Ayfer; okumayı sever, örmeyi sever, dostlukları sever, ailesini çok sever, ülkesi onun idealidir, bir Atatürk, Cumhuriyet kadınıdır.   

#HepimizÇözümünBirParçasıyızSöyleşileri

            Konuğum; Habitata Analitik Bakış Derneği Kurucu Genel Başkanı, İkinci Yüzyıl Enstitüsü Vakfı Danışma Kurulu Üyesi, önceki dönem Devlet Bakanımız, İYİ Parti Kurucusu, Demokrat Parti Mersin Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sn. Ayfer YILMAZ.

            Leyla SERİN KIRIK: Okurlarımızın daha çok Devlet Bakanı ve Siyasetçi olarak tanınıyorsunuz. Söyleşi öncesi hayatınıza dair ulaştığım bilgilere göre; Hazine’de Uzman Yardımcılığı ile başlayıp çeşitli kademelerde görev aldıktan sonra Türkiye’nin ilk Kadın Hazine Müsteşarı olan; ardından siyasete atılan; banka yönetim kurulu üyeliğinden, Başkent Üniversite’sinde Stratejik Araştırma Merkezi Genel Sekreterliğine ve Çeşitli Sivil Toplum Örgütlerinde halen ülkemizin geleceği için çalışan bir Cumhuriyet Kadını olduğunuzu görüyorum. Öte yandan merak ettiğim, sizin gözünüzle, cümlelