Türkiye’de Aile Hekimliği Sistemine geçişle birlikte Hekimlerin çalışma hayatında büyük değişiklikler yaşanmıştır. En köklü değişiklik de 657 sayılı Devlet Memurluğu kanuna tabi olan doktorların sözleşmeli personel yapılmasıdır.  Yine devlet hastanelerinde 4924 sayılı Kanuna göre istihdam edilen sözleşmeli personeller bulunmaktadır.

22.05.2003 tarihinde kabul edilen 4857 sayılı kanuna göre “Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir”. İlgili yasada da görüldüğü gibi bazı hekimler ve sağlık çalışanları aslında işçileştirilmişlerdir. Bu yeni sistemde çalışan hekim grubu, üretici bir özelliğe sahiptir ve yeni yöntemlerle iş yapmaktadır. Ayrıca bu yeni işçilerin çoğunun vasıf seviyesi oldukça yüksektir. Elbette yeni sistemde değişen tek şey doktorların yasalar karşısındaki pozisyonları değildir.

Çalışan, yöneten ve devlet üçleminin, belirli bir sistem olmaksızın sağlıklı ve uzun soluklu ilerleyebilmesi mümkün değildir. Oluşan yeni düzen kendi iç dinamikleri gereği oluşturduğu aktörlerle uyumlu bir birliktelik kurmak zorundadır.

Bu zorunluluğu Hegel’in “Efendi-Köle İlişkisi” kavramı ile de destekleyebiliriz. Hegel, ‘Efendi köleye muhtaçtır. Köle olmazsa efendi, efendi olmazsa köle olmanın anlamı yoktur’ ifadesiyle konuya açıklık getirmiştir.

Devlet, sendikalar, işverenler, çalışanlar ve dernekler çalışma ilişkileri sisteminin doğrudan ve dolaylı etkisi olan kurum ve kuruluşlardır. Temelde çalışma ilişkileri üçlü oluşumu ifade eden bir yapıya sahiptir ve işverenler ve temsilcilerini, çalışanlar ve temsilcilerini ve devlet yetkilileri gibi üçüncü taraf kurumlarını içerir. Fakat sağlıkta dönüşümle birlikte geleneksel anlamda çalışma ilişkilerinin tarafları olan sağlık çalışanları, yöneticiler ve devletin yeni ve farklı işlevler edindiği görülmektedir.

Demokratik kitle örgütleri (Ülkedeki hekimlerin en büyük ve tek çatı örgütü olarak TTB gibi) Çalışanların haklarını tanımladıkları ve talep ettikleri için önemlidirler. Bu anlamda DKÖ leri adaleti temsil etmektedirler. Devletin baskıcı bir gücü olamaz. Hatta toplu pazarlık mekanizması sorunsuz bir şekilde işletiliyorsa devletin müdahalesi de gereksizdir

Demokratik kitle örgütleri, hekimler ve yönetenler arasındaki güç eşitsizliğini ortadan kaldırmak için önemli görevler üstlenmişlerdir. Meslek örgütleri ve sendikalar çalışma hayatının barışı ve sosyal taraflar arasındaki iletişim açısından zorunlu kurumlardır. Çalışma koşulları ve kurallarının belirlenmesinde rol alarak, koşulların iyileştirilmesini sağlamak, çalışanların hak ve çıkarlarını korumak, elde edilen gelirin paylaşımında iş gücünün payını korumak ve artırmak gibi temel konularda önemli rolleri mevcuttur.

Yöneticileri ile sağlık çalışanlarının farklı hedefleri olacağından, olası bir çatışma kaçınılmaz gibi görünmektedir. Taraflar arasındaki çatışma, hekimlerin daha iyi ücret ve çalışma şartları isteği ile yönetenlerin çıkarlarını maksimize etme istekleri arasındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Çatışmanın nereden kaynaklandığı veya nasıl ortaya çıktığının önemli olması kadar nasıl çözülebileceğine odaklanmakta önemlidir.

Sistemin içinde farklı çıkarları bir araya getiren, tüm çalışanların kabul edebileceği hedeflere yönlendiren sabit, müzakere edilmiş düzenlemeler olmalıdır. Yöneticilerin çatışmayı yok sayma ve tehdit olarak algılayarak sindirme yönündeki görüşüne karşılık, çoğulcu anlayış ile bütün tarafların katılımıyla çatışmayı yönetmenin değişik yolları ve kuralları tartışılmalıdır. Bu kurallar toplu görüşme ve pazarlık ile elde edilmektedir ve kararlara katılım anlamına gelmektedir.

Taraflar arasındaki çalışma ilişkilerini sadece ekonomik ya da siyasi eylemle açıklamak yeterli değildir. Öyle olsa kapsamlı bir çalışma ilişkileri anlayışı söz konusu olamaz ve çalışma ilişkilerinin boyutunu etkilerdi.

Çalışma ilişkilerinin gelişimini sağlayan diğer faktörler; istihdamın sektörel farklılaşması, ideolojik ve siyasal gelişmeler, yönetim ve insan kaynakları politikaları ve özellikle sosyal taraflar arasında çatışmanın artması, çalışma ilişkileri sisteminin yeni boyutlar kazanmasını sağlamıştır.

Sağlıkta çalışan-yöneten ilişkilerinin en önemli aktörlerinden birisi hekimlerdir. Hekimler bir hizmet üretmektedir. Sağlık çalışanlarının ürettiği güç bir emek gücüdür. Buradaki güç kelimesi, sağlık çalışanlarının üretim kapasitesini ifade etmektedir. Sağlık çalışanlarının hak ve menfaatlerini maksimize edebilmelerinin tek yolu bu emek gücünü ne oranda ve hangi doğrultuda kullandıkları ile ilgilidir.

Bireysel olarak hekimler eğer;

• Kolaylıkla yeri doldurulamayacak özelliklere sahiplerse

• Üretim sürecinin hayati bir noktasında çalışıyorlarsa

• Üretim sürecini kolaylıkla aksatabiliyorlarsa

• Üretim sürecinde belirsizlik yaratabiliyor ve bu belirsizlikle mücadele edebilme kapasitesine sahiplerse yöneticiler göre daha güçlü olacaklardır.

Sorunun etkin ve adil çözümü için, istihdam ilişkilerinin tüm boyutlarıyla incelenmesi; sosyal aktörler arasında eşitlik, adalet ve demokrasinin tesisi; sağlık, sosyal, güvenlik, refah artışı, emeklilik, katılım gibi konularda çalışan temsilci örgütlerinin sürece katılımı kaçınılmaz bir zorunluluktur.

İstihdam koşulları ve sürekliliği, ücretlerin düzenlenmesi çalışanlara belirli bir gelirin garanti edilmesi, uyuşmazlıkların önlenmesi, çatışma veya çekişmelerin azaltılması ve uyumlu ilişkiler geliştirilmesi için sağlık çalışanlarının karar alma süreçlerine katılımları mutlak bir gerekliliktir.

Editör: TE Bilisim