Kemal Derviş, COVID-19 salgını kontrolsüz de-globalizasyon (küreselleşmenin tersine dönmesi) ile sonuçlanabileceğini, dünyanın sadece COVID-19 krizini değil, daha genel olarak felaket senaryolarını nasıl ele alması gerektiği konusunda ileriye dönük bir plan ortaya koymasını gerektiren yol haritasına ihtiyacı olduğunu belirtti.

Project Syndicate sitesinde Brookings Enstitüsü Kıdemli Üyesi ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı yöneticisi ve ekonomiden sorumlu eski devlet bakanı Kemal Derviş ile görüştü. Derviş soruları yanıtlarken önemli noktalara değindi:

  • Bir ülkede COVID-19’u yok etmenin tek yolu onu her ülkede yok etmektir.
  • COVID-19 krizi, dünyanın bu riski bilmesi ve görmezden gelmesinin dramatik bir örneğidir. İklim değişikliği için de aynı şey söylenebilir.
  • Küresel sistemin sadece iklim değişikliğini değil, aynı zamanda biyolojik-terör, siber saldırılar veya yapay zekanın yanlış kullanımını da içerebilecek riskler karşısında kırılganlığını gösterdiğini ifade eden Derviş röportajında daha iddialı bir iklim eylemi şarttır diyor.

Project Syndicate‘de yayınlanan röportajın bir bölümünü yayınlıyoruz.

Tam olarak; kurallara dayalı çok taraflılığın devre dışı bırakıldığı bir dönemde, siz ve Sebastián Strauss kısa bir süre önce “COVID-19’dan kaynaklanan korku ve kayıplar belki de daha iyi bir küreselleşme modeli geliştirmeyi teşvik edecektir.” ifadesini kullanmıştınız. Bu ne kadar muhtemel? En son PS yorumunuzda da “Sınır ötesi sorumluluk, pandemi felaketinin yol açtığı en büyük zorluk olacak” ifadesine yer vermiştiniz. 

Bu nedenle COVID-19 salgını kontrolsüz de-globalizasyon (küreselleşmenin tersine dönmesi) ile sonuçlanabilir mi? Böyle bir sonuç nasıl önlenebilir veya en azından hafifletilebilir?

COVID-19 salgını kontrolsüz de-globalizasyon ile sonuçlanabilir mi?

Strauss ve benim ortak görüşümüze göre salgın iki şekilde sonuçlanabilir.

Birincisi, küresel bağımlılık konusundaki korkuların yanı sıra “yabancılara” bağımlılığı azaltarak ülkelerin kendisini koruma içgüdüsü derinleşir. İkinci olarak da büyük güçlerinin liderleri böyle bir şüphe ve suçlamaya yenik düşerse kriz dünyayı derinden bölebilir. ABD Başkanı Donald Trump’ın COVID-19’u “Çin virüsü” olarak adlandırma konusunda ısrar etmesi bu yaklaşımı yansıtıyor.

Ancak pandeminin daha fazla uluslararası işbirliğine yol açabileceğini beklemek için nedenler bulunmaktadır. Ayrıca, aşılar, tanı yöntemleri geliştirmeyi amaçlayan benzeri görülmemiş düzeyde açık bir bilimsel işbirliği görüyoruz. Japonya ve Çin –genellikle rakipler– hızla birbirlerine cömert bir şekilde yardım teklif ettiler. ABD ve Çinli liderler bile 26 Marttaki bir telefon görüşmesinde karşılıklı destek sözü verdi!

Bu işbirliği gelişmekte olan ülkelere de yayılmaktadır. Aslında, gelişmiş ekonomiler bu kriz esnasında,  yoksul ülkelerin muazzam ihtiyaçlarını ihmal ederse, gelecekte yönetilmesi çok zor olan derin bir öfkeyi teşvik edeceklerdir. Ayrıca, virüsün hali hazırda bulunduğu zengin ülkeler de dahil olmak üzere, küresel olarak ek enfeksiyon dalgalarına yol açacaktır.

Nobel ödüllü Robert Shiller ve tartışma yaratan kitabı “Narrative Economics”.

Felaket senaryolarına karşı planımız nedir?

Çin’deki son gelişmeler göz önüne alındığında, ülke içi bulaşıcılık neredeyse ortadan kayboldu. Ancak sınır kontrolleri gevşemeye başlar başlamaz yeni “ithal” enfeksiyon vakaları bildirildi. Bu, bir ülkede COVID-19’u yok etmenin tek yolunun onu her ülkede yok etmek olduğunu göstermektedir.

