Halkların Demokratik Partisi Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu; Meclis’te, Ankara’da kentsel ve idari sorunlar ile ilçe ve köylerde çiftçilerin yaşadığı sorunları konu alan basın toplantısı gerçekleştirdi. 

Kerestecioğlu; "Geçtiğimiz günlerde Ankara’da hem kent merkezini hem de kırsalı vuran büyük bir sel felaketi yaşadık. Ve maalesef 4 yurttaşımız hayatını kaybetti. Öncelikle ailelerine baş sağlığı diliyorum" dedi. 

Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu sözlerine şu şekilde devam etti;

Ankara, vadiler boyunca uzanan çok sayıda akarsu ve dereye ev sahipliği yapıyor. Kent merkezinde dahi bugün kendilerini göremediğimiz ancak Hoşdere, Cevizlidere, Kavaklıdere, Bülbülderesi… gibi semtlere, caddelere ismini veren onlarca dere var. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılaşma sürecinde, kentin içindeki çok sayıda dere yer altına itildi. Ve üzerine ulaşım sistemleri, imarlar inşa edildi. O gün bugündür de Ankara en ufak bir sağanakta sellerle boğuşmakta. 

Kentte dikey mimarinin tercih edilmesi, kilometre başına yaşayan kişi sayısını artırdı. Nüfus yoğunluğunun artması daha fazla yol yapımına, asfalt dökümüne ve betonlaşmaya yol açtı. Geçmişte yağışın yüzde 80’i açık araziye düşerken bugün bu oran sadece yüzde 20. Toprağa ve yeraltı kaynaklarına karışamayan su, bugün sellere neden olmakta. 

Peki bu durum Ankara’nın değişmez kaderi mi? 

Mühendis ve su uzmanı olan Hasan Akyar’ın aktardığı bilgilere bakalım:

Ankara’da 1980’lerin sonunda planlanan ve 2025’te kent nüfusunun 5 buçuk milyon olacağını öngeren BAKAY (Büyük Ankara Kanalizasyon ve Yağmur Suyu) projesi vardı.  Ancak geçen kırk yılda Ankara’da çok büyük imar değişiklikleri oldu. Ve artık BAKAY’la Ankara’nın yapısı örtüşmüyor.

O halde yapmamız gereken ilk iş BAKAY projesini revize ederek uygulamaya geçirmek. Elbette bu bir günde yapılabilecek bir iş değil. Hem ciddi yatırım isteyen hem de kısa vadede sonuçlarını görmenin mümkün olmadığı bir iş. Sevgili Ankaralılar, yöneticileri kısa vadeli işler yerine bu projeyi yenilemeye teşvik edecek tek yol, sizin bunu talep etmenizden geçiyor.

Temiz bir çevrede yaşamak, yer altına itilen dereli açıkta görmek hepimizin hakkı. Hakkımızı talep ettiğimizde Ankara’nın kaderi de değişecek.

Konuşmamın başında da vurguladığım gibi sel aslında sadece kent merkezinde değil kırsalda ve tarım arazilerinde de hasara yol açtı. Pazartesi günü Polatlı’nın Özyurt, Adatoprakpınarı, Uzunbeyli köyleri ile Haymana’nın Demirözü ve Gültepe köylerinde çifçileri ziyaret ettik. Bir dokunduk bin ah işittik. 

Özellikle Haymana’daki Demirözü, Kirazoğlu, Ataköy Yamak, Kızılkoyunlu, Kerpiç ve Cihanşah köyleri selden büyük zarar görmüş. Ekili arazilerinin büyük kısmı sular altında kalmış. Böylesi bir felaket ihtimaline karşı normalde ne olmasını beklersiniz? Tarım arazilerinin sigortalı olmasını ve çiftçinin zararını karşılamasını değil mi?

Sigorta var var olmasına da adeta çiftçinin dertlerini katlamak için…

Birincisi çiftçiler hisseli tarım arazilerinin tamamını sigortalayamadıklarını söylüyor. 10 dönüm ekmişse 1-2 dönümü sigortalı. Zararın karşılanması içinse ekili alanın yüzde 20’den fazla zarar gördüğünün tespit edilmesi gerekiyor. Bunun için eksperin derhal gidip raporlama yapması lazım ki çiftçiler kurtarabildikleri ürünlerin hasatını yapabilsin.

Selin üstünden 2 hafta geçmesine rağmen hala eksper gidip raporlama yapmadı. Sigorta şirketleri, çiftçi hasatı yapmak zorunda kalsın da hasarı karşılamaktan kurtulalım diye mi bekliyor? Tarım Kredi Kooperatifi, Bakanlık, Ziraat Odası niçin çiftçiye destek olmuyor? 

