İnsanlığın eşitlik ve sosyalizm mücadelesine ışık tutan ve yol gösteren Büyük Ekim Devrimi bugün 103 yaşında.

1917 yılının 7 Kasım günü (eski Rus takvimiyle 25 Ekim), Rusya’da işçi sınıfı ve onun müttefiki yoksul köylülük iktidarı ele geçirdi.

Emperyalist ülkelerin dünya halklarına tarihsel bir yıkım yaşattığı Birinci Dünya Savaşı sırasında iyice yoksullaşan, ekonomisi çöken, nüfusunun büyük bölümü cahilliğe mahkûm edilmiş büyük bir ülkenin kaderini emekçi halklar eline aldı.

Bolşeviklerin öncülüğündeki emekçilerin Rusya’da iktidarı taçlandırdığı Ekim Devrimi, tüm kazanımları anımsanarak 103 yıldır tarih sayfalarındaki yerini koruyor.

Yeniden sosyalizm için mücadele etmedikçe eldekileri korumanın bile imkanı yok.

Yazar Aydın Çubukçu, Ekim Devrimi’nin 100. yılında Evrensel’den Ercüment Akdeniz ile gerçekleştirdiği röportajı güncelliğini koruduğu için yayınlıyoruz.

Paris Komünü sadece 72 gün sürmüş ve kanla bastırılmış olmasına karşın; işçi sınıfı iktidarının bir fikir olmaktan çıkıp ete kemiğe bürünmesi bakımından muazzam dersler bırakmıştı. Ekim Devrimi ve peşi sıra Sovyet topraklarında sosyalizmin inşasını gerçekleştiren o birkaç on yıl için neler söylersiniz?

İşçi ve emekçilerin hayatında gerçekleşen olağanüstü iyileşme ve çok yönlü değişim kısaca anlatılamaz. En kısa yoldan Sovyet Anayasaları gözden geçirilince gerek maddi yaşam koşullarında gerekse siyasal ve kültürel alanda tek kelimeyle muazzam denilebilecek kazanımlar görülebilir.

Özellikle o günün dünyası için her biri hayal olan, eğitim ve sağlığın tamamen parasız hale getirilmesi, herkese iş ve konut güvencesi sağlanması, yedi saatlik iş günü, tam ücretli yıllık izin, köylüler için sovhoz ve kolhozların kurulması, insanca yaşam koşulları için akla gelebilecek bütün olanakların işçi ve emekçilere sunulması, çok kısa zamanda gerçekleşti.

Yıllar sonra Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerinde “sosyal devlet”  adı altında yarım yamalak uygulanan fakat yine de işçilere önemli kolaylıklar sağlayan her kazanım, Sovyet Devrimi’nin yarattığı hayatın zorunlu bir uzantısıdır.

Bugün Almanya, Fransa, İngiltere başta olmak üzere bütün hakların artık parça parça geri alınması, bugün  sosyalizm diye bir korkunun kalmamasının sonucudur.

Bütün dünya işçi sınıfı, elbette bu arada bizim işçi sınıfımız, eldekini korumanın peşine düşürüldü. Oysa geriye dönüş yok; doğru olan, yalnızca daha ileri gitmek için mücadeledir şimdi. Yeniden sosyalizm için mücadele etmedikçe, eldekileri korumanın da imkanı yoktur

Sosyalizm, -başka bir ifade ile komünist rota- bu kadar doğru idiyse neden SSCB yıkıldı? Belki de bu soru ‘SSCB nasıl kuruldu’dan çok tartışılıyor bugün. Yazılarınızda, konuşmalarınızda SSCB’nin yıkılmasını “reel sosyalizm” tezine yahut eleştirisine bağlayanları şiddetle eleştirdiğinizi biliyoruz. 100. yıl tartışmalarına bakınca, yine “Reel sosyalizm Stalin hatta Lenin’in başlattığı yanlış bir politikaydı” diyenleri duyuyoruz?