Acilen ihtiyaç duyulan husus ise; dünyanın sadece COVID-19 krizini değil, daha genel olarak felaket senaryolarını nasıl ele alması gerektiği konusunda ileriye dönük bir plan ortaya koymasını gerektiren yol haritasıdır. Nobel ödüllü Robert Shiller “Narrative Economics” kitabında tartıştığı gibi; hikâyelerin nasıl hızla yayıldığı, günümüzde popüler hikayelerin ekonomik davranışları ve beklentileri nasıl etkilediği büyük önem taşıyor.

Bahsi geçen hususlar genellikle kişiliklerle bağlantılıdır. Etkili iletişimciler sundukları verilerin güvenilir rakamlar olmasına dikkat ederler ve onları yaygınlaştırmada özellikle başarılıdırlar. ABD’de New York Valisi Andrew Cuomo, “dünya çapında alınan sıkı önlemler devam etmelidir ve diğer eyaletler de alınmalıdır. İçinde bulunduğumuz bu süreç uluslararası bilimsel ve küresel işbirliğinin neler başarabileceğini gösteren çabayı desteklemede önemli bir rol oynayabilir.” diyor

COVID-19 salgını ve iklim değişikliği

Siz ve Strauss, COVID-19 salgınını, iklim değişikliğiyle birlikte ele aldınız. Her ikisi de “bilinen olasılık dağılımlarına dayanan geleneksel maliyet-fayda analizinden kaçınmak ve mahrumiyeti azaltmak için sert önlemler lehine çağrıda bulunuyor” ifadesini kullandınız. Fark, elbette COVID-19’da etkilerini hemen göstermesidir, oysa iklim değişikliği konusunda bu sert önlemlerin sonuç vermesi için çok geç olabilir. ABD, İngiltere ve Rusya da dahil olmak üzere birçok büyük ekonomi COVID-19 önlemlerini geciktirdikleri için mücadele ederken ağır bedeller ödemeye devam ediyor.

COVID-19 krizi, dünyanın bu riski bilmesi ve görmezden gelmesinin dramatik bir örneğidir. İklim değişikliği için de aynı şey söylenebilir. Bilim bize 2°C’nin üzerinde küresel bir sıcaklık artışının, tüm gezegeni etkileyebilecek potansiyel yıkıcı riskleri taşıdığını söylüyor. İklim konusunu pandemi ile aynı aciliyet seviyesinde ele almak mümkün olmayabilir ancak COVID-19 krizi, kısa vadede en arzu edilen –ve çok ihtiyaç duyulan– iklim dengesini küresel bir tartışmaya teşvik edebilir.

Bu elbette, kısa vadeli verimlilik konusundaki tüm düşünceleri bırakmamız ve sadece sağlıklı bir sisteme odaklanmamız gerektiği anlamına gelmez. Bu durum ekonomik ve politik olarak sürdürülebilir olmaz ve dolayısıyla zarar verici bir mekanizma oluşturacaktır. Ancak COVID-19 krizi, küresel sistemin sadece iklim değişikliğini değil, aynı zamanda biyolojik-terör, siber saldırılar veya yapay zekanın (A1) yanlış kullanımını da içerebilecek riskler karşısında kırılganlığını gösterdi.

Daha iddialı iklim eylemi şart

Maalesef, belirli afetlere verilen tepkiler ve önlemler, riskleri daha geniş bir şekilde azaltmaktan ziyade bu tür afetlerin tekrarlanmasını önlemeye odaklanma eğilimindedir. 11 Eylül 2001 saldırısından sonra ABD’deki terör saldırıları karşısındaki önlemler (Havaalanı güvenliğinin en üst düzeye çıkarılması ve diğer tedbirler) çok geniş bir perspektife sahip değildir.

Her risk alanı özel politikalar gerektirecektir. Bu durumda daha iddialı iklim eylemi şarttır. Bu küresel erken uyarı mekanizmaları, paylaşılan önleyiciler ve onarıcı tedbirler bir kriz başladığında hemen devreye alınacak durumda olmalıdır, önceden kararlaştırılmış görev paylaşımı yöntemleri ve kritik bilgilerin otomatik değişimi dahil olmak üzere gelişmiş uluslararası işbirliğini gerektirecektir.

Editör: Haber Merkezi