Milyonlarca harften oluşan kelimeler yaratarak peşine düştüğümüz gerçeğin görünür yüzü kişiler olunca, o yüzü ortaya koymak için klavyede resim çizmek meseleyi daha anlaşılır yapabiliyor. 

Politik ve ekonomik çöküş olarak da adlandırılan, içinde bulunduğumuz ‘sermayenin yönetememe krizi’ derinleşirken bırakın yeni bir gelecek ufkunu, düzen, kendi içinde ürettiği entelektüel birikim-şiddete bile tahammül edemeyerek tamamen “rızacı-iknacı” akademisyen ve teknokratlardan oluşan kadrolara teslim olmuş durumunda. 

Sermayenin çıkarlarını ulusun/insanlığın çıkarlarının önüne koyduklarını gizlemek ve yıkımdaki sorumluluklarından kurtulmak adına da siyaseten’ arbirtaj’ yaparak daha büyük trajedilerin sorumluluğundan kurtulmayı ve bundan bile fayda sağlamayı daha ne kadar başarabilecekler ki? 
Dünya için Bernie Sanders, sancılı da olsa, belki, düzenin (kapitalizm) ömrünü uzatabileceklerden biri olabilirdi. Ancak 4 yıl önce yapılan ABD Başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti yönetiminin parti içi ihanetine uğrayarak ona bile tahahammül edilemediğini bize gösterdi. İhanet geleneği bu önseçim döneminde de tekrarlandı ve Sanders bir kez daha parti içinde engellenerek kitlelere bir seçenek olarak bile sunulmadı. 

Aynı şekilde İngiltere’de işçi Partisi’nin Başbakan adayı olarak seçimlere giren Corbyn, seçim sürecini parti içinde öyle ağır örgütlü bir karşı çalışmayla geçirdi ki, kazanması mucize olurdu. Dünyayı etkileyen bu iki ülke, tüm dünyayı etkisine alan ekonomik yönelimin de beşiği. 
Elizabeth Warren ise, Sanders kadar popüler olmayınca parti içinden yediği çelme de fazla gürültü çıkarmadı. Son 50 yıldan bu yana uygulanan ekonomik modelin (neoliberalizm) yanlışlarını gösteren Warren, böyle giderse düzenin çökeceğini anlatan, sistemin mavi yaka ve beyaz yakalı ücretli çalışanlar aleyhine hileli olduğunu savunan ABD Kongresi’nin etkili üyelerinden birisi. 

“Arz ve talep ve “yaratıcı yıkım” sadece ekonomik kavramlar değildir; onlar ilk prensiplerdir.“ diyerek sistemin dış çeperlerine saldıran Warren, American Affairs’a yazdığı yazıda "Merkez en iyi politikanın yapıldığı veya kamuoyunun kesiştiği yer değildir; siyasi faaliyetin tamamen mali seçkinler tarafından yönetildiği ve tamamen piyasaya bağlı olduğu bir yerdir” tespiti ile bile onlar açısından ne kadar korkutucu olduğunu ispatlayarak, partinin sahiplerince yarıştan düşürüldü. Buna bile tahammülleri yok.

Warren daha aday adayı olduğu 2019 yılında aynı dergiye yazdığı yazısında, ABD’nin yabancı ülkelere dayattığı özelleştirme politikaları ile yanlış yaptığını söylerken Neoliberalizmi de sert bir şekilde eleştiriyor: "Serbest ticaretin (Burada kast ettiği neoliberalizm-TD) tüm gemileri kaldıracak yükselen bir dalga olduğunu iddia etmişlerdi. Oysa bu dalga sadece zenginlerin gemilerini kaldırırken milyonlarca insanın boğulmasına sebep oldu." En çarpıcı cümlesinde ise ciddi bir uyarıda bulunuyor: ”Ekonomimizi zayıflatmaya çalışanlara karşı koymazsak, demokrasimizin yok edilmesini seyredeceğiz." 

Son olarak yazının bizi de ilgilendiren bir kısmı var. Warren ABD tarafından ihraç edilen ve içine Türkiye’yi de dahil ettiği ülkelerde uygulanan neoliberal politikaların sonuçlarını eleştirirken bu ülkelerde sistemin lideri besleyen ve sadık kalanların servetini arttırdığı, bununla birlikte iktidara sahip olanların yozlaşmış ekonomi politikalarıyla kendisine sadık kalan sermayeyi beslerken nüfusu da vahşice kontrol altında tutarak iktidarlarını sürdürdüğünü anlatıyor. 

Kuşkusuz kast ettiği kişi Erdoğan. 

