Henüz ilkokuldayken karar verdim öğretmen olmaya… Okuma yazmayı ilk öğrendiğim an, arkadaşlarımı sıraya dizip onlara tahtaya yazdıklarımı öğretmeye çalışmak, ödevlerine yardım etmek en güzel oyundu benim için. İdealim hiç değişmedi ve 24 yaşında, doğunun bi köyüne atanmış, benden hayatı öğrenmeye hevesle gelmiş, sulanmayı bekleyen 20 çiçeğin annesi, öğretmeni olmanın gururunu taşıdım.

Geceleri bebeğim Ayşe'ye sarılıp yatacak kadar çocukken, hayatın gerçekleri saçlarımı okşayarak beni bir günde büyüttü. O köyde doğmuş, muhtemelen köyünde doğup ölecek olan anacığının anlattığı kadarıyla dünyayı tanımış o saf, küçük, merak dolu yüreklerin dünyaya açılacağı tek kapı olmanın sorumluluğu nedir, insanı nasıl bir günde yaşlandırır, yaşamayan bilemez…


Günlerim çocuklarımla geçiyordu, onlara birşeyler öğretip hayata hazırlamak öyle güzeldi ki… 'O'nu tanıdığımda hayatımın sanki eksiği tamamlandı, hani bunalıp dışarı çıkarsınız, buz gibi havayı içinize çekip tüm hücrelerinize ulaştığını hissedersiniz ya, işte öyle birşey, o benim nefesim olmuştu. Aynı bölgeye atanmış bir askerdi, görür görmez âşık olup bir yıl içinde evlendik. Görev süremi doldurup yanlarına dönmemi bekleyen ailem, buraya yerleşme kararıma üzülse de mutluluğumuz onların mutluluğu oldu.

Evlendikten 1 yıl sonra oğlumuz doğdu, bu acımasız dünyadaki acımasız düzene inat oğlumuzun adını 'Barış' koyduk. Okuldaki çocuklarım, doğunun şartları gereği evde büyük küçüğe bakarak büyüdüklerinden, benden daha tecrübeliydiler, Barış'ı kardeşleri bildiler, hep beraber büyütüyorduk oğlumu.

Lojmana üstü bayraklı bir askerî araç girdiğinde, herkesin yüreği ağzına gelir. Bir şehit vardır yine, bir aslan daha hayata doyamadan toprağın altına girecek, yavrular babasız büyüyecektir. Bu öyle acınası, isyan edilesi bi duygudur ki; aracı görünce dua edersin, 'nolur benim yiğidim olmasın diye', kalp atışını boynunda hissedersin, gözün kararır o an aracın hangi kapıda duracağını bile göremez, kulağındaki uğultudan duyamaz olursun. Eğer çalınan başka kapıysa, yitip giden senin yıldızın değilse önce derin bir oh çeker, sonra kendi sevincinden utanç duyarsın, gözünden akan yaşlar aslında seni bu hale getirenlerin üstüne akar akar da, nedense o yaşlar o vicdanları hiç temizlemez. Hemen koşar sarılırsın şehidin geride kalanlarına, hiç gözlerine bakamadan; sımsıkı tutarsın ellerini, acılarını azaltmak için, başka hiçbirşey yapamadan…

O gün o bayraklı araç okulun kapısında durdu. Ben de çocuklarım da pencereden gördük ama hiçbirimiz dönüp bakamadık, onları hiç görmesek o acı haberi hiç almıycakmışız gibi, hepimiz kafamız önümüzde öyle donakaldık. Can'ım ve on kaderdaşı asker mayın tuzağına düşmüştü, canım paramparça, ruhum bin parça olmuştu. İşte beni buraya sürükleyen, bir günde büyüten hayat, bir günde de öldürmüştü… Ben bunaldım, dışarı çıktım, buz gibi havayı içime çektim ama… Bi daha sanki o nefes hücrelerime hiç ulaşamadı, hep yarım kaldı bişeyler, yarım kaldı günler, geceler…

Yıllar geçti, oğlum Barış'ın hayatta her sorusuna yanıt aradım, buldum, verdim. Tek bir sorusuna ise boğazım düğümlendi, kilitlendim, hiçbir yanıt veremedim: 'Aynı toprakta yaşayan insanlar birbirlerini neden öldürür, neyi paylaşamazlar, babamı neden öldürdüler anne??

Ben duygularımı yazarken anlatabilen, yazarken isyan eden, yazarken düşünüp sorgulayabilen bir insanım. Dünkü askerî helikopter kazasında kaybettiğimiz şehitlerin acısını, yıllardır duyduğum binlerce şehidimizin acısı gibi, yüreğimde hissettim.

Parası olmadığından askerliği bedelli yapamayanların; fakirliğinin bedeli ölüm oluyor; kendi çocuklarına çürük raporu alıp nedense 'şehitlik mertebesine' lâyık görmeyenler; ölen aslan gibi evlatlara bu mertebeyi övgüyle sunup, cennette yerlerinin garantisini veriyorlar. Kardeş kardeşe kırdırılıyor, evlatlarımız 'bir' ardında kalan ana-babalar, yavrular bin ölüyor.

Tüm şehitlerimize rahmet, ardında bıraktıklarına sabır diliyorum.

Editör: TE Bilisim