HÜSEYİN BAKAY: MATRİX 4 (BİR DİRİLİŞ ÖYKÜSÜ)

Wachowski kardeşlerin efsanevi üçlemesi yıllar sonra serinin dördüncü filmi ile yeniden ekranlara dönüyor. Matrix’in ilk filmindeki felsefi derinliğe rağmen serinin ikinci ve üçüncü filmlerinde yaşanan düşünsel savrulma karşısında hayal kırıklığına uğrayan bir sinemasever olarak (Wachowski kardeşler kaynaklı bir senaryo açmazı mı, yoksa Budist felsefedeki cehaletim mi, tam emin değilim ) heyecan içinde yeni filmi beklemekteyim. 

Filmin konusunu hatırlayacak olursak, Thomas Anderson (Neo) saygıdeğer bir yazılım şirketinde çalışan, vergi ödeyen, ev sahibine yardım eden, uygulamalar yazan bir bilgisayar programcısıdır. Thomas Anderson'un olağan hayatında yaşadığı hayat aslında bir aldatmacadan ibarettir. Gerçekte, insanları tükenmez bir enerji kaynağı olarak yetiştiren, harmanlayan yapay zekâlardan oluşan bir sistemin insan beyninde yarattığı, devasa yanılsamaya Matrix denilmektedir.

Mopheus bilgisayar programcısı Thomas Anderson’a bu yanılsama dünyasına dair yaptığı açıklamada "Matrix" her yerdedir. O her yerde. Hatta burada, bu odada. Pencereden dışarı baktığında, televizyonu açtığında gördüğün şey odur. İşe gittiğinde, dua ettiğinde, vergilerini ödediğinde onu hissedersin. O senin gözlerine bağlanan ve seni aslında bir köle olduğuna, hakikate kör eden dünyadır. Neo, diğer bütün herkes gibi sende zincirlerinle, koklayamayacağın, dokunamayacağın, göremeyeceğin bir hapishanede doğdun, bir zihin hapishanesinde. Bir hapishaneden daha kötü olan şey, bir zihin hapishanesidir; içinde olduğunu bilmez, bu yüzden de kaçma isteği duyamazsınız. Böyle bir hapishanenin içinde olan bir insan, özgür bırakıldığını nasıl anlayabilir ki?

Matrix yanılsaması pek çok yönden Platon’un ünlü ‘Mağara Alegorisi ’ne benzer.  Platon Mağara Alegorisinde: Bazı insanlar karanlık bir mağaraya zincirlenmişlerdir ve bu insanlar başlarını sağa ve sola çeviremezler sadece karşılarındakini görebilmektelerdir. Doğuştan beri bu mağarada bulunan insanlar mağaranın girişinden yansıyan nesnelerin gölgelerini görür ve bunları gerçeklikleri olarak algılarlar. Nihayet bir gün bu insanlardan bir tanesi zincirlerinden kurtulur ve mağarayı terk eder. Mağarayı terk eden bu insan mağaranın dışında yeni bir gerçeklik ile tanışır ve duvarda gölgelerini gördüğü nesnelerin gerçek olmadığının farkına varır. Bunu mağaradaki arkadaşları ile paylaşmak üzere mağaraya geri döner. Mağaradaki arkadaşları ise mağaranın dışında farklı bir gerçeklik olduğuna inanmazlar. Ve bu insanlara mağaranın dışındaki gerçekliği aktarabilmek de imkânsızdır.

Neo, Platon'un mahkûmu gibi, pembe bir mağara bulamacının içinde kabloyla bağlanmış halde uyuyan diğer bihaber mahkûmların görüntüsü karşısında ilk önce korkuya kapılır. Neo şimdi gördüğü şeyin gerçek olduğunu ve eskiden bir düş dünyasında yaşamış olduğunu kabul etmek istemez. İşin aslı, insanların bütün hayatlarını bio-elektrik enerjilerini toplayan ve bilgisayar efendilerine veren bir tüpün içinde geçiriyor olduğudur. Morpheus "Bu insanların çoğu fişlerinin çekilmesine hazır değiller," diyerek Neo'yu teskin eder. Tıpkı Platon'un mahkûmunun mağaranın dışındaki gerçek dünyaya ağır ve acılı uyum sağlama dönemi gibi, Neo'nun iyileşmesi de acılıdır. "Gözlerim neden acıyor?" Morpheus yanıt verir, "Çünkü onları daha önce hiç kullanmadın." Neo, tıpkı Platon'un mağarasından yeni çıkan biri gibi ışıktan rahatsız olur; çünkü hakikati görmek ne kolay, ne de rahat bir iştir. Filmin mesajı, İslam dininin kadim tasavvuf geleneği ve “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.”  hadisi ile örtüşür.

Neo, adını Yunan mitolojisinde düş/uyku tanrısından alan Morpheus’un yol göstermesiyle Matrix’in yanılsamasından kurtulacak ve hakikat çölü’nün içinde yeni gerçekliği anlamaya çalışacaktır.

Sinema sanatının mistik şaheseri Matrix’in dördüncü bölümünde Laurence Fishburne’nin  yer almayacak olması izleyicilerde hayal kırıklığı yaratsa da, sinemaseverlerin beklentisi çok büyük. Daha rafine bir anlatım, dozunda bir aksiyon dileğiyle…

Editör: TE Bilisim