Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm,  Türkiye’de yaşanan zorla kaybetmelere ilişkin gerçeklerin ortaya çıkarılması, faillerin cezalandırılması ve kaybetme olaylarının önlenmesi amacıyla Araştırma Önergesi verdi.

Gülüm; “Türkiye’de zorla kaybetme suçu çoğunlukla siyasi muhaliflere, Kürtlere, solculara devlet güçleri veya devlet tarafından açık ya da gizli biçimde desteklenen güçler tarafından uygulanmış;  gözaltı, tutuklama, kaçırılma sonrasında bu kişilerin akıbetinden haber alınamamış, varlıkları yasadışı bir biçimde ortadan kaldırılmış ve bir hukuk öznesi olarak ispat edilemediği için kişiler yasal korumadan mahrum bırakılmıştır.

Bu kayıplara ne olduğuna ilişkin hukuki ve vicdani bir hesaplaşma gerçekleştirmek, siyasi sorumluları açığa çıkarmak, toplu mezarların insan onuruna yakışır biçimde açılmasını sağlamak, naaşları, kimlikleri tespit edilerek yakınlarına teslim etmek, faillerin yargılanmasını sağlamak ve hakikati ortaya çıkararak kayıp yakınlarının adalet arayışlarını sonuçlandırmak amacıyla Anayasa’nın 98'inci ve İçtüzüğün 104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince bir Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederim” dedi.

Önergenin tam metni şu şekildedir;

 GEREKÇE

Zorla kaybetme suçu siyasi muhaliflere, farklı etnik veya dini gruplara veya sistem karşıtı gruplara karşı devletlerin bizzat kendi kolluk güçleri veya desteklediği güçler aracılığıyla uyguladığı insanlık dışı yöntemlerden biri olmuştur. Suçun mağdurları, akıbetlerinden haber alınamadığı ve bir hukuk öznesi olarak varlıkları ispat edilemediği gerekçeleriyle yasal korumadan mahrum edilmiştir. Kaybedilen insanların çoğunun işkence görerek ortadan kaldırıldıkları tahmin edilmektedir. Zorla kaybetme ilk kez 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’nda yaygın olarak kullanılan bir devlet şiddeti olarak ortaya çıkmış; sistem muhaliflerini, Yahudileri ve diğer azınlıkları hedef almıştır. Daha sonra sistematik bir yok etme yöntemi olarak Latin Amerika’da, Guatemala’da, Brezilya’da, Şili’de, Peru’da, Arjantin’de ve birçok yerde uygulanan ağır bir insanlık suçu olmuştur.

Türkiye’de de kişileri zorla kaybetme 12 Eylül 1980 darbesiyle olağanüstü hal koşullarında baş göstermiş ve 90’lı yıllarda da sistematik bir devlet şiddeti olarak uygulanmıştır. Gözaltı ve tutuklamalardan sonraki kayıp vakaları 1990 yılından itibaren çoğu OHAL bölgesi ilan edilen Kürt illeri başta olmak üzere her yıl artış göstermiştir. Kayıpların gözaltına alındığı çoğu kez güvenlik güçleri tarafından inkâr edilmekte, bu kayıpların başka kimselerce kaçırıldığı iddiasına başvurularak güvenlik güçleri cezasızlık politikalarıyla koruma altına alınmaktadır.

İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı gibi örgütler kayıpların sayısına ilişkin verileri kayıt altına alsa da Türkiye’de kayıpların gerçek sayısına ulaşmaya imkân verecek resmi veriler mevcut değildir. İHD Kayıplar Komisyonu’nun hazırladığı son rapora göre 1990’lardan günümüze değin gözaltına alındıktan sonra kaybolan insan sayısı 940’tan fazladır.

Tespit edilen 253 toplu mezarda ise 4 binden fazla kişinin gömülü olduğu düşünülmektedir. Ancak özellikle OHAL bölgesinde kayıp yakınlarının tamamının resmi başvuruda bulunmadığı düşünüldüğünde gerçek sayı çok daha fazladır. Olayların gerçek boyutlarının çok daha korkunç olduğu ve çok geniş bir coğrafyada yüzlerce toplu mezarda gömülü kimliği belirsiz kayıp kişinin olduğu tahmin edilmektedir. Zorla kaybetme suçu birden fazla mağdur yaratmakta, ölenlerin, kaybedilenlerin yakınları ve ailesi umutsuzluk ve belirsizlik içinde süresiz bir ruhsal acıya maruz bırakılmaktadırlar. Gözaltında öldürülenlerin cenazelerinin yakınlarına verilmemesi, kayıpların kendilerine ait bir mezarlarının bulunmaması, ailelerin kayıplara ilişkin hiçbir bilgiye ulaşamaması büyük bir travma yaratmaktadır.

Türkiye’de kayıp yakınları 27 Mayıs 1995’ten beri Cumartesi İnsanları olarak her hafta bir gün Galatasaray Meydanı’nda ve Diyarbakır’da Koşuyolu Parkı’ndaki İnsan Hakları Anıtı önünde nöbet tutarak zorla kaybedilen yakınlarının bulunması ve faillerin cezalandırılması çağrısında bulunmaktaydılar. Ancak özellikle 2016’dan sonra siyasi iktidar çeşitli bahanelerle yakınlarının ve faillerin bulunmasını talep eden Cumartesi İnsanlarına yönelik baskıcı politikalara başvurmuş, Diyarbakır'a kayıp yakınlarının oturma eylemleri yapmasına, Cumartesi İnsanlarının simgeleşen Galatasaray Meydanı’na girmesine hatta çiçek bırakmasına dahi izin vermemiş, haklarında gözaltı kararları almıştır.

Barışın toplumsallaşmasının bir ayağı da kayıpların akıbeti ve nerede olduklarının tespit edilerek kamuoyuyla paylaşılmasıdır. Kişileri zorla kaybetme olayları, devletin bu olaylarla yüzleşmeme ısrarı ve faillerin cezasız bırakılması kayıp yakınlarının ötesinde halkın bütününü ve onun geçmişle ilişkisi etkilemekte, kalıcı bir barışın yaratılmasını engellemektedir. Özellikle kişileri zorla kaybetmenin siyasi bir silah olarak kullanılması suçun faillerinin cezalandırılmayacaklarını kesin olarak bilmeleri yüzündendir.

Zorla kaybetme; yaşama hakkını, işkence yasağını, kişi özgürlüğünü ve güvenliğini ve kayıp yakınlarının gerçeği bilme hakkını ihlal eden ağır bir insanlık suçudur. Dolayısıyla Türkiye’nin de bu olaylarla bir an evvel yüzleşmesi, kayıplara ne olduğunun ortaya çıkarılması, kayıp yakınlarının yaşadığı belirsiz sürece son verilmesi, siyasi sorumluların açığa çıkarılması ve faillerin cezalandırılarak kayıp yakınlarının adalet taleplerinin karşılaması amacıyla Meclis Araştırması açılması elzemdir.

Editör: TE Bilisim