O zaman ülkemize gelecek olursak; İktidar için halka, iş başındaki yönetimin uygulamalarının dışında seçenek sunmaya bile gerek duymayan, onu gönderirsek her şey daha güzel olacak diyen ittifak muhalefetinin işi kolay! Düzenin rızacısı, iknacısı rolünün de ötesinde aslında ‘yeni düzenin’ asli sahiplerinden oldukları için sistemin açıklarını kapatmayı görev bilen, eleştiri ve önerilerini ise ”sol” adına yapma cinliği ile gizleyeler ise iki değil bin bir surattan oluşuyorlar ve sistemin nefes almasını sağlayan ana arterlere dönüşmüş durumdalar. 

Solculuk adına ana muhalefet partisi koltuklarında oturarak açtıkları o arterler ki sisteme hala kan taşıyıp, hayat veriyor. 

Biden'in, Warren'in, Sanders'in bile eleştirdiği neoliberal uygulamaları, "IMF ve Dünya Bankası aracılığı ile dayattığımız politikalarla bir çok ülkeyi karanlığa sürükledik, yok ettik" diyerek açıkça ülkemizin adını veren sistemin kalbindeki bu siyasetçiler gerçeğin bir bölünü de olsa yazıp-anlatırken, IMF ve DB politikalarını uygulanması için yasa çıkaranlar (Kemal Derviş), bunun uygulamasını yapan teknokratlar (Faik Öztrak) ve bu kirli yasaları uygulayanları başarılı bulanlar (Selin Sayek Böke) CHP'nin ekonomi politikasını oluşturacak koltuklarda oturuyorlar! 
Bunları unutur, unutturursak ‘cari!’ siyasetin dışında konumlanma şansımız olmaz. 

1- 24 Ocak ekonomi kararları da denilen ilk neoliberal saldırı tohumlarının atılıp yeşertilmesi için yapılan 12 Eylül darbesi ile 12 Eylül 2010 ve 2017 yılında yapılan Anayasa refarandumları arasındaki illiyet bağını görebilmeliyiz. (Bu konuda Prof. Dr. Oguz Oyan hocanın Sol’daki "12 Eylül'den Tayyip devrine" başlıklı yazısını okumanızı öneririm.) 


2- 1994 yılında dönemin iktidar ortağı SHP’nin de (Murat Karayalçın) imzacıları arasında olduğu AB Gümrük Birliği anlaşması ile 1999-2000 yılları arasında Kemal Derviş’in IMF ve DB adına dayatıp çıkarttırdığı 15 günde 15 yasa ile AKP hükümetinin 2008 yılına kadar itirazsız uyguladığı IMF politikalarının uyumu zincirin halkalarını bütünleyen uygulamalardır. 
3- Türkiye’de Ak Parti tarafından uygulanan Mülksüzleştirme Yönetiminin yanında, Ak Parti'nin nasıl muhalifsiz hale getirilip halkın çaresiz ve umutsuzluk içinde bırakıldığı gerçeğini tartışabilmeliyiz.

Muhalefetin prestij medyalarından Birgün gazetesi ile Halk Tv ise CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke’nin kısa vadeli arbitraj (değer yaratma değil değer yakalama) için sarf ettiği “Türkiye’deki bütün kaynakları rantla yemiş olan 5 şirketten bahsediyorum. Ne müzakeresi yapacağız? Müzakere falan yok. ‘Bunlar artık kamunundur’ diyeceğiz ve devam edeceğiz” sözlerinden yola çıkarak, 'arbitraj'cıları solcu olarak pazarlamaya çalışıyorlar!

Bunun, Hürriyet’in Tansu Çiller için attığı ‘Sarışın güzel kadın’ manşetinin bir benzerinden başka bir değeri yok elbette. Güya 'sol'u besleyen, gerçekte ise 'sol'dan 'beslenen' prestij medyalarının ahmakça yönetilmesi, bunlara köşe yazısı yazdırıp ekran açarak finansallaşmış kapitalizmin maskeli yüzlerinden kamulaştırmacı solcu üretmeye aracılık ediyor. 
Son paragrafı CHP kurultay delegelerine ayırmazsak haksızlık etmiş olurum! Benim yanılgım şu oldu: zannediyordum ki Belediye başkanlarının ‘himmeti’ ile yazılıp kurultay delegesi sıfatı ile salona girseler de, partinin ve ülkenin kaderini değiştirmek adına yeteri kadar imza verecek cürette bir grup delege çıkar, CHP ve ülkeyi bitirecek politikaları CHP yönetimi koltuklarında oturarak uygulayanları yönetimden tasfiye eder. 

Buna göz yumup ve dolayısıyla katkı yaparak daha büyük bir tradejinin sembolü olarak parti tarihinde yerinizi ayırttınız. Bunu da söylemiş olalım.
24. Dönem Adama Milletvekili.

Editör: TE Bilisim