Bu hikaye tamamen hayal ürünümdür; hikayedeki doktor ben değilim ama eminim hayatta böyle güzel insanlar var, onların hat&...

Bu hikaye tamamen hayal ürünümdür; hikayedeki doktor ben değilim ama eminim hayatta böyle güzel insanlar var, onların hatırına dönüyor dünya...

EN GÜZEL NÖBETİM

Acilde nöbetteyken gecenin ikisinde içeri çocuğuyla koşarak girdi; ‘yardım edin, ateşi çok yüksek’ diyerek... 8 aylık minik kızı gerçekten ateşler içinde yanıyordu. Gerekli müdahaleleri yaparken kapıda dolanıp duran; kan alınırken sanki ondan alınıyormuşçasına suratını buruşturan annelere hep alışkındım da bunları baba yapınca ilginç geldi. Adamın kızına sarılışı, bakışı, çare arayan gözleri resmen içimi acıttı. Neyse ki viral bir enfeksiyon düşündüğümüz bebişin ateşini düşürdük, bikaç saat sonra eve göndermeye karar verince babayı çocuğun reçetesini yazmak için yanıma çağırdım. Aslında hastaların özel hayatlarına dair çok soru sormam ama gerçekten merakıma yenik düşmüştüm:
-Kızınızın annesi nerde, sormamda bi sakınca yoksa?
-Doktor hanım eşim, kızımı doğururken vefat etti; 8 aydır ona yetmeye çalışıyorum ama anne gibi olur mu?? Ona her zamankinden çok ihtiyacım varken bizi bırakıp gitti, derken sesi titriyordu.
(Offf yaaa, ne meraklısın kızım yaaa bak adamı nasıl üzdün... )
O sırada içeri giren hemşire hanım neyse ki konuşma gereğimi yok etti; kızını teslim alan baba defalarca teşekkür ederek gitti.

Tıp fakültesi ikinci sınıfta geçirdiğim bi trafik kazasıyla ölümden dönmüştüm. Ciddi iç organ hasarım olmuş, uterus rüptürü nedenli histerektomi geçirdiğimden çocuk doğurma şansım yok olmuştu. Sonradan çok düşündüm; bi kadın için doğurganlık bu kadar önemli miydi; çocukları çok sevdiğim için mi kendimi eksik hissediyordum yoksa toplumun kadınlara bi dayatması mıydı çocuk doğurma gerekliliği?? Belki de çocuk özlemimi gidermek için pediatrist olmuştum. Öfff sabahın beşinde, bu yorgunlukla ne düşünüyosam bunları? Hem bu yorgunluğun üstüne eve git, çocuk olsun gör ebeninkini, boşveeer bi de evde çekilmezdi yeminle çocuk, hele ki bu tempoda çalışırken!

Bikaç gün sonra polikliniğe girdiğimde masamın üstünde rengarenk kır çiçekleri beni karşıladı. Mis gibi kokan odamda çiçeğin üstündeki not beni şaşırtmıştı:
‘Kızıma şifa veren doktor hanım; hayatınız bu çiçekler kadar renkli ve güzel olsun. Saygılarımla. ‘
‘Acaba hangi hastamdan bahsediyo ki; serviste yatıp çıkan bi çocuk olmalı keşke adını söyleseydi’ diye düşünüp çiçeklerimi kokladım; bu meslek zor evet ama insanların minneti, birilerini iyileştirmenin hazzı da başka hiçbir işte yok, ohhh mis gibi çiçekler...

Günler geçti, tam öğle yemeğine çıkarken biri önümde durdu ‘Merhabalar doktor hanım nasılsınız?’ Hastalar tabi ki bizi tanır ya, bizim de kendilerini tanıyomuş hissine kapılırlar ki hergün yüzlerce hasta ve yakınıyla muhatap olan bizler için bu tabi ki imkansızdır. Ben içimden 'kimdi ki acaba yaa, gözler de tanıdık, takım elbiseli filan, represant muhtemelen’ diye düşünürken ‘o gün acile kızımı yüksek ateşle getirmiştim hatırladınız mı; aceleden kimliğimi unutmuşum onu almaya geldim. Bu arada umarım çiçeklerim size ulaşmıştır?’ dediği anda bende jeton düştü. ‘Aaa evet hatırladım, aldım çok teşekkür ederim, siz mi göndermiştiniz, kızınız iyi mi?’ diye sorarken niyeyse çiçeklerin ondan gelmesi beni mutlu etti. Gözleri, gülüşü öyle sıcaktı ki...

- Öğle aranız galiba, vaktiniz varsa bi kahve içer miyiz desem haddimi aşmam umarım??

