Medya unsurları, siyasi ve dini içerikteki söylemler ve kültürel yargılar neticesinde kadın; aşağılanan, değersizleştirilen, tecavüzcüsüyle evlendirilen, kız çocuk doğurdu diye itilip kakılan, çocuk yaşta zorla gelin olan, şiddet gören, tecavüze uğrayan, aldatılan, zekasından çok güzelliğiyle prim yapan ve erkekleri yalnızca fiziksel özellikleri ile etkileyeceği düşünülen bir cinse dönüşüyor.

Türkiye’de kadınlık durumu dünyaya gelmekle kazanılan salt bir cinsiyet değil, toplum tarafından bahşedilen, reva görülen; yargılardan, kurallardan ve tabulardan oluşan bir bütündür. Bu topraklarda doğmuş olup da “kızın var mı derdin var”, “saçı uzun aklı kısa”, “eksik etek”, “karı gibi kırıtma”, “elinin hamuruyla erkek işine karışma”, “kadının yeri evidir” ve daha birçok gerici ve eril zihniyet ürünü cümleler duymayanımız yoktur. Kadın hayatı boyunca attığı kahkahanın desibeline, giydiği eteğin kaç karış olduğuna, eve girip çıktığı saate, karşı cinsten olabildiğine uzak durmaya dikkat etmek durumundadır.

Zaten çocuk yaşlardan itibaren hamarat ve eşinin sözünden çıkmayan bir eş ve çocuklarını yetiştirmek konusunda birinci derece sorumlu bir anne olmak yegane kadınlık misyonu olarak her gün kendisine dikte edilen çoğu kadın, toplumun, eşinin ve çocuklarının beklediği bu rolleri ve mesleki hedeflerini bir arada götürmeye çalışmaktadır. Birçoğu ise toplumun ve ailesinin ona biçtiği iyi bir eş ve anne olmaya dayalı toplumsal cinsiyetinin gerektirdiği hedefler uğruna ideallerinden vazgeçerek çalışma hayatından kendini soyutlamak zorunda bırakılmaktadır. Bakanının bile kadınlar iş aradığı için işsizlik oranı yüksek dediği bir ülkede; kadının çalışma koşullarının iyileştirilmemesi, kadın çalışana düşük ücret uygulamaları ve yönetici pozisyonlarda yöneticiye yer verilmemesi gibi ayrımcı istihdam politikaları neticesinde kadın çalışma oranının bu vahim değerlerde seyretmesi pek de sürpriz sayılamaz.

İktisadi alanda geride kalmasının yanında kadının gördüğü fiziksel zorbalık da 2021 yılında azalmak bir yana geride bıraktığı seneye oranla gözle görülür bir artışa uğramıştır. İnsanların ve kadın örgütlerinin geçmiş yıllara göre kadına fiziksel şiddet, duygusal ve psikolojik istismar olaylarına daha fazla reaksiyon göstermesi, atağa geçmesi ve bilinçlenmesine rağmen; kadına karşı duyulan öfke bir nebze azalmamış, erkeğin ve hatta kadınlar da dahil toplumun bilincine kara bir leke gibi işlemiş kadının değersizleştirilmesi ve bunun doğal sonucu olarak katledilmesi oranları artmaya devam etmiştir. Bu durumun çeşitli parametrelerden beslendiğini söylemek mümkündür: Toplumun mensubu olduğu dini kuralların insanlar tarafından keyfi ve eril güç lehine yorumlanması insanları kadını ikincil görmeye itmiştir.

Televizyonlardaki tek tip kadın fetişizmi reelde kadınların bilinçaltına inceden inceye işliyor olacak ki, 15 yaş üstü çocuk ve kadınlar bütçelerini güzelleşmek uğruna kozmetik ürünlerine yatırmak suretiyle ve indirimli bakım ürünlerini takip etmek gayesiyle yaşamaktadır. Hal böyle olunca da kitap almayı gereksiz bir yatırım olarak gören kadın topluluğu, son moda kozmetik ürünleri ve kıyafetleri tercih ederek sosyal ağlarda ve televizyonda kendisine dayatılan güzel ve çekici kadın modeline ulaşmak için birbiriyle yarış haline girmiştir.

Diğer taraftan güçlü kadın modelinden ziyade şiddet gören ya da aldatılan, kocası, ağabeyi, erkek arkadaşı veya babası tarafından öldürülen kadın karakterler insanlar tarafından daha çok rağbet görmekte ve senaristler-yapımcılar bu tür karakterleri dizi ve filmlerde işlemeyi daha çok tercih etmektedir.

Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde , medya unsurları, siyasi ve dini içerikteki söylemler ve kültürel yargılar neticesinde kadın; aşağılanan, değersizleştirilen, tecavüzcüsüyle evlendirilen, kız çocuk doğurdu diye itilip kakılan, çocuk yaşta zorla gelin olan, şiddet gören, tecavüze uğrayan, aldatılan, zekasından çok güzelliğiyle prim yapan ve erkekleri yalnızca fiziksel özellikleri ile etkileyeceği düşünülen bir cinse dönüşüyor. Üstelik bu yalnız erkekler için değil kadınlar için bile yerleşmiş bir kabul halini alıyor.

Kadına bilerek ya da bilinçsizce dayatılan bu kültürel bariyerlerle baş edebilmek için kadının çalışma hayatındaki yeri arttırılmalı, girişimciliği desteklenmeli, kzı çocuklarının eğitim hakkı konusunda devlet pozitif yükümlülükler üstlenmelidir. Ayrıca medyaya toplumdaki cinsiyet algısını kontrol etme gücünü kadın lehine kullanması için gerekirse ödüllendirici ve teşvik edici birtakım uygulamalar hayata geçirilmelidir. Aksi takdirde kadın bedenini ve namusunu kendi mülkü sanan ve bıçak kemiğe dayanınca eşini, çocuğunu, sevgilisini katletmeyi kendisine bahşedilmiş bir özgürlükmüş gibi kullanan canileri ve bunun yanında tecavüzü, katliamı, şiddeti hafifleterek kadına yapılan insanlık dışı muameleyi anlayışla karşılayan karar mercileri hayatımızın daimi bir unsuru olarak kalmaya devam edecektir.

Editör: TE Bilisim