Dünyanın bugünkü durumuyla Devrim sonrası dönemin dünyasını karşılaştıralım. En azından, Ekim Devrimi’nin büyük emperyalist savaşı sonlandırmasına baksak bile, şimdi yalnızca barış isteyen herkese kesin bir çözüm yolu göstermiş olması, yanlış mı doğru mu tartışmasını bitirmesi gerekir. Sözde tarihsel materyalizm üzerinden konuşan kimi çokbilmişler, yalnız bugün değil, Ekim Devrimi gerçekleştiği günlerde de bunu “Tarihsel koşullara karşı bir yanlış” olarak görmüşlerdi.

Sosyalist işçi devriminin yalnızca çok gelişmiş kapitalist ülkelerin hakkı olduğunu düşünüyor ve “Rus işçisinin ne haddine” mealinde sözler ediyorlardı. Bunlar aynı zamanda, kendi emperyalistlerinin savaşını desteklerken de Marx’ı tanık gösteriyorlardı. Lenin’in farkı,  Marksizmi “somut durumun somut tahlili” için bir dayanak olarak kullanabilmesi ve devrimi odağında tutan bir düşünce hareketliliğine sahip olmasıydı. Ekim Devrimi’nin güncelliğini korumasının bir göstergesi de bu tartışmaların, sürüp gidiyor olmasıdır.

Çok açık bir biçimde, dünyanın yeni devrimlere ihtiyacı olduğu görülüyor ve sanıyorum Ekim’e yönelik her tartışmada Kautsky ve Bernstein gibi burjuvalaşmış eski Marksistlerin tezlerini hortlatmaya çalışmanın bu bağlamda bir anlamı var.

Peki, sonrasında Stalin’in önderlik ettiği Bolşevik Parti bir dünya devrimi fikrine ne kadar sahipti? Zira bugün çeşitli çevrelerden gelen eleştiriler; Komünist Enternasyonal’in kendi kuruluş felsefesinden yani dünyada devrim yapmak fikrinden uzaklaştığı için çözüldüğünü söylüyor. Ayrıca “Tek ülkede sosyalizmin inşası mümkündür diyenler SSCB’nin de sonunu getirdiler” deniyor…

“Dünya devrimi fikrine sahip olmak” ayrı bir şey bunun için maceralara atılmaya kalkışmak yerine yakaladığın yerden sosyalizmi ilerletmeye çalışmak ayrı bir şey. Elbette Lenin de Stalin de dünya devrimi düşüncesine sahiptiler ve bunu istiyorlardı. Ekim Devrimi gerçekleştiğinde, bütün Avrupa işçi devrimlerinin mümkün ve yakın olduğu bir görünüm sergiliyorlardı. Macaristan işçileri bunu başardı ama kısa sürede yenildi; Çekoslovakya, Finlandiya oldu olacak heyecanı yaratıyor, İtalya’da işçi konseyleri yerel iktidarlar kuruyordu. Ve Almanya… iki yıla yakın bir sosyalist devrim süreci yaşadıktan sonra yenildi.

Bütün bunlar, Dünya devriminin uzak bir düş değil, gerçekleşmesi gündemde olan bir olanak olduğu görüşünü güçlendiriyordu. Ne var ki her ülkede çark aynı yönde dönmedi. Lenin, “Kızıl Orduyu Avrupa’ya sürerek dünyaya devrim götürmek” hevesini taşıyanların Ekim Devrimi’nin mahvına yol açacaklarını gösterdi. Bütün taşkınlıkları serinkanlılıkla durdurdu ve devrimden önce söz verildiği gibi, barışı gerçekleştirdi. Brest-Litovsk Barışını, çarlık Rusya’sının ölçüleriyle bakıldığında “Toprak kaybı ve emperyalistlere verilmiş bir taviz” olarak değerlendirip muhalefet edenlerle savaşı “devrimci savaş” halinde sürdürmek isteyenler aynı çevrelerdi.

Avrupa’da ya da Amerika’da beklenen devrimin olmamasına atıf yapan Ertuğrul Kürkçü, kendisi ile yapılan bir röportajda “SSCB yıkılmasa Marx yanılmış olurdu” dedi. Diyalektik yöntem bunu mu söyler gerçekten?

Çok anlamlı değil bu söz, şimdi Lenin mi yanılmış oldu? Marx böylece biraz önce adlarını andığımız II. Enternasyonal dönekleriyle aynı safa konulmuş oluyor.

