Oturduğunuz Koltuklar Yaşayanların Gençliği, Düşenlerin Yadigarıdır Terli, sıcak mı sıcak bir Ağus...

Oturduğunuz Koltuklar Yaşayanların Gençliği, Düşenlerin Yadigarıdır

Terli, sıcak mı sıcak bir Ağustos'tan kaçarak Torosların yamaçlarındaki serinliğe ulaşıp, içimizde gürgen ağacının dibine açılmış bir yörük çadırı yaratırdık. Dadaloğlu türküleri çığırır, nehrin sularını arkamıza alarak dolana dolana ovaya inerdik. Sazın mızrabı göğsümüzü döverken, zihnimizde mendillerini sallayarak halaya durmuş kızlar uçuşurdu.

"Koşullar tarafından kuşatılmış insanın nasıl düşüneceği, maddi yaşamının, toplumsal ilişkilerinin bir sonucu olarak şekillenir. Koşulları değiştiren öznenin ta kendisidir. Aklın sadece basit bir aydınlanma aracı değil, gerçekliğin bir parçası olduğunu kavradığımızda, çok şey yeniden değişecektir...." diye tartışırdık geceler boyu.

İçimizde özlemin tohumunu yeşerttiğimizde yüreğimiz tomurcuğa dururdu. Umudun türküleri dudaklarımızın arasında ıslık ıslık çoğalırken duvarların rengi değişir, gökyüzü genişlerdi.

İnsanın izlediği yol önünden silinince, suskunluktan yapacaklarının hepsini dünde bırakır, içi sözcük kuyusuna döner. Karşısına ayrıntıları bol bir yaşam çıkınca veya gözleri ayrıntıları görmeyi öğrenince, geneli gözden kaçırarak, günlük yaşamın hiçbir yere çıkmayan daracık sokaklarında, kendini yitirip dilsizleşir.

Bu insanların çoğu şimdi aklaşmış saçlarıyla, ıssız park köşelerinde gençliklerini arıyor. Ölümü göze almışlar, kimi 6 kimisi 12 yıl yatıp çıkmıştı. Sadece annelerinin değil hepimizin gözlerinde türküleşen kimileri de girdikleri hücrelerinden hiç çıkamamıştı. Geçmiş kokan mırıltıları, içlerine yalnızlıklarını dolduruyor. Gecikmişliğin kokusu içlerini yakıp kavuruyor.

İçlerinin en derinlerindeki uçurumun kenarında asılı kalmış son isyan tohumu şimdi daha da derinlere yuvarlanıyor. 40-50 yıldan fazla zamanı birkaç dakika içinde yüreklerinin en kuytu yerinde pamuk ipliği gibi didikleyip harmanlıyorlar.

Her adımları, diz boyu kara batmış gibi yavaş ve yorgunluğu anlatır... Zihinlerinde en çok umudu yitirmenin ağırlığı ile sırtlarında taşıdıkları geçmişlerinin yükü birleşir.

Çaydan çok anılarımı demlediğim gecelerde, onların hüznü benim de yüzüme yapışıp asılı kalır, gerdek kapısından giren gelin gibi nazlı nazlı salınır, içimin en ağır mahkemesinde hep kendi kendimi yargılarken bulurum kendimi.

Bu sadece 78'lilerin değil, 68'lilerin de hikayesidir aynı zamanda.

Hatta bir nesle devrim diye yutturulan 27 Mayıs öncesinin, daha da geriye gidersek Sabahattin Ali'nin, Nazım Hikmet'in ve daha nice isimsiz devrimcinin hikayesidir anlatılan.

Canla, kanla, terle, inancın ve ideallerin tarihsel birikimi ile oturulan belediye başkanı koltuğunda düzen belediyeciliği, bu tarihi inkar ve reddiyedir.

Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik mücadelesi yolunda yoksulluğun kökünü kazıyacak yeni bir yaşam biçimi örgütlemek, yeni bir gelecek kurmaya çalışmak ise yaşayanlara, Vedat Türkali'nin ünlü şiirindeki gibi "Boşuna çekilmedi bunca acılar" dedirtebilir ki, zaten bundan daha fazlasını beklediklerini de sanmam.

Düşenlerin anısı ve yaşayanların geçmişi bu kadarını bile hak etmiyor mu?