Değerli halkımız, çiftçi üretmekten vazgeçerse hepimiz aç kalırız. Ve maalesef ki  sürdürülebilir bir tarım politikasından, planlı üretim desteğinden mahrum olan çiftçiler küskün, üretimden vazgeçmek üzere. 

Polatlı, Özyurt Köyü’nde 58 yaşındaki yurttaşımız kendisinin köydeki en genç çiftçi olduğunu söylüyor. Emeklerinin karşılığını alamadıkları, her yıl daha fazla zarar ettikleri için gençler tarımda gelecek göremiyor ve kente göç ediyorlar.

Köy okulu kapatılıp, taşımalı eğitim sistmenine geçildikten sonra köyde neredeyse genç nüfus kalmamış. Halbuki yurttaşları kentlere değil, tarımsal üretim yapabilecekleri alanlara doğru yönlendirmek, köylerdeki eğitim, sağlık hizmetlerini geliştirmek zorundayız. Sosyal güvence sağlanarak, gelecek kaygıları ortadan kaldırılsa tarımda çalışacak genç nüfus artacak.

Çiftçiler gübreye, mazota, sulamada kullanılan elektriğe gelen zamlara haklı olarak isyan ediyorlar.

Kendi ürünlerine taban fiyat belirlenirken TÜİK istatistikleri, giri maliyetleri belirlenirken reel enflasyon dikkate alınıyor.

Tarımsal sulamada kullandıkları elektriğe önceden yılda bir kez fatura kesiliyordu. Ancak elektrik dağıtım şirketleri özelleştikten sonra her ay 50-60 bin liralık fatura ödemek zorundalar. Oysa sattıkları ürünün parasını ancak hasat sonrasında yılda bir defa alabiliyorlar. Üstelik devlete sattıklarında ödeme aylar sonra yapılıyor, aldıkları para enflasyon karşısında pula dönüyor.

Dertlerini anlatan çiftçiler, uygulanabilir çözüm önerilerini de kendileri sunuyor aslında. Girdi maliyetlerinin düşürülmesi yani gübre, mazot ve elektrikteki verginin kaldırılması, hangi ürünün ekileceğine dair ürün planlaması yapılması ve alım garantisi verilmesi. 

Evet çözümler basit, hayata geçirilebilir. Ancak çiftçinin sorununu çözmek ithalattan, betonlaşmadan, dışa bağımlılıktan çıkar sağlayan iktidar gruplarının işine gelmiyor. İnanın bu durumu çiftçi, köylü, kentli, emekçi, öğrenci herkes görüyor ve iktidara dersini vermeye hazırlanıyor.

Sevgili yurttaşlar, HDP olarak sizin dertlerinizi ve taleplerinizi kendi ağzınızdan dinlemeye, gündemleştirmeye ve çözüm önerileri geliştirmeye gayret ediyoruz. 

Sizin emeğinizi sömürerek yandaşlarını besleyen iktidar da bu çabamızı yakından izliyor. Yanlış anlaşılma olmasın, yakından izliyor derken sizin şikayetlerinizi duyup çözmek için değil. Bize sorunlarınızı anlatmanızı istemedikleri için. Jandarma, ziyaret ettiğimiz köy muhtarını biz köyden çıkar çıkmaz arayarak “Size vekil geldi mi?” diye sormuş. Evet köye kurt inmedi, eşkıya filan da gelmedi. Ankara vekili geldi ve gelmeye devam edecek.

Çünkü HDP, bize oy veren vermeyen 85 milyon yurttaşın temsilcisidir. Köy köy, mahalle mahalle gezecek, halkla buluşacak ve sorunlarını da burada aktarmaya devam edeceğiz. Siz iletin de başka başka vekiller de gelsin ve sorunları çözsünler!

Son süreçte kolluğun kongrelerimize göstermiş olduğu “ilgi” de arttı. Bala ilçe kongremizde, jandarma ilçe binamıza giren çıkanlara güvenlik taraması yaptı. İlçe binamıza gelen araçları durdurarak katılımcılara bir nevi mobbing uyguladı.  Gözaltı, tutuklama, işten atma, her gün düşmanlaştırma politikalarıyla bezdiremediğiniz HDP’lileri bu küçük oyunların bezdirireceğini mi düşünüyorsunuz? Cevabın net bir HAYIR olduğunu sizler de biliyorsunuz.

Kürtler, muhalifler, LGBT’ler, gazeteciler derken sıra mültecilere geldi.

Dünyanın her metropolünde olduğu gibi Ankara’da da göçmenlerin açtığı ve Ankaralılara dünyanın farklı yemeklerini orijinal tarifleriyle  tatma imkanı sunan restoranlar var. Ancak son bir yıldır, göçmen mutfakları polisin yoğun baskısıyla iflasa sürükleniyor.