60 GRAM TAYINLA SOSYALİZM İNŞA ETMEYİ DÜŞÜNMEK

“Ekim Devrimi Çarlık rejimini yıktı ama kendi kültürünü inşa edemedi” görüşü için ne dersiniz peki? Aslında burada Sovyet devlet aygıtı eleştiriliyor ve Sovyet yönetim anlayışının Çarın baskıcı devlet aygıtına benzediği dile getiriliyor. 

Bu konuda Lenin’in Devlet ve İhtilal adlı eserini yeniden okumakta yarar var. Sovyet iktidarı, proletarya diktatörlüğü teorik olarak nedir, ne hedeflenmiştir ve devrimin devlet anlayışı hangi tarihsel deneyimlerin sonucunda şekillenmiştir, bu soruların yanıtı oradadır. Sonra, iç savaş, ağır kıtlık koşulları, sosyalizm inşasının çetin sorunları ve nihayet faşist saldırıya karşı olağanüstü direnişin yol açtığı büyük yıkım düşünülerek teorinin öngörüsüyle gerçeklik karşılaştırılsın. Bugün oturduğumuz yerden yanılgılardan, yanlışlardan, sapmalardan söz etmek yerine, “60 gram tayınla sosyalizm inşa etmek” ne demek, bunu düşünsek…

SALDIRMAZLIK ANLAŞMASI BÜYÜK DİPLOMASİ MANEVRASIYDI

“Eğer Stalin, Hitler ile saldırmazlık paktı imzalamasaydı direnişin merkezi Sovyetlerde değil Avrupa ülkelerinde olacaktı. O zaman Sovyetler de böyle ağır bedeller ödemeyecekti. Dolayısıyla saldırmazlık antlaşması Avrupa’da komünistleri hem yalnızlaştırdı hem de mecalsiz hale düşürdü. Antlaşma aynı zamanda Avrupa’da faşizmin yükselmesine de neden oldu…” diyenler var. Ne dersiniz bu eleştiriler için?

Sadece sinirleniyorum. Tarih bilmeden, öyle olmasaydı böyle olmazdı şeklindeki kıraathane muhabbetinin bu kadar ciddi bir sorunda hiç yeri yok. Saldırmazlık anlaşması büyük bir diplomasi manevrasıdır ve öncelikle İngiliz, Fransız Amerikan emperyalizmlerinin Hitleri Sovyetler Birliği üzerine sürme planını kısa bir süre için de olsa boşa çıkarmıştır.

İkinci olarak ve en önemlisi, Sovyetler Birliği’ne, korkunç Nazi savaş makinesine karşı hazırlanmak için nefes aldırmıştır. Şimdi biz de aynı telden çalarak, o anlaşma olmasa bugün dünya bin yıl sürecek Nazi imparatorluğunun boyunduruğu altında olacaktı, desek, ne olacak? Boş laflar ve üzerinde konuşulması bile zaman kaybı. Ama bu iddiaların ardında Ekim Devrimi ve sosyalizm düşmanlığının bulunduğundan kuşku duymamak gerekir.

ANADOLU HAREKETİ NEFES BORUSU OLDU

29 Ekim Cumhuriyet kutlamaları vesilesiyle de gündeme geldi 100. yılında Ekim Devrimi. TKP geleneğinden kimi gruplar Sovyet Devrimi’nin Cumhuriyete katkısını öne çıkarırken Kemalist simgelerle komünist sembolleri sentezlemeyi tercih ettiler örneğin. Troçkist gruplarla Marksizmi aştığını iddia eden kimi aydınlar da (Ki bunlar içinde Kürt siyasetinden gelen aydınlar da var) SSCB’nin Kemalizm’le el ele Türkiye devrimci hareketine nasıl zarar verdiğini yazıp çizdiler. Yakalanacak doğru halka ne olmalı sizce?

Anadolu hareketi, Sovyet Devrimi için gerçek bir nefes borusu olmuştur. Dönemin baş emperyalisti olan Birleşik Krallık, Sovyet Devrimi’nin de baş düşmanıydı ve gerek Karadeniz üzerinden gerekse Kafkasya’dan Sovyet Rusya’yı kuşatmak için hazırlıklıydı. Anadolu hareketi, öncelikle bu yolu tıkamıştır.

