlü duygular yaşarken, acele etmeden kalbine bir göz atmasını isteyebiliriz. Bazen kendi çocuklarıma çatışma sonrasında, yaşadıklarının “hayal kırıklığı” olduğunu söylemekle yetiniyorum. Yorgunum, çözümsüz kalıyorum ve yaşadığı duyguyu olduğu gibi hissetmesini istiyorum, tabi eğer onlar da isterse. Sinirlisin, üzgünsün şeklindeki duygu tanımlamalarının yetersiz kaldığını hissediyorum.

“Çünkü en çevik bireyler, toplumlar normal insan duyguları açıklığında oluşuyor.” Duygularımızı “hızlı” sözcüklerle ifade ediyoruz gerçekte. Stresliyim demek yerine, yanlış yerdeyim, istemediğim mesleği yapıyorum, istemediğim şekilde yetiştiriyorum çocuğumu, yanlış yoldayım demek bizi zorluyor.

İşte duygusal çeviklik bu duyguların kabulünden çok daha fazlası. Aslında nasıl hissettiğimizi anlamaya zaman harcamamız konusunda yönlendiriyor sanki. Savaş haberlerini izlerken sinirlenmemiz vicdanlı duruşumuzu gösteriyor aslında. Hasılı, duygularımızı tanımlayıp, onları insan için iyilik için kullanabiliriz her birimiz. İşte o zaman çoğalırız. Kendimize kestiğimiz faturalar gerçekle yüzleşmemizi sağlar ve en önemlisi duygularımızla…

Editör: TE Bilisim