Merhaba Değerli Habere Güven okuyucuları. Mayıs ayında uygulanan ve hayli uzun süren tam kapanma süreci bizi biraz sahadan koparsa da, ne zamandır aklımda olan bir takım konuları araştırma fırsatı buldum. Eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliğini dünya tarihindeki gelişimine ve Osmanlı'dan günümüze bizim coğrafyaya yansıyışı ile ilgili bir yazı dizisi hazırladım ve kapsam olarak çok geniş olan bu konuya şöylece başlamaya karar verdim.

Eğitimin toplumun tüm kesimlerini kapsayan bir hak olarak görülmesi, tarihsel sürece bakıldığında aslında son derece yeni bir konuymuş. Çünkü eğitim; sınırları, etkileri ve yeterlilikleri önden belirlenen toplumun seçkin sınıflarıyla, statü gruplarına özgü, onların ayrıcalıklı konumlarını sürdürebilmelerini sağlayan bir sistem olarak yıllarca varlığını sürdürmüş.

Kadınların eşitlik taleplerinin ilki ise eğitimde eşitlik talebi ile başlamış. Kadınların eğitim hakkının 18.yüzyılda Avrupa Endüstri Devrimi'nin ve aydınlanma döneminin ortaya çıkardığı Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesi'nde (1789)ilk defa metinlere girdiğini görüyoruz. Eğitimin nüfusun tüm kesimlerini, yani kadınları da kapsaması çalışmaları, J. Locke, J.J. Rousseau, I. Kant gibi isimlerle başlamış ve hala tamamlanamamış bir uzun süreç aslında. Tabi bu dönemde kadınlar için öngörülen eğitim, erkekler için uygulanan eğitimden farklı ve erkeği tamamlayıcı bir içeriğe sahipti. İlk feminist klasiklerden olan “Mary Wollstonecraft”, J.J. Rousseau'nun oğlan çocuklarının eğitimi konusundaki görüşlerini, kız çocuklarını kapsayacak şekilde genişletme çabası göstermiştir. Kız ve oğlan çocuklarının aynı eğitimden yararlanmasını savunmakla kalmayan Wollstonecraft, daha da ileri giderek onların birlikte eğitim görmeleri -karma eğitim- gibi, o zamana kadar görülmemiş ölçüde radikal bir öneriye de imza atmıştır.

Bildiğiniz gibi birinci dalga feministlerin, kadın ve erkeğin insan olarak aynı olduğu ve değişimin eğitimle olacağına güvenleri tamdı. Bu nedenle bu tarihten başlayarak, kadınların eşit ve nitelikli eğitim görme talebi, tüm dünyada dikkat çekmeye başladı.

Eğitimde kadınların hak talebinin bizim tarihimizdeki gelişim şekli ise şöyle: Türkiye'de genel olarak eğitim, 19. ve 20. yy. Batı toplumlarının liberal anlayışını yansıtıyor. Bu bağlamda eğitim bir hak olmaktan ziyade, yeniye geçiş projesi olarak uygulanmıştır.

Gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet Dönemi'nde yapılan düzenlemelerde eğitimin zorunlu ve parasız olması, kız ve oğlan çocukları arasında fark gözetilmemesi gibi ilkeler belirlenmiştir. Eğitim yaşının dinsel açıdan kız ve oğlan çocuklarının ayrılmasını gerektirecek bir zorunluluk da getirmemesine karşın Osmanlı dönemindeki ilköğretim kurumlarında okuyan kız öğrencilerin sayılarının çok kısıtlı olduğunu görebiliyoruz. 1869'daki düzenlemeyle Hristiyan rüştiyeleri (ortaokul) ve Müslüman kız çocukları için de rüştiyelerin sayısının arttırıldığını, kadın öğretmen yetiştirmek için öğretmen okullarının ve ebe mekteplerinin açılması gelişmelerinin kaydedildiğini görüyoruz.

2.Abdulhamit zamanına, yani 20. yüzyıla girdiğimizde ise kız çocukları için idadilerin (lise) sayısının arttırıldığını görüyoruz. Osmanlı'da kadın hareketinin ilk önemli isimlerinden olan Fatma Aliye de bu dönemde kadınların eğitim haklarıyla ilgili yazılar kaleme alabilmişti.

