Kendimi takdir etmem, onu sevmem, saymam, fark etmem uzun sürdü halen daha tam olarak da yapamıyorum maalesef. Fakat en çok bu şefkati kendime yapmam gerektiğini anladım. Bu bağışı kendime yapmam gerekiyormuş. Kendimize yapmamız gerekiyormuş. Her duyguyu düşünceyi geldiği gibi algılamam gerekiyormuş.

En sıkışıp kaldığımız anda kendimize sığınıp ona muhtacız. Yardım etmeye çabaladığımız her an da kendimizin yardımı verebilecek şartta olması gerekiyor.

Bir kitapta okumuştum, insan her ilişkisine – ister arkadaş ister sevgili – bavullarıyla gelir diyordu. Bu bavullarda geçmiş yaşanmışlıklar varmış, her insandan her olaydan aldığımız dersler. Ya bunlarla beraber şekillendiğimizi ders aldığımızı fark edip kabullenip geliyormuşuz ya da o bavulları bir ömür her yerde sırtımızda bizi kambur edercesine taşıyormuşuz. Basit ama yanlış yerden bakılırsa karmakarışık.

Geçmişimizden vazgeçmiyoruz kambur olmak istemediğimizde. Ondan ders alarak, kendimizi cezalandırmayarak kendimize kızmayarak sadece fark ederek her duyguyu hissi dimdik duruyoruz, dolayısıyla kambur da olmuyoruz. Düşünsenize o kadar bavulu sırtınızda taşıdığınızı. Yaş ilerledikçe artan yükler. Bir de bu yükü her hayatımıza girene, her hayatımızda olana yansıtıyoruz.

Halbuki insanın kendi yanında olması gerekiyor, kendine yük olması değil. İlla geçmişin acısını ne kendinden ne de başkasından çıkarması değil. Açın o bavulları, korkuları sevinçleri, hüzünleri, güçlü yanlarınızı zayıf yanlarınızı, hepsi sizin. Fark edin. Kabul edin.

O bavulların içindekiler zayıflık değil bence, bize özgü şeyler, bizden birer parça, beni ben yapanlar. Hiçbir hissi; iyi ya da kötü reddetmeden fark edin. Bunların hepsi beni ben yaptı, beni değiştirdi.

Bunları bir yük olarak değil de beni evrikten, olmak istediğim kişiye adım adım yaklaştıran basamaklar olarak ya da o yolun asfaltı olarak kullanmak varken o kadar yükü neden sırtlanalım?

Hataları görmek, fark etmek doğruyu bulabilmek için en basit yoldur. Bu hataları görmek, doğruyu ispatlarıyla fark etmemi sağlıyor, ders çıkarmamı. O hatalı doğrunun yolundaki basamaklar olduğunu kabul ediyorum ve kendime kızmıyorum artık.

Eskiden kendime çok kızardım, kendimi aşağılar bazense ona söverdim. Son zamanlarda bakıyorum da kendime saygı duyar, kendimi sever, sarar olmuşum. Ne de iyi yapmışım. İyileşiyorum.

İyileşiyorum dediysem de hastaydım değil aslında, her kendime iyi davrandığım gün, kendim için güzel bir şey yaptığım gün, kendime bir bağış yaptığım gün, yeni bir şeyler öğrendiğim gün daha da iyiye gidiyorum, iyileşiyorum diye saymak isterim ben.

Doğru açıdan ve dinginlikle bakıldığında hayata aslında iyileşiyoruz. Bunu ben en çok bilinçli farkındalık meditasyonu/mindfulness meditation ile başarabildim ve öğrendim.

Bu evrede kendime daha çok güvendim, kendime küsmemeye çalıştım, her daim ona sevgi gösterme çabasına giriştim. Ne oluyor biliyor musunuz? En iyi dost kendisi insana, bu oluyor. Bunları fark ettim. Artık gelen her duygu düşünce seçtiğim sürece hayatımda kalıyor. Yaşamam gerekiyorsa o an yaşıyorum o duyguyu, düşünceyi ve sonrasında akıp gidiyor.

Öfke geliyor bazen, yaşanıyor, ağır hissettiriyor, yerine ait olmadığını fark ettiğimde uzaklaşıyor. Sevgi geliyor bazen, yaşanıyor, hafifletiyor bazense yetmiyor fazla geliyor geri çekiliyor, bazense ait hissettiğinde kalıyor. Üzüntü geliyor, yaşanıyor, ders veriyor.

Her duygu öyle ya da böyle gelebiliyor. Ne küçümseyebilir ne de haddinden fazla büyütebilirim onları. Sadece onlara nasıl bakmam gerektiğini öğrenmem gerek. Yavaş yavaş anlıyorum da sanırım.

En çok da kendimi takdir etmem ve sevmem yer edindi bende sanırım yaklaşık son 2 senedir. İyiki diyorum. İyiki.

Editör: TE Bilisim