Öğrenilmiş çaresizlik kavramını daha önce pek çoğunuz duymuşsunuzdur. Bu kavram, belli durumlar için gösterilen çabanın hep başarısızlıkla sonuçlanması ve kişinin bu konuda kendini başarısız görmesi anlamına gelir. Şartlar değişse ve tüm engeller ortadan kalksa dahi kişi başarısız olduğunu kabul etmişse herhangi bir girişimde bulunmayı bırakır ve çaba olmadığı için şartlar olumsuzlukla sonuçlanarak “kendini gerçekleştiren kehanet” gerçekleşmiş olur. Uzatılmış çaresizlik hissi kişiyi depresyona bile sürükleyebilir. Depresyon sürecini açıklarken de öğrenilmiş çaresizlikten sıklıkla bahsedilir. Birey yaşamının belli dönemlerinde zorluklarla karşılaşmıştır. Ancak bu zor zamanlar geçtiğinde ve bir adım attığında yaşamı değişecek olsa dahi önceki zor zamanların etkisiyle, kendine inancını kaybetmesi nedeniyle girişimde bulunmaz ve depresyon devam eder. Depresif kişi, dünyanın kötü bir yer olduğuna inanır ve gelecekten umutsuzdur.

Psikoterapist Havva BAYAR

Amerikalı psikolog Martin Seligman köpeklerle yaptığı deneylerde öğrenilmiş çaresizlik durumunu gözlemlemiştir. Bugün burada öğrenilmiş çaresizlikten bahsetmeyeceğim. Özellikle değersizlik hissedilen durumlarda işinize yarayacağını düşündüğüm öğrenilmiş iyimserlikten bahsedeceğim. Martin Seligman, öğrenilmiş çaresizlik araştırmalarından sonra çaresizlik öğrenilebiliyorsa iyimserlikte öğrenilebilir mi sorusunun peşine düşmüş ve öğrenilmiş iyimserlik kavramını ortaya atmıştır. Peki nedir öğrenilmiş iyimserlik? Öğrenilmiş çaresizlik görüşüne karşı ortaya atılan öğrenilmiş iyimserlik, dünyaya olumlu bir bakış açısından bakma yeteneğini geliştirmeyi hedefler. Birçok bilişsel becerilerimizde olduğu gibi iyimserliği de öğrenebiliriz. Öğrenilmiş iyimserlik, zorlu yaşam olayları ile nasıl başa çıktığımız ve bunun sonucunda nasıl bir sonuç çıkardığımızla ilgilidir. Herkes az ya da çok benzer hayatları yaşar ancak ondan çıkarılacak sonuç yaşamdan aldığımız lezzeti ortaya koyar. Hayatın sundukları herkes için nitelik olarak aynıdır. Nicelikleri belirleyen ise algılarımızdır.
Böyle bir ilkeden yola çıkan pozitif psikoloji, herkese aynı öneriyi haykırmaktadır:

Hayatınıza anlam yüklemeyi seçebilirsiniz.

Öğrenilmiş iyimserlik, yaşamın bir parçası olan olumsuz düşünceleri düzeltmek ve karamsar düşünce yapısını değiştirmeye odaklanmayı kapsamaktadır. Öğrenilmiş iyimserliği yaşamımızda üç alanda uygulayabiliriz.

İyimser insanlar, yaşamlarının belirli dönemlerinde karşılaştıkları sorunların etkisinin kalıcı olmayacağının farkındadır. Yani, yaşamının bir döneminde, bir ayrılık acısı, maddi bir kayıp yaşarken bunun hayatı boyunca sürmeyeceğini düşünebilir ve şanssız bir olay olarak yorumlayarak kendisini bu şekilde telkin edebilir. Ama eğer kişi kendini değersiz görüyorsa, kötümser bir bakış açısına sahipse genelde başına gelen olumsuz olaylar karşısında, sanki bu durumun yarattığı sıkıntıyı uzun süre yaşayacakmış gibi düşünüp gerçekten böyle hissedebilir. Oysaki hayatımızın pek çok aşamasında karşılaştığımız sorunlar belli bir zaman diliminde gündemimizde yer alır ve sonrasında git gide bizim için önemsizleşir. Bu dünyada hiçbir problem kalıcı değildir.

İyimser olmak, dünyaya pembe gözlüklerle bakmak değil, dünyadaki negatifliğin farkında olmak ama pozitifliğe odaklanmaktır. İyimser kişi, problemleri görmezden gelmek yerine, problemlerin varlığını kabul ederek, onları çözebilecek güçte olduğuna inanır. İyimserliğe sahip bir kişi çözüm odaklıyken, kötümser bir insan problem odaklıdır. İyimser insanlar, yaşadıkları olumsuz olayları sadece yaşadıkları alanla ilişkilendirirler. Yani bir sınavdan başarısız olduklarında tamamen başarısız biri olduğunu, ilişkisinde problemler yaşadığında hiç sevilmediğini düşünmezler. Hayatın bir alanında ortaya çıkan olumsuzluk, diğer alanların da olumsuz olacağı anlamına gelmez. Oysa bir insan değersizlik duygusu içindeyse, hayatının bir alanında bir başarısızlık yaşadığında, hissettiği o olumsuz duyguları hayatının geneline, geçmişine ve hatta geleceğine bağlar. Örneğin; iş yaşamında kötü giden şeyler olduğunda hemen ilişkisinin de yolunda gitmediğini, geçmişinde de hiçbir şeyin iyi olmadığını, geleceğinin de pek parlak görünmediğini düşünmeye başlar. Yani yaşamında karşılaştığı küçük bir olayı hayatının tamamına genelleyebilir.

Son olarak, öğrenilmiş iyimserliğe göre iyimser insanlar, hayatlarındaki olumsuz olayların oluş nedenini değerlendirirken dış faktörleri merkeze alma, olumlu şeyler gerçekleştiğinde bunun kaynağını kendisine bağlama eğiliminde olur. Gerçekçi iyimserlik kendine ve hayata inanmaktır. Değersiz hisseden insanlarda ise sık karşılaştığım bir düşünce kalıbı mevcut. Bu insanlar, iyi şeyler yaşadıklarında bunu şansa ve dış faktörlere bağlarken, olumsuz şeyler yaşadıklarında sorumluluğun hepsini bütün benliğiyle üstlenebilmekte ve yaşadıkları kötü olaylara kendilerinin sebep olduğuna inanma eğiliminde oldukları gözlemlenmektedir.

Pek çoğumuz iyimser bir insan olmanın birçok faydası olduğunu biliyoruz. Ayrıca iyimserliğin hem akıl hem de beden sağlığımızla doğrudan ilişkili olduğu yapılan pek çok çalışma neticesinde kanıtlanmıştır. Bu arada iyimserlikten bahsetmişken dengeden de söz etmek lazım. Hayatın her alanında olduğu gibi iyimserlikte de denge unsuru çok önemlidir. Hayat yolunda kötü şeyler yaşarken bu durumların her zaman geçici olduğunu ve hayat boyunca devam etmeyeceğini, bir alanda başarısız olmanın hayatın diğer alanlarında da başarısız olacağın anlamına gelmediğini ve olumsuz şeylerde çevre faktörünü de önemsemeniz gerektiğini unutmamalısınız. Güzel giden şeylerde en önemli payın size ait olduğunu kendinize hatırlatmalısınız.

Editör: TE Bilisim