Hastane kantinine geçtik, bana hikayesinden biraz bahseden bu adama duyduğum acımayla karışık garip bi duyguydu. Hani suç işleyen köpeğin mahcup bi bakışı vardır ya, bu adam sanki hayata o mahcubiyette bakıyordu. Gelen telefonlarla yüzünde anında ‘iş başka , hayat başka’ ifadesinin oluşmasından da belli olduğu üzre işini çok severek yapan biriydi; başarılı bir mimar olduğunu sonradan öğrendim.

Hayatıma ‘yüksek ateş’ le giren bu adam zamanla tüm boş vakitlerimi geçirdiğim, saatlerce sohbet ettiğim, beni arayınca sevindiğim kişi oluvermişti. Anlattığı üzre hayatı zorluklarla geçmişti:

‘Karımı çok sevmiştim. Ailem okumuş, görmüş geçirmiş de bir aile olmasına karşın dini duygular, inançlar; bazen eğitim, görgü, merhametin önüne geçebiliyor. Mezhep ayrılığı nedeniyle Aslı’yla evlenmemi hiç istemediler. Büyük büyük dedelerimizin inandığı peygamber farklı diye ben hayatımın aşkıyla evlenmiycektim öyle miii?!? Tabi ki Aslı’yla evlendim, düğünüme gelmediler, hayatımın en mutlu gününü bana zehir ettiler, onları hiç affedemedim. Aslı ise hep yanımda oldu, çok iyi bir eşti, biz birbirimize yettik. Bir çocuğumuz olacağı haberini aldığım günü hatırlıyorum da hopladım, zıpladım olmadı eşofmanları çekip on km koştum. Aslı nın hayatta en çok istediği şeydi çocuk ama ne yazık ki kızımızı koklayamadan cennete gitti’. Görüşüyor, konuşuyor, dertleşiyor, yeri geliyor saatlerce gülüyor kısacası artık birlikte nefes alıyorduk.

Hele Selin, ahh küçük kuzum benim; beni görünce o heyecanla çırpınıp babasından bana atılması yok mu, onun o dünyanın en saf, en temiz kokusunu içime çektiğim an bende ne nöbet yorgunluğu kalıyordu ne stres. Allah sanki üç kuluna bi dert vermiş, sonra bu insanları birbirleriyle buluşturarak dermanlarını da vermişti . Benim çocuk; Selin' inse anne hasreti...

İki yıl böyle geçti; rutin acil nöbetlerimden birinde koşturuyordum. Ateşi yükselen, kusan, ağlayan, düşen kalkan bi dünya çocuk ve onların panik haldeki anne babaları... Ortam biraz sakinleşince, odama girdim ki bir de ne göreyim?!? Masamın üstünde, ortamdaki hasta ve ilaç kokusunu bastıran muhteşem esansıyla rengarenk bir demet çiçek.

‘Kızımla hayatıma bu çiçekler kadar renk ve şifa veren doktor hanım; iki yıl önce tam burda, bu saatte hayatımıza girdin. Nolur bir ömür boyu bizimle ol.
Benim sevgili karım, Selin'in biricik annesi olur musun?
Benimle evlenir misin??’

Mutluluktan bir damla yaş gözümden süzülürken odaya giren dünyanın en güzel gülüşlü, en mahcup bakışlı adamına sarıldım ve dünyanın en içten ‘evet’ ini söyledim.

Anneler gününde 12 yaşındaki biricik kızım Selin ‘anneeemm’ diye boynuma sarılınca tüm bunlar aklıma geldi, anlattım. Evet onu ben doğurmadım ama onu o kadar severek ‘ben’ büyüttüm ki kendim doğursam daha ötesi bir sevgi olacağını düşünmüyorum. Gerçekten anne olmak doğurmaktan çok öte bir duygu,; hiçbişeyi yavrunun bi gülüşüne değişmemek, acısıyla içi yanmak, ihtiyacı olduğu her anda elini tutmak, koşulsuzca çok sevmek ve emek vermek. Ben onu çok sevdim, plasentamı değil ama yüreğimi verdim. Onun ‘anne’si benim.

Bu hikayeyi niye mi kurguladım?? ‘Anne’ liğin doğurmadan da yaşanılabileceğini; hayatını değiştirebileceğiniz yüzlerce annesiz çocuğun, yetimhanelerde bi umutla sizi bekleyen yüzlerce şanssız doğmuş meleğin olduğunu size bi hatırlatayım dedim. İsteyen herkes, her şartta ve yaşta ‘anne’ olabilir, yeter ki istesin. Nice, sokaktaki hasta, aç köpeğe, kediye, nefes alan her canlıya annelik yapan yüce gönüllü insan var ve dünya onlarla güzelleşiyor. Bunu hisseden, hissettiren tüm annelerin gününü kutluyor, onlara sevgilerimi yolluyorum.

Dr. Figen Demir Kardeş (Hunili Doktor)