Eylül’ün bende bıraktıkları;

Demir atınca denizlere, kanar mı diye çok baktım maviliklere! Bir damla kan göremedim, oda benim gibi kanıyor ama akmıyor olmalıydı. Belki de sen kurtarırsın beni, tut ellerimden denizim ol. Boğulma hissi korkutuyor beni. Daldıkça derine susuyorum. Aslında tüm susuzluğum sendin, ama anlamıyordun. Konuşmaya başlayınca sarmaş dolaş olurdu cümlelerimiz, farklı düşünürdük ama aynı duygular dökülürdü ağzımızdan. Usulca okşayıp yanaklarını, sesimi bırakıp gidiyordum ve sen duymuyordun. Ve sen ilk sustuğumdun, ama bunu da görmüyordun.

Mısralarda yer alışını kutluyor kelimeler, içimde amansız büyüyor yokluğun, meğerse ne çok eksiliyor zaman ellerin yokken, mekânsızdım ve hiçbir şey sen yokken yerine oturmuyor. Ayakta yoruluyor bazen cümleler, bir kucak açsan diyorum. Açamadığın kucağına zorla geçip oturuyorum. Düşünmeye başlıyor emekliye ramak kalmış hafızam. Bende kalarak nasıl gittin anlamış değilim. Hala bitmeyen kazı çalışmaları yüreğimde, söke söke paramparça bıraktığın anılar. Şimdi hangi gece gözlerin gibi tüter, hangi gürültü bozar sessizliği, hangi devrim içimdeki cumhuriyete bir son verir?

Şimdi mevsim yine sonbahar, hiç yazılmamış mutlu bir son bizimkisi. İçimde alabora olmuş kırıntılara takılıyor dizlerim; düşüyorum ılık rüzgârlara. Saçlarımı okşuyor karanlık, dilimde yaşanmışlıkların acımtırak tadı. Çarpınca başımı sonsuzluğa kusuyorum tüm acıları, yavaşlıyor kalbimin atışları, soluk alıp vermeleri azalıyor ciğerlerimin. Bütün anıları topluyorum şehrin kaldırımlarından, seni çıkartıyorum ortalığa dağılmış şiirlerden, sonra tüm mevsimlerden siliyorum varlığını, zamansız ol istiyorum.

Kirli bir peçete gibi buruşturup atıyorsun çığlıklarımı, susturuyorsun yine tüm ayaklanmış duygularımı!

Hafızımda kalan tek çılgınlıktı oysa aşk. Ve mutluluk Eylül akşamında bir geceye denkti, farklı tatları bir ağaçta yetiştirme adına garip bir işe soyunmuştuk, mevsimde sen’di hani.

Yalnızlık çiftleşince biz doğmuştuk, ama çok uzun yaşayamayan prematüre bir aşktı bu, şimdi sadece kelimeler arasında büyüyor sevdan

Hani kaçarak geldiğimden, kalabalıktan, olmazlardan, kurallardan, yasaklardan, koşarak gelip varamadığımdı gözlerin.

Olsun, bakmakta güzeldi. 

Sen yürürdün, ben yol almak isterdim. Sen bakardın, ben manzaran olmak isterdim. Sen susar’dın, ben sustuğunu sanırdım susadığını değil. Bazen de ayrı duygular barındırırdık işte. Zıt kutuplar birbirini çekermiş ya, eskiler yanlış söylemiş olamazdı diye düşünürdüm zaman zaman. Bilemezdim beklemenin çaresizliğini. Yoksa beklerken daha da mı büyüyordu aşk?

Bir çığ gibi üzerime düşüşünü izliyorum. Beyaz bir karanlığa gömülüyor gözlerim. Yalanların arasında kendi doğrularını arıyordun, bulamıyordun, karanlıktı her yer, hiçbir fener seni doğru kapıya götürmüyordu, sen çizmeyi biliyordun, bense çizdiğin yolda sarhoşken yürümeyi.

Kaç saatlik yolların ötesinden bakıyordu gözlerin, mevsim miydi böyle üşüten, kaç koyu muhabbette terk ettin bizi ve ben yine odamdaki tuvali hüzne boyadım.

Daha önce hiç kimseye kullanılmamış sözler yeterdi geçmişte kalmana, sustukça bağırdın, bağırdıkça sustun, tutamayacağın sözler verdin, boyundan büyük laflar ettin, zaten cennetteki yasak meyve kadar tuzaktın bana.  

İçimden hep bağırmak gelirdi ama ben susardım, sense sen susturdun sanırdın. Geçmişe bakılırsa susarak sevmişim, hep sana susuz kalarak.

Oysa ben âşıksa susan, değilse çok konuşan herhangi biriydim sadece ve terk edilmemeliydim.

Editör: TE Bilisim