Eğitim yaşantılar yoluyla, deneyimleyerek, gözlemleyerek, deneme-yanılma yoluyla bireyde değişmeler yaratma ve aklın eğitilmesi sürecidir.
Eğitimde özgürlüğün kurumsal ortamı mı sağlanmalı, yoksa zorunlu bir şekilde finanse edilen ve yönetilen bir şey mi olmalı? Bu soru siyaset felsefesinin en eski sorularından biridir.

Bütün bu tartışmalardaki temel mesele oldukça basittir: Çocuğun gözeticisi aile mi, yoksa devlet mi olacaktır? Her bilgi kendi içinde hata ve yanılsama tehlikesi içerir. Eğitim, bilginin bu iki cepheli sorununu göğüslemek durumundadır.

Zorunlu ve devlet kontrolünde bir eğitime karşı olanlar; her insan biricik olduğu için resmî eğitimin en iyi türünün her insanın kendi özel bireyselliğine uygun olması gerektiğine inanır. Her çocuk farklı zekâya, istidada ve eğilime sahiptir. Bu yüzden eğitimin adımlarının, zamanlamasının, çeşidinin ve tarzının en iyisi, bir çocuktan diğerine büyük ölçüde farklılaşacaktır. Bu yüzden eğitimin en iyi türünün bireysel eğitim olduğu iddiasındalar.

Zorunlu eğitimi savunanlar temel tezi nedir; zorunlu eğitim uygulaması sayesinde toplumdaki her birey, modern toplum yapısına adapte olması için gerekli olduğu düşünülen bilgi ve becerilerle donatılmakta; uyması gereken davranış kuralları ile toplum içindeki yerini, hak, ödev ve sorumluluklarını öğrenmektedir. Kurumsal, rasyonel ve standardize edilmiş bir eğitim olan zorunlu eğitim, toplumun her kesiminden insanın vatandaşlık kimliği ile bütünleşmesini ve tarih şuuru kazanmasını sağlar.

Şimdi zorunlu eğitim, neden zorunludur, bu soruya bir cevap arayalım. Zorunlu eğitimin ile üretim ilişkileri arasında nasıl bir bağ vardır? Üretim ilişkilerinde sistemli bir değişiklik yapmadan toplumsal bir dönüşüm ve yeni insan modeli oluşturulabilir mi? Zira bütün toplum için hayati bir önem arz eden zorunlu eğitim ile üretim ilişkileri arasında bağ, bizim tahmin ettiğimizden çok daha büyük bir önem arz eder.

XVIII. yüzyılda Batı Avrupa'da kişi başına gelir, aynı dönemde Hindistan, Afrika ya da Çin'in kişi başına gelirinden sadece yüzde 30 daha yüksekti. Ne var ki, bir yüzyıldan biraz fazla bir süre, bu oranı tanınmayacak şekilde dönüştürecekti. 1870'te sanayileşmiş Avrupa'da kişi başına gelir, dünyanın yoksul ülkelerindekinin on bir katıydı. Sonraki yüzyılın gidişatı

İçinde bu sayı beş kat arttı ve 1995 'te elliye ulaştı. Günümüzde en zengin ülke ile en fakir ülke arasındaki fark tam 185 kattır. Uluslararasındaki eşitsizlik fenomenini yakın tarih kökenlidir ve son iki yüzyılın bir ürünüdür. Yani yaklaşık olarak zorunlu eğitimin Avrupa'da başladığı tarihle paralellik arz eder.

İktidar mekanizmasının en önemli dönüşüm aracı eğitimdir. 18.yy'ın 2.yarısında önce Prusya'da zorunlu eğitime geçildi. Avusturya, Fransa, İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri de Prusya'yı takip etti. Hükümdarlar, çocuklarını okula göndermeyen velileri hapse atıyordu. Sanayi devrimi ile açılan fabrikalarda üretilen ürünlere geçer not verme uygulaması başladı. Kalite kontrol standartlarını geçemeyen ürün başarısız kabul ediliyor, ya yeniden üretime gönderiliyor ya da çöpe atılıyordu. Bu görüş baz alınarak öğrencilerin de okul ve okul sisteminin dar kriterleri tarafından denetlenip notlandırılmak üzere eğitim ve sosyalleşmenin seri üretim hattına dizilmiş ürünleri olarak görülmeye başlandı. Ve öğrencilerin sınav kâğıtlarına not verme uygulamasına ilk olarak 1792 senesinde Cambridge Üniversitesi'nde William Farish isimli bir öğretim görevlisinin teklifi üzerine başlandı. William Farish hakkında çok şey bilmiyoruz ve sanırım onun ismini duymuş olanlar bir avuç insandan fazla değildir.

Fabrikasyon eğitim sistemi çocukların yeni endüstri toplumuna kusursuz bir biçimde hazırlanmasını sağladı. Böylece çocuklar küçük yaşlardan itibaren endüstriyel toplum yapısına uyacak şekilde yetiştirilecek ve fabrika sisteminin gerektirdiği disiplini benimsemeleri kolaylaşacaktı. Eğitim müfredatında okuma-yazma, matematik, fizik, edebiyat, hatta felsefe bile vardı. Ama örtülü müfredat temel olarak üç şey öğretiyordu: Her şeyi zamanında yapmak, itaatkâr olmak ve verilen görevi düşünme zahmetine girmeden ezbere tekrarlamak.

Peki, geleceğin dünyasında eğitim ve okulların durumu nasıl bir hal alacak? Uzun vadede bilgisayar teknolojisi muhtemelen öğretmenlerin kariyerlerine yavaş yavaş son verecek. Zira okullar matbaanın ortaya çıkardığı bir yeniliktir ve basılı yayınlar önemini muhafaza ettikçe okul da ayakta kalacaktır. Öğretmenler yüzyıllarca matbaanın meydana getirdiği bilgi monopolünün bir parçası olageldiler ve şimdi bilgisayar çağında bu monopolün yok oluşuna şahit olacaklar.

Fabrika Bacası Çağı'nda Forbes'in en zenginler listesinde oto ve çelik üreticileri, demiryolu patronları, petrol devleri vb. olurdu. Şimdi en zenginler listesinde bilgisayar, yazılım, sağlık, medikal ürünler, dijital iletişim patronları var. Başka bir çağa girildi.

Asıl merak edilmesi gereken; 'Dijital Otokrasi Çağ'ında üretim araçlarını elinde tutan küresel sermaye, huzursuzluk ve bireysel özgürlüğün bastırılması kıskacındaki modern bireyi, nasıl bir eğitim modeline hazırlıyor…

Kaynaklar:
Alvin Tofler : Üçüncü Dalga
Edgar Morin: Geleceğin Eğitimi İçin Gerekli Yedi Bilgi
Maria Montessori: Çocuk Eğitimi
Murray N. Rothbard: Özgürlüğün Etiği
Neil Postman: Teknopoli
Zygmunt Bauman: Bireyselleşmiş Toplum

Editör: TE Bilisim