2. Meşrutiyet'in ilanından sonra kadın dergilerinde eğitim talebinin başat konular arasında olduğunu söylemek mümkün. Bu talebin annelik ve ev idaresi gibi kadınlara atfedilen konuların ötesinde meslek edinmek ve çalışma yaşamına girmek gibi başlıklarla ilerlediğini görüyoruz.
1914 yılında bir kadın üniversitesi olan İnas Darülfünu'nun açıldığını ve genç kadınlara güzel sanatlar alanında da yükseköğrenim vermek için İstanbul'da İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'nin kurulduğunu görüyoruz.
Bu gelişmelerin akabinde 1917'de kadınların Tıp, Dişçilik ve Eczacılık eğitimi görmelerine izin verilmişti. Bu gelişme 1921'de üniversitelerin karma hale getirilmesiyle devam etmiştir ve ilköğretim kurumları dışında karma eğitimin uygulanmasının ilk örneği olmuştur.

1928 yılında ise kız ve oğlan çocuklar için ayrı ayrı açılan ortaokullar konusu tüm okulların karma eğitime geçmesiyle sonuçlanmıştır. Karma eğitim, Milli Eğitim temel kanununun en temel ilkelerinden biri olmuştur. Öyle ki, 1976 yılında karma eğitim ilkesini temel alan ve yargı yoluyla yapılan itirazın kabulüyle kız çocuklarının da İmam Hatip okullarına gidebileceği kabul görmüştür.

1999 yılında ise yapılan yeni bir düzenlemeyle tek cinse özgü bütün okullar tümden kaldırılmıştı ve tüm okullarda pedogojik olarak daha sağlıklı olduğu kabul gören karma eğitim uygulanmasına karar verilmişti.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ise kadın hareketi, dönemin ana düşünce tarzı olan milliyetçi ve modernist bakış açısı ile öne çıkan Halide Edip, Nezihe Muhiddin ve Muallim Nakiye gibi isimlerin öncülüğünde ilerlemekteydi. Yeni açılan okullarda öğretmenlik ve yöneticilik yapan bu kadınlar, cumhuriyeti ayağa kaldıracak tek gücün kadınların eğitime katılmasıyla başlayabileceğini savunuyorlardı.

1975-1985 yıllarını Birleşmiş Milletlerin “KADIN ON YILI” ilan etmesiyle ülkemizde de “Kadına Yönelik Her türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi'nin yani kısa adıyla CEDAW'ın yaşama geçirilebilmesi için düzenlenen çalışmalara bakarak, Türkiye'deki feminist hareketi, dünyanın pek çok yeriyle eş zamanlı olarak hareket etmekte olan, ses getiren parlak bir dönem olarak hatırlamak mümkün.

Yine bu dönemde; eğitimin dili, müfredatı, ders kitapları, öğretmen tutumları gibi birçok önemli konuda çalışmalar yapılmış, eğitimin kadınların bireysel olarak güçlenmelerine ve toplumsal olarak iyileşmelerine nasıl katkıda bulunacağı ile ilgili araştırmalar yapılmış, okulların ve öğretmenlerin toplumsal cinsiyete nasıl duyarlı kılınacağı konuları bu dönemde tartışılır olmuştur. 2000'lerden sonra ise kadın hareketi tam anlamıyla ayaklarının üzerine basmaya başlamış ve kadınlar, haklarını elde etmeye yönelik daha güçlü çıkışlar yapmışlardır.

Türkiye'de devletin eğitim alanındaki taahütlerinin ve kadınların bu alandaki taleplerinin kamu gündeminde nasıl bir yer bulduğunu bir sonraki yazıma bırakarak, hepinizi umutla ve sevgiyle selamlıyorum.

NOT: Şu son sözlerimi de eklemeden, yazımı bitirmeye gönlüm el vermedi. Toplumsal cinsiyet eşitliği konusuna duyarlı tek eğitim sendikası olan EĞİTİM SEN'in bir üyesi olmaktan, eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda sağlanan ve sağlanacak her türlü gelişimin en yürekli ve samimi emekçileri olmaktan, başta kadın üyelerimiz olmak üzere, tüm üyelerimiz adına söylüyorum ki, gurur duyuyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmaları ülkemizde yürütülmesi en gerekli ve en önemli çalışmadır ki biz en de önemli parçası olan eğitim alanında diğer tüm sendikalara örnek olan çalışmalarımızla, aydınlık yarınlara olan inancımızdan aldığımız motivasyonumuzla, korkmadan ve yorulmadan mücadele etmekteyiz. Kadınların hayata verdikleri kadarını, alabilecekleri günlerin geleceğine dair inancımızı hiç kaybetmeden ve hep daha çok güçlenerek, hep daha da gelişerek devam ediyoruz ve edeceğiz…

İyi ki varsın Eğitim Sen ailesi!
Tamam işte şimdi hepinizi umutla ve sevgiyle selamlıyorum. Hoşçakalın!

Editör: TE Bilisim