Eğtim ve Bilim Emekçileri Sendikası; "İstanbul Sözleşmesi’ni hukuksuz bir şekilde geri çeken, cinsel suçlarda tutuklamaları ve mahkûmiyeti görüntü, ses kaydı vb. gibi somut delil şartına bağlayarak faillerin ceza almasını zorlaştıran, çocuk yaşta evlilikleri “aileyi koruma” kılıfı altında meşrulaştırmaya çalışan, okullarda muhafazakâr-cinsiyetçi uygulamaları yaygınlaştıran ve bütün bunların sonucunda şiddeti ve ayrımcılığı kurumsallaştıran mevcut siyasi iktidar, kadına ve çocuğa karşı işlenen suçlardan birinci derecede sorumludur."

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) tarafından yapılan yazılı basın açıklaması şu şekilde;

Neredeyse her gün bir kadının katledildiği, kadına ve çocuğa karşı cinsel şiddet ve istismarın hiç olmadığı kadar arttığı Türkiye’de, İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede 5 Milyon Erkeğe Farkındalık Eğitimlerinin Verilmesi” konulu bir genelge yayınladı. Milli Eğitim, İçişleri, Aile ve Sosyal Hizmetler, Adalet ve Sağlık Bakanlıkları ile Diyanet İşleri Başkanlığınca imzalanan “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 2022 yılı Faaliyet Planı” kapsamında “Kadına El Kal-ka-maz” sloganıyla afiş, broşür ve tanıtım videosu hazırlandı ve “eğitim seferberliği” adı altında bütün kamu kurumlarınca yaygınlaştırıldı.

Siyasal iktidarın bütün aksi yöndeki uygulamaları ve politikalarına rağmen ilk bakışta iyi niyetli gibi görünen “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede 5 Milyon Erkeğe Farkındalık Eğitiminin Verilmesi ”  genelgesinin afiş, broşür ve tanıtım videosu incelendiğinde ise iktidarın yapısal ve ciddi düzenlemelere ihtiyaç duyulan bir sorunu yine nasıl kendi cinsiyet ayrımcı siyasal-ideolojik çizgisinde ele aldığı görülmektedir.  Öyle ki kadın ve kadına yönelik şiddet, “erkek egemen”, “milli” ve “dini” ideolojik-siyasal kodlar ile birlikte ele alınmakta ve bu yolla erkekleri ikna yoluna giderek şiddetle mücadele ediliyor algısı oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Kadına yönelik şiddetin sonuçlarını “Şiddet sebebiyle sağlığı bozulan ve zarar gören kadın, çocuklarının bakımını sağlamakta güçlük çekmesi ve şiddete maruz kalan kadının, şiddetin olumsuz etkilerini çocuklarına yansıtması” olarak sunulduğu broşürde kadın bir birey olarak görülmemekte,  ataerkil cinsiyet rollerinin kadına dayattığı ve onu aile ile sınırlandıran yapısı içinde ele alınmaktadır.

“Milli” ve “Dini” Değerlere Atıf Yapılarak, Kadına Yönelik Şiddet Asıl Bağlamından Uzaklaştırılıyor

“Kadına yönelik şiddet milli değerlere saygısızlıktır” başlığı altında, “Kadınlarımız; yönetimde, savaşta, barışta erkeklerle birlikte yer alıyor. Kurtuluş Savaşı’nda Şerife Bacı, Halide Onbaşı, Halime Çavuş, Nezahat Onbaşı, Çete Emir Ayşe, Kara Fatma, Gördesli Makbule, Tayyar Rahmiye, Hafız Selman İzbeli gibi kadın kahramanlarımız, tarih içerisinde bir ve bütün olarak gören bir anlayışla yoğrulmuş olmamız, bugünümüze rehber olacak kadar güçlü göstergelerdir. Kadına yönelik şiddete yükselen tepki artık milli bir hassasiyete dönüştü çünkü milli değerlerimizin inşasında kadının rolü ve önemi belki tüm ülkelerin toplamından daha fazladır” denilerek iktidar cephesinde sıklıkla kullanılan etnik kimlik üzerinden milliyetçiliği, “milli” değerleri öne çıkararak farklılıklar ötekileştirilmektedir.

“Kadınlara yönelik şiddet inancımızla bağdaşmaz” başlığı altında ise  “İslam’a göre kadın ve erkek yaratılıştan aynı değere sahip. Aralarında insanlık değeri, temel hak ve dokunulmazlıklar, iffetli ve onurlu bir hayat yaşama hakkı konusunda hiçbir fark yok. Rabbimizin “en güzel örnek” olarak tanıttığı Hz. Peygamber (s.a.v.), erkekleri “Sizin hanımlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi, hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır” sözleriyle uyarıyor ve “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır…” denilmektedir.

 “Şiddet içerikli bir durumla karşılaşıldığında sessiz ve tepkisiz kalmayıp yapıcı ve etkili bir tavır takınmak her Müslüman’ın görevidir” denilerek, şiddetle mücadeleyi İslami referanslarla ele alarak, ülkedeki kültürel ve dinsel çeşitliliği ve zenginliği yok sayarak, farklı inanç ve kimlikleri dışlayan,  kadını ikincil vatandaş olarak varsayan siyasal İslam zihniyeti ile Müslüman erkekler ikna edilmeye çalışılmaktadır.

Son olarak kadınları nesneleştiren tanıdık iktidar söylemi “Şiddetin kız kardeşimize, annemize, kızımıza, torunumuza, kız arkadaşımıza yönelik olarak da gerçekleşebileceğinin farkındayız ve tüm erkekleri bu konuda bilinçli/duyarlı olmaya davet ediyoruz” ifadesi kullanılarak kadın “mülkiyet anlayışı” çerçevesinde değerlendirilmektedir.

Patriarkal cinsiyet rollerinin kadına dayattığı ve onu aile ile sınırlandıran yapısına ek olarak ekonomik kriz, yoksulluk, güvencesiz esnek çalışma,  mültecilik, şiddet ve istismara en ağır şekilde maruz kalan kadınların, büyük mücadeleler sonucunda kazanmış olduğu hukuksal haklarına göz dikip gasp eden mevcut iktidar, kadının da insan, ama erkeğin güdümünde/himayesinde olması ön kabulüyle göstermelik farkındalık eğitimleri düzenlemektedir. Uluslararası sözleşmelerde belirtilen geniş kapsamlı ve çok aktörlü mekanizmaların hayata geçirilmesiyle büyük ölçüde önlenebilecek kadına ve çocuğa yönelik şiddet, son örnekte de görüldüğü üzere büyük oranda erkeğin insafına bırakılmak istenmektedir.

Kadını erkeğin himayesinde, ikincil olarak konumlandıran mevcut siyasal iktidar dili terk edilmeli, kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve istismar ile mücadelede uluslararası sözleşmeler ve mevcut yasal düzenlemeler derhal hayata geçirilmelidir.

Editör: Haber Merkezi