Kafkasya’da Sovyet etkisinin güçlenmesinde, Kâzım Karabekir kuvvetlerinin önemli payı vardır. Batum’un Bolşeviklere teslim edilmesi bu kuvvetler aracılığıyla gerçekleşmiştir. Lenin’in ve sonra da Stalin’in Kemalist hareket hakkındaki değerlendirmeleri açıktır ve bugün için de değerini korumaktadır.

30’lu yıllardan itibaren tamamen gericileşen ve faşist bir diktatörlük halini alan Kemalist hükümetlerle 20’li yılların Anadolu hareketini özdeşleştirerek Lenin ve Stalin’i karalama çabaları da tümüyle sosyalizme karşı bel altı saldırısıdır.

‘21. YÜZYIL SOSYALİZMİ’ BİR YALAN MASALIYDI

“21. yüzyıl sosyalizmi” tartışmalarıyla bitirelim istersiniz: yıldızı her ne kadar Venezuela’da Chavez’le birlikte parlasa da türevleri oldukça yaygın bu kavramın. Sahi nereden çıktı bu 21. yüzyıl sosyalizmi? İddia edildiği gibi Ekim Devrimi, Marksizm öğretisi 21. yüzyılı karşılamaktan uzak mı gerçekten? 20. yüzyıla ait bir devrim miydi Ekim ve o dosya eski yüzyılla birlikte kapandı mı sahiden?

Aslında bitmiş bir olay üzerine konuşacağız ama madem Ekim’in 100. yılında sosyalizmden bahsediyoruz, ona da değinelim. “21. yüzyıl sosyalizmi”, liberal bir masaldı.

Her şeyden önce, mevcut devlet mekanizması korunarak kurulmaya kalkışılacak bir sosyalizmin acıklı bir karikatür olmanın ötesine geçemeyeceğini gördük. “21. yüzyıl sosyalizmi” büyük kitlelerin, işçi ve emekçilerin sosyalizm isteğini, parlamenter bataklıkta boğmaktan başka bir şey değildir. Genel oy, elbette devrimci bir araç olarak kullanılabilir ve onun kanıtladığı güce dayanarak tarihsel bir dönüşüm için adım atılabilirdi.

Ancak bu gücü mevcut sistemin, burjuva-kapitalist düzenin reformlar yoluyla iyileştirilmesi ve daha kabul edilebilir hale getirilmesi için kullanmaya kalkışanlar, sonunda ona tam olarak teslim olmaktan, bizzat kendileri koltuklarına oturdukları kirli burjuva siyasetçilerin rolünü üstlenmekten kaçınamadılar. İktidarı halka, doğrudan doğruya halk meclislerine, Rusya’daki adıyla Sovyetlere devretmek yolunda hiçbir niyet taşımıyorlardı.

Sovyet Devrimi, bir devlet teorisine dayanıyordu; bu yalnızca bir teori değil, bir programdır ve sosyalizmin inşasına başlamak için tek yoldur. Bu olmadan üretim araçlarının mülkiyeti konusunda herhangi bir adım atılamaz… Bırakalım bunu, en başta sağlık ve eğitim konusunda, sosyal haklar ve ücretler konusunda bile en basit burjuva karakterde reformlar bile yapılamamıştır. Neresi sosyalizm bunun?

Bütün dünyada yakın bir dönemde “21. yüzyıl sosyalizmi” kavramının ortaya çıkışına yol açan şey kitlelerin talep ve özlemleriydi. “21. yüzyıl sosyalizmi” bir yalan rüzgarıydı geldi geçti, ama o büyük özlem ve ihtiyaç hâlâ yaşıyor. Şimdi, bu canlı ve güçlü beklentinin gerçekliği açısından 100 yıl öncesinde işçi ve emekçilerin neyi başardığına dönüp baktığımızda, Ekim Devrimi’nin geçmiş değil gelecek olduğunu bir kez daha kuvvetle söyleyebiliriz.

Editör: TE Bilisim