Saab Restoran da Arap ve Afrika yemekleri hazırlayan, Somali ve Etiyopya asıllı göçmenlerin işlettiği bir restoran. Mayıs ayında polisin söktüğü tabelası geçtiğimiz günlerde demokratik kitle örgütlerinin desteği ile yeniden asılmak istendi.  Ancak Afrika Devletler Birliği'nin bayrak renkleri olan sarı, kırmızı ve yeşil renkler yer aldığı için yeni tabelanın ya kaldırılması ya da boyanması istendi. Ötekileştirecek insan kalmadı, şimdi sıra renklere mi geldi gerçekten?

Ankara Emniyeti’nin hak arayanlara, siyasetçilere, esnafa karşı saldırgan yaklaşımı artık vaka-i adiden.

Kadın Meclisi sözcümüz Ayşe Acar Başaran’ı duvara çivilemekle tehdit edecek kadar ileri gitmişti Emniyet mensupları. Saab Restorana destek olmaya giden milletvekili Mustafa Yeneroğlu da emniyetin saygısız ve saldırgan tutumundan nasibini aldı. Emniyet Genel Müdürlüğü yayınladığı utanç vesikasında, Yeneroğlu hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını ilan etti. Bu sırada Meclis Başkanı’ndan saldırıları kınayan çıt çıkmadı.  Sayın Şentop orada mısınız? Değilseniz neredesiniz? Siz bu Meclis’in ve halkın temsilcilerinin saygınlığını korumakla yükümlüsünüz! Vekil dokunulmazlıklarını talimatla kaldırmak için orada oturmuyorsunuz.

Ankara merkezinde ya da ilçelerinde yaşayan yurttaşlar sağlık hizmetine erişemiyor, sağlık hakkını kullanamıyor. Aslında tüm Türkiye yurttaşları iktidarın sağlık ve ekonomi alanındaki yanlış politikaları sebebiyle artık muayeneye gidemiyor. Herhangi bir yurttaşın kendi istediği bir günde ve kendi istediği hastanede muayene olma şansı neredeyse artık hiç yok!

Örneğin; Çankaya’da oturan bir yurttaş muayene randevu sisteminden Dahiliye muayenesi için kendi ilçesinden çok uzak bir ilçeye, Polatlı’ya gitmek zorunda bırakılıyor; öte yandan  acil müdahale edilmesi gereken hastalar bile hastanelerde yeterli kapasite olmadığı için 3- 4 saat hastane hastane dolaştırılıyor. Bakın daha geçtiğimiz günlerde Ankara’da bir ambulans şoförü kendini Sağlık Bakanlığının önünde ambulansa kilitleyerek bu durumu protesto etti. 

Sağlık emekçisi eylemini hasta haklarını savunmak adına gerçekleştirdiğini söyledi.

Çünkü onkoloji bölümüne götürmek üzere ambulansta taşıdığı hasta için 3 saat dolaşıp yer bulamamıştı! Bizler de Ankara'nın tam merkezinde Türkiye’nin en ileri hastanesi olan onkoloji hastanesi kapatılmasın, şehir hastanesine taşınmasın diye mücadele verdik.

Halen şehir merkezinde erişmesi kolay ve nitelikli hizmet veren hastaneleri kapatmaya çalışan bu sistemi reddediyoruz ve tüm Ankaralıları var olan kamu hastanelerinin ekipmanlarının yenilenmesi ve hizmete devam etmeleri için sahip çıkmaya çağırıyoruz.  

İster öğrenciler için, ister kirada oturanlar için olsun, isterse de ev almak isteyen yurttaşlar için olsun tüm Türkiye’de olduğu gibi başkentte de ciddi bir konut krizi ve karşılanmayan bir barınma ihtiyacı var.

Merkez Bankası’nın son açıkladığı verilere göre Ankara’daki konut fiyatları yıl bazında %130 artarken; Nisan ayında %10 artmış durumda. Öte yandan ekonomik kriz nedeniyle uçan tefe-tüfe oranları kira fiyatlarındaki artışı da etkiledi ve  başkentte yaşanabilir bir evin kirası 3.500- 4000 civarında seyrediyor. 8 Haziran’da Genel Kurul’dan geçen düzenlemeyi Adalet Bakanı duyurup, ev sahiplerinin kiraları 1 Temmuz 2023’e kadar %25’in üzerinde arttıramayacağını söyledi. Aslında bu düzenleme krize bir çözüm değil; yine bir seçim vaadi! 

