Dün Türkiye'nin pek çok yerinde kadınlar tek ses oldu: İstanbul Sözleşmesinden Vazgeçmeyeceğiz!

Pandemi vuruyor bir yandan, o güzelim Beyrut vuruldu diğer yandan. Hayatı, kendimizi, çocuklarımızı, dünyayı ve geleceği savunuyoruz. Yaşamak istiyoruz! Yaşatmak istiyoruz! Vardık, varız, var olacağız! Yok olmuyoruz, çoğalıyoruz! Buradayız! Güçlüyüz! Asla birbirimizi bırakmayacağız! Asla yalnız yürümeyeceğiz!

Ey yönetenler, bizi duymak zorundasınız. Biz toprağın ve denizlerin kokusuyuz. Biz ağaçlardan çocuklara geçebilen ruhlarız. Kıtlık, yokluk, hastalık ve afetlerden hayatta kalanlarız. Dünyanın en eski ve en yeni insanlarıyız.

Kapitalizmin yaşadığı derin krizin çaresini dinlere sarılarak çözemez; kötülüğünüzü dindarlık kisvesine bürünerek saklayamazsınız. Her krizde olduğu gibi yine iki alandan medet umuyorsunuz: Din ve Aile. Krizin yarattığı zayıflığı bu iki alana saldırarak gizlemek istiyorsunuz. Yüce kavramları arkanıza alarak ibadethanelere saldırıyor; adını “aile değeri” koyduğunuz “ev içi kötülük”ün toplumu teslim almasını istiyorsunuz.

Aya Sofya’yı cami yaptınız. İslam’ın kitabını kutsal kitap, peygamberini peygamber saydığı bir dinin ibadethanesine tasallut ettiniz. Ayasofya’yı cami yaparken Azize Sofya’nın anısına saldırdınız. Tarih boyunca şehr-i İstanbul’u koruyan bu Bilge Kadına tüm inananlar saygı duyardı. MS 537 yılında bu kutsal yapı şehre hediye edildiğinde henüz İslamiyet yoktu. Azize Sofya’nın bilgeliği o dönemde tüm insanlık içindi. 622 yılında Hicretle başlar İslam’ın yayılışı. Ondan önce yapılmış bir tapınak tüm dinler için kutsaldır. Azizeler her dinde azizedir. Bir dinin kutsalını çiğneyerek İslam’ı yüceltemezsiniz. Tanrı dinlerden yücedir. Tanrının sesi dört kitapta da insanlara birbirini ve dünyayı sevmenin, birbirine saygı duymanın, eşit ve adil yaşamanın, kötülükten uzak durmanın şiirini okur. Önce tanrıyı dinleyelim:

“Tanrı Baba, bir sabah uyanınca,
Biz insanları düşündü nasılsa,
Gitti pencereye: "Kim bilir, dedi;
Belki o gezegen yok oldu gitti.
Ama baktı, uzakta, çok uzakta,
Bir köşecikte fır dönüyor dünya.
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı,
Alsın vallahi bir şey anlıyorsam
Bu dünyalıların tutumlarından.

Ey benim minnacık yaratıklarım,
Ak ve kara, donuk ve yanıklarım,
Dedi Tanrı, en babacan haliyle;
Sizi ben yönetiyormuşum sözde.
Oysa, görüyorsunuz, Allah'a şükür,
Benim de sürüyle bakanlarım var,
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı,
Alsın vallahi, çocuklar, bu bakanları
İkişer üçer atmazsam kapı dışarı.

Boşuna mı aşklar* verdim, şarap verdim size?
Güzel güzel yaşayasınız diye.
Nasıl olur da siz benim inadıma
Orduların Tanrısı dersiniz bana?
Ne yüzle adımı alıp dilinize
Top atarsınız birbirinize?
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı;
Alsın vallahi, çocuklar, bir tek
Orduyu kumanda ettiysem bugüne dek.

Şu süslü püslü zibidilerin işi ne
Yaldızlı tahtlar üstünde?
Nedir o kasılmaları, böbürlenmeleri?
Beslediğimiz bu karınca beyleri
Sözden benden kutsal haklar almışlar
Benim inayetimle kral olmuşlar
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı;
Alsın vallahi, benden geldiyse eğer
Sizleri böyle kötü yönetenler.

Hiç bana kızmayın artık, çocuklar;
Temiz yürekli olun, bana yeter.
Sevişin, güle oynaya yaşayın,
Sizi yakar makarım diye korkmayın
Kralına da, yobazına da basın kalayı…
Ama keselim, Allahaısmarladık
Curnalcılar duyarsa yandık
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı
Alsın vallahi, o yüzsüz herifleri
Sokarsam kapımdan içeri.” (1)

dedi Tanrı. İşte biz, yeni insanlar, Tanrının böyle konuştuğuna yemin edebiliriz. Hepimiz kendi kulaklarımızla duyduk. Gönül güzümüzle de gördük. Tanrı böyle konuşuyordu. İnsanlığın kadim dinleri ve yasaları adaletsizliği, şiddeti, tecavüzü ve cinayeti yasaklar.

Toplumu susmaya ikna edebilmek için sahte düşmanlıklara ve karşınızda kendini zayıf hisseden insanlara ihtiyacınız var. Her zamanki gibi önce kadınlara ve çocuklara saldırıyorsunuz. Biliyorsunuz ki, kadınlar teslim olursa toplumun geri kalanını teslim almak daha kolay olur. E. İleen McDonald bu durumu “Önce Kadınları Vurun” kitabında yazmıştı. Bu dünyada “inancın, öfkenin, yurtseverliğin, kadınlığın çelişkiler yumağında şiddetin şiirini yazan kadınlar, direnen, çözülen, düş kırıklığına uğrayan kadınlar”(2) da oldu.

Bizler şiddet istemiyoruz. Zor ve şiddet tarih boyunca zulme karşı bir tepki olarak epeyce kullanıldı. İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler öldü savaşlarda ve devrimlerde. İnsanlık mirası güzelim tarih talan edildi. Sonra insanlık bildi ki, şiddet ile kurduğumuz her bağ yepyeni sandığımız ülküleri cansız ve pörsük, ülkeleri bereketsiz, devletleri baskıcı, hükümetleri kötü, anababaları mutsuz, insanları çaresiz, mahalleleri ıssız, köyleri sahipsiz kılar. Bitkilerin ve hayvanların soyu tükenir. Kutuplar ve okyanuslar kuru gözlerle bakar.

Biz, yeni kadınlarız. Kurtlarla koşan kadınlarız.

Kendilerine Asena diyen kadınlara sesleniyoruz: eğer kadınlık onurları varsa, İstanbul Sözleşmesi mücadelemizde yanımızda görmek isterdik. Dişi kurt olmak ormana, toprağa ve halkına sahip çıkmaktır. Asena olmayı kadınlara erkekler bahşetmez. Asenalar eğer hakikaten kadınlarsa, kadınlık onurlarını takınmak zorundadırlar. Başkanları gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde de olabilir. O zaman yeni bir dalga yükselir, her fikrin kadınları insanlık için bir araya gelebilir. Geçmişte düşman olsalar bile. Ülkü sahibi olduklarını iddia eden insanlar da şunu bilsinler: kurt olmanın gücü milliyetçiliğin tekelinde değildir. Yeni kadınlar, kadim mirasları tarih içinde çalındıysa, onları çalan ve kötü kullananlardan geri almayı da bilir.

Kendilerine dindar diyen kadınlara da sesleniyoruz: kötü hükümetler kötüdür. Kendilerine dindar deyip de kötülük işleyen hükümet dindar değildir; kötüdür. Dindarlık kardeşlik, sevgi, incelik, dayanışma, güç ve zarafet gerektirir. Din böyle emrediyor diyerek köleliği meşrulaştıranlara itibar etmeyiniz. Dini inanç, inanan ile inanılan arasında kurulan mahrem bir bağdır. İnanç insanlara kısıtlı, ikincil, zayıf, kutsal, korunmaya muhtaç olduğunu vâzetmez. İnanç insanı dinlendirir, güçlendirir, tevazu sahibi kılar. Eğer Hak’ka saygınız varsa kendinize de, halklara da, haklara da saygı duymalısınız. Tanrıya inanan kullara eziyet etmez. Hiçbir din bunu emretmez, emredemez. Böyle emirler verenler büyük insanlık ailesinin hakkını ve hukukunu çiğneyenlerdir. Hak’ka karşı gelenlerdir. Sizler hak’kın yanında yer almak istiyorsanız, insanların, kadınların, çocukların haklarını ellerinden almaya çalışanlara inanmayınız. Oy da vermeyiniz.

Kadın toplulukları kurt sürülerine benzer. Kurtlar gibi kadınların da güçlü sezgileri vardır. Kurtlar gibi oyuncu, dayanışmacı, vahşi, dirençli ve sürülerine, yavrularına, sürü içindeki tüm farklılıklara karşı sevecendirler. Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında Clarissa adlı psikanalist ve öykü-şarkı-hikaye derleyicisi kadın şöyle der:

• Kadınlar yirmili yaşlarına gelmeden önce bin kez ölmüşlerdir. Şu ya da bu yöne gitmişler ve engellenmişlerdir. Engellenmiş umutları ve düşleri de vardır.

• Kendin olmak zor, yıpratıcı, tehlikeli ve riskli.
Ama sana dayatılanları yaşamaktansa o riske girmelisin. Unutma: hem kalıp hem gidemezsin.
Görmen gereken her şeyi gör ve dayan.

• Güçlü olmak, kas geliştirip şişirmek anlamına gelmez. İnsanın, kaçmadan kendi tanrısallığıyla buluşması, kendi kafasına göre vahşi doğayla iç içe bir hayat yaşaması anlamına gelir. Öğrenebilmek, bildiklerimize katlanabilmek anlamına gelir. Dayanmak ve yaşamak anlamına gelir.

Bizler dayandık ve yaşadık. Dünya bizler için oluştu ya da yaratıldı. Artık zorba, şiddet dolu, adaletsiz ve sağlıksız bir dünya istemiyoruz. Bizler mücadelelerimizi şiddetsiz yollar, zarif bir isyan, sımsıkı bir inat, derin bir umut ve öfke, yüz yüze ikna, konuşma, resim yapma, toprak-hava-su- hayvan ve tohum koruma ve yazma ile yürütmek istiyoruz.

Artık bizi duyun. Duymazsanız siz kaybedeceksiniz. Biz de kaybedeceğiz. Herkes kaybedecek. Dünyamız kaybedecek. Bizi duyun artık: İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN ve umut dolu İSYAN VE YAS şarkılarımızdan VAZGEÇMEYECEĞİZ!

(1): Pierre-Jean de BÉRANGER - Tanrı Baba Şiiri
http://sub1.farmaupdate.com/siir/p/pierre_jean_de_beranger/tanri_baba.htm
: Eril-cahil şair de Béranger’in şiirinde “Boşuna mı kızlar verdim, şarap verdim size?” olarak geçen “kızlar” sözcüğü, kızların alınıp verilen bir nesne olmaması, kızların çocuk olması, alınıp verilemeyeceği gerçeğinden yola çıkarak devrimci bir dönüşüme uğratılmış; burada kastın olsa olsa “aşklar” olacağı düşünülerek cümle “Boşuna mı aşklar* verdim, şarap verdim size?” olarak değiştirilmiştir.

(2): Kitap Yurdu sitesinde Önce Kadınları Vurun kitabı tanıtımı https://www.kitapyurdu.com/kitap/once-kadinlari-vurun/9337.html

Editör: TE Bilisim