Dünya olarak neredeyse 1 senedir öyle bir dönemden geçiyoruz ki aslında nasıl delirmemişiz şaşırıyor desem doğru olabilir. Aslında kendimizi öncelikle tebrik ederim derim ben.

Bravo, gerçekten!

Tebrikler, sevgili okurum!

İyi değilsin belki fakat yine de günlük “normalini” yapabiliyorsun.

Yapamıyorsan da sakın kendini suçlama. Kötü hissediyor olman çok normal. Zihnimizin, düşüncelerimizin, duygularımızın sınandığı dönemlerdeyiz. Belki koronavirüsünden, belki de başka bir hastalık ya da olaydan sevdiğin, tanıdığın, ya da senin yaşlarında birini kaybettin, ölümünden haberdar oldun; bunlar seni etkileyebilir, bunlar bizi etkiler.

Belki de o kişiyi son kez göremedin ya da seni yaşıt olduğunuz için bu durum endişelendirdi. Aslında hiç kimsenin bir şey bilmemesi de cabası bu yorgunluk, gerginlik, bıkkınlık durumlarına bence. Yani aşı mevzusu da belli değil tam olarak kesin bir yanı yok, yararlılık olarak ne kadar süre geçerli onu da bilmiyoruz.

Bilmediğimiz çok şey var aslında.

Uzun bir süre boyunca evlerimizde kapalı kaldık, halbuki insan denen varlık yalnızlığa, buna zorlanmaya, bu kadar izole edilmeye alışkın bir canlı değildir.

“Bir kahvenin tadını, bir insanın sesi değiştirebilir. Berbat bir günü bir insanın yüzü güzelleştirebilir. Acı bir haberi bir insanın sözü hafifletebilir. Mutlu bir ânı bir insan daha mutlu yapabilir. İnsan, insana lazımdır. Ama insan insana.”

(Bu sözün kime ait olduğunu bulamayışımdan ötürü sizlerden af diliyorum. Bilen ya da bulabilen varsa geri dönüt beklerim.)

Bir insana sarılabilmek, dokunabilmek, yüzünü maskesiz görmek, öpmek, aynı odada 2 metre arasız bulunabilmek, savunduğumuz kavgamız mücadelelerimiz için greve gitmek yürüyüşler yapmak, şehir dışına gitmek bile hep lüks olmuş durumda.

Kötü hissetmeye, yorgun hissetmeye haklısınız, haklıyız!

Pandemi hayatımızın ortasına oturmuş ve bizi parmağında çeviriyor, inançlarımızı sorgulatıyor. Şiddet görenlerin, şiddet gördüğü evde kalmasını zorluyor, evde kalıp güvende kalamıyorlar. O evde ölüyor insanlar. Ya gerçekten ya da artık beyin ölümü ile.

Aklımızın son noktalarına değindiğimiz anlar oluyor belki de. Nereye baksak ölen, ölüyor olan insan görebiliyoruz hem de dün çok sağlıklı iken, o insanları görmesek bile sevdiklerimize bakıp endişe duymamak bile çok büyük bir lüks oldu. Ya kaparsam? Ya onlar bulaşırsa? Diye düşünmekten makineler yanmaya yüz tuttu. İnanın eski normale nasıl dönebiliriz artık bilmiyorum. Son 1 senedir endişe, korku, bilinmezlik hayatımızın ortasına duruyor.

İnsanlar fiziksel olarak insanlara ihtiyaç duyuyor.

Geçen gün son 2 aydır görmediğim akrabamı gördüm ve ikimizde negatif sonuçlarımıza rağmen “sarılabilir miyiz?” tedirginliğindeydik.

Hepimiz yorulduk. Kaçmak istiyoruz belki de yalnız olmak istiyoruz isteğimizle. Öfkeden, kapanmaktan, kapatılmaktan, sorumluluklardan, acıdan kaçmak istiyoruz. Kısıtlandığımız için yapamıyoruz.

Biraz da aslında Avrupa ülkelerinde gördüğüm durum insanlar ne kadar korksalar da hayatlarına öyle ya da böyle devam ediyorlar, tatile gidenler bile var önlemlerini alıp. Belki bundan 1 sene sonra daha rahat olabilir alanımız dünya olarak bilemiyorum.

Bildiğim tek bir şey var, anladığım diyeyim, o öfkeyi, sorumluluğu, kötü hissi, sıkılmaları alıp oturmamamız gerektiği. Nerede olursak olalım, eğer sokağa çıkma yasağınız yoksa açık havada yürüyün! Kesinlikle bunu yapın. Havayı içinize çekin. Doğanın farkına varın. Sokağa çıkma yasağı olan bir yerde iseniz, takın kulaklıklarınızı ve en sevdiğiniz şarkıya kan-ter içinde kalana dek dans edin derim!

Delilik mevzusunu hep şakaya vuran biriyimdir, hatta araştırmalarımda da rastladım ki; delilik ile dahilik ince bir çizgi ile ayrılıyormuş. Yani ya delireceğiz bu pandemide ya delireceğiz. Başka türlü çıkamayacağız bu serüvenden. Bırakın “mantıklılığı” ve “deli gibi” dans edin, bağırın, o yükü atın üstünüzden, nefes nefese kalana kadar koşun dışarıda, ciğeriniz çıkıyormuş hissedercesine pedal çevirin.

Yaşadığınızı hissedin hem de tam o olarak bu an’da.

Bunu korona döneminde ölen her insana borçluyuz, bu an’da yaşamaya.

Editör: TE Bilisim