Piyasayı denetleyip; yaşanan enflasyona bir çözüm bulmak yerine iktidar yine bir düzenleme ile bu sefer hem kiracı-ev sahibi ilişkisinde hem de emlakçılar için bir kayıt dışı ilişkiyi tetikliyor. Önü arkası düşünülmeden yapılan bu düzenleme yerine eğer bir fiyat sabitlemesi yapılacaksa; bu hem ev sahibini, hem kiracıyı düşünerek faturalarda; akaryakıtta yapılmalı ve öğrenciler için devlet yurdu kapasiteleri arttırılmalı. Ve aslında işi sosyal konut yapıp düşük ve orta gelirli insanların ev sahibi olmasını sağlamak olan TOKİ büyük sermaye sahiplerine lüks konut yapıp satmaktan vazgeçmeli. 

Hemen hemen her basın toplantımızda dile getiriyoruz. Ankara’daki üniversitelerde hocalar ayrı, öğrenciler ayrı baskı altında; çoğu zaman şiddete uğruyor diye. ODTÜ’nün kayyum rektörü Verşan Kök 15 Haziran’da 2019 Onur Yürüyüşünde polis şiddetine maruz kalan öğrencilerini korumaya çalıştığı için yargılan araştırma görevlileri Mehmet Mutlu ve Sibel Bekiroğlu’nu görevden aldı.

Bizler tıpkı Boğaziçi direnişinde olduğu gibi bu hukuksuzluklara itiraz eden çalışanların, akademisyenlerin, öğrencilerin tüm ODTÜ bileşenlerinin direnişine destek veriyoruz. 

Özellikle Ankara, Hacettepe ve Orta Doğu Teknik üniversitelerindeki muhalif öğrenciler KYK yurtlarından atıldılar, burs ve kredileri kesildi. Boğaziçi direnişine destek olan öğrenciler, 26 Mayıs günü̈ gerçeklesen ODTÜ Devrim Yürüyüşüne katılan 16 öğrenci, evlerine baskın yapılarak gözaltına alındı ve 6 gün gözaltında tutuldu; ayrıca bu öğrencilerin bilgisayar, hard disk ve telefon gibi cihazlarına el konuldu. Öğrenciler bu yüzden derslerini takip edemiyor; yani eğitim hakları sürekli gasp ediliyor.

Sevgili basın emekçileri, sorunlar çok olunca açıklamamız da uzun sürdü.

Toplantıyı, Evrensel Gazetesi’nde yayınlanan “Çok çalışan çok mu kazanır” başlıklı habere cevap yazan Sincan’dan bir metal emekçisinin sözleriyle tamamlamak istiyorum: “Bir sene boyunca çalıştım, bir tatil yapayım demek yine imkansız! Bir kere maddi olanaktan önce yıllık iznimi kendi isteğime göre bile kullanamıyorum. Resmi tatillerin bağlanması, fabrikanın sayım takvimi ya da taşeronu olduğumuz fabrikanın izin programına göre belirleniyor.

Yani benim tatil planım patronun üretim planına hatta keyfine bağlı. Aksi olsaydı dahi bir tatile gitme imkanım olur muydu? Oğlum Aydın’da üniversite kazandığı zaman onu yerleştirmeye araba kiralayıp gitmiştik. İki gün bir otelde kalmıştık. 2 yıl geri ödemeli kredi ile iki kere denize girip çıkmışlığım var diye tatilden sayabilirim bunu! Önümüzdeki bayram tatilinde de memlekete gidip “Bir annemi göreyim” diyorum. Haliyle çocuklar da benimle gelecek. 3 kişi gidip gelmemizin maliyeti 2 bin 450 TL. Bizim memleket Türkiye’nin bir ucunda değil ya da uçakla gitmeyeceğiz. “Nasıl bu kadar olur” derseniz biraz da bu yazıyı sayıya boğalım. Bayram tatilini bağlarlarsa 3 gün ücretsiz izin kullanmış olacağım, artı olarak da kendi isteğim dışında izin kullanmış olmama rağmen tam çalışma ödeneğim (200 TL) kesilecek temmuz ayından. Burası 650 lira yaptı. 3 kişinin Sivas’a yol parası 900 TL, dönüşü de katıp çarp ikiye, toplam 2 bin 450 TL.  Çok değil bundan 6 ay öncesinin asgari ücreti neredeyse.

Yazının sorusuna dönecek olursam: çok çalışıyorum az kazanıyorum. Ne tatil ne yatırım ne de dışarıda rahatça para harcayabilmek... Yaşayabilmek için çalışıyorum başka hiçbir şey için değil.”

Hayatta kalmak için değil, refah bir yaşam için çalıştığımız, emeğimizin karşlığını aldığımız bir düzeni hep birlikte kuracağız. Daha eşit, daha demokratik, daha güzel bir geleceği örgütlemek için tüm halkımızı 3 Temmuz Pazar günü Ankara Spor Salonu’nda yapacağımız 5. Büyük Kongremize bekliyoruz.

Editör: TE Bilisim