KARANLIKTAN GELEN 2 (ZEMHERİ KURDU)

Bu hafta bütün zamanların en büyük romancısı, F. M. Dostoyevski'nin zihin haritasındaki yolculuğumuz devam ediyor. Yazımızın ağırlık noktası ise psikolojiden ziyade yazarın olgunluk dönemi siyasi eğilimleri olacaktır.

Öfke ve gurur ile karışık kibri, bilincin her türlüsünün bir hastalık olduğunu düşünmesi, kendini suçlarken acılarının azaldığını fark etmesi Dostoyevski'yi hiçbir zaman özgürlüğüne kavuşamayacak bir mahkuma dönüştürmüştü. Ne Çar ne de inancı onu azad edememiştir. Onun zindanı kendi benliğidir, tıpkı Vincent Van Gogh'un 'Tutuklular Çemberi' tablosu gibi.

Sigmund Freud, Dostoyevski ve Baba Katilliği makalesinde; “Dostoyevski, yaratıcı bir sanatçı, nevrozlu bir hasta, bir ahlakçı ve günahkâr bir kimsedir. Dostoyevski, bireyin içgüdüsel istekleri ile topluluk hayatının gereklerini uzlaştırmak için çetin savaşlara girdikten sonra dünyasal ve ruhsal yetkelere (otoritelere) baş eğmek; Hıristiyanların Tanrısının ve Çar'ın önünde eğilerek ve kaba bir Rus milliyetçiliği düşüncesine bağlanmak durumuna düştü. Dostoyevski, insanlığın öğretmeni ve kurtarıcısı olmak şansını tepmiştir. Bu duruma, etkisinde bulunduğu nevroz yüzünden düştüğü söylenebilir.”

Anakronizm batağına düşmeden 'Kurgunun Efendisi'nin yanlışına yanlış demek, onu tüm yönleri ile okuyucuya tanıtmak bizim ana ilkemizdir. Zira Dostoyevski, bütün dehasına rağmen bağnaz bir hristiyan, katı bir antisemitik ve azılı bir Türk düşmanıdır.

Dostoyevski “Yahudi” yerine sık sık “Jid” sözcüğünü kullanır. “Jid” Rusların Yahudiler için küçümseyerek kullandıkları bir sözcüktür. Dostoyevski Mart 1877 sayısında Yahudi Sorunu” adlı makalesinde buna açıklık getirir. “Jid” sözcüğünü belli bir düşünceyi belirtmek için kullandığını, “Jidleşmek, Jid saltanatı” gibi bir anlayışın, eğilimin ve çağın özelliklerinin dile getirildiğini, bu sözcüğü vurguncu, sömürücü anlamda kullandığını belirtir. Dostoyevski: “Bugün Yahudiler ve bankaları her yere, Avrupa'ya ve Aydınlanma felsefesine, bütün medeniyete, özellikle de sosyalizme hâkim durumda. Zira sosyalizmin de yardımıyla Yahudiler, Hıristiyanlığı ortadan kaldıracak, Hıristiyan uygarlığını yok edecekler. O vakit geriye anarşiden başka bir şey kalmayacak. Yahudiler evrene hâkim olacaklar…”

Dostoyevski 'Bir Yazarın Günlüğü' kitabında, Türkler için ağır hakaretler içeren sözler kullanır. Dostoyevski, yapıtlarında dış ayrıntılara pek yer vermeyen bir yazar olarak bilindiği halde, bu yapıtta Türklerin, Bulgar ve Sırp kadınları ile çocuklarına yaptıklarını iddia ettiği işkenceleri en ince ayrıntılarına kadar anlatır, aynı anlatım tutsak Rus askerlerine yapılan işkenceler için de geçerlidir.

Dostoyevski'nin İstanbul'la ilgili görüşleri hayli ilginçtir. “İstanbul er ya da geç bizim olacaktır.” söylemi Dostoyevski'nin sloganı haline gelmiştir. İstanbul'un Ruslar tarafından ele geçirilmesinin nedenlerini kendince yorumlayarak, bu konuya “Günlüğünde” dörtten fazla bölüm ayırmıştır: "İstanbul bizim olmalıdır, Ayasofya'ya haç takılmalıdır, evet, İstanbul Ruslar tarafından fethedilecektir, Türklerden bize sonsuza dek geçecektir. Kısacası, sadece bize ait olmalıdır, sahip olduktan sonra biz bu kente Slavları ve sonra kimi istiyorsak onları sokacağız…"

Bütün bu ifadeler, onu çok seven Türk okurunda derin bir üzüntüye yol açmıştır. Güce tapınma zaafı edebiyatın devini politik bir cüceye dönüştürmüştür.

“Bir Yazarın Günlüğü” dizisi, özellikle ulusal duygularla kaleme aldığı yazıları o yıllarda Rus okurlar tarafından ilgiyle karşılanmıştır. Dostoyevski'yi hatırı sayılır bir okur kitlesine ulaştırmış ve onu ülkesinin sözcüsü haline getirmiştir.

Dostoyevski gibi dehalar bir taraftan insani zaaflarla boğuşurken, diğer taraftan bütün felaket ve ıstıraplara rağmen ruhun ve düşüncenin eşsiz zaferleri olan ölümsüz eserler ortaya koyabildiklerinden saygıyla anılmayı hak ederler. Hem unutulmamalıdır ki, yaratıcı bir biçimde kullanılan insan enerjilerinin toplamına; uygarlık denir.

Editör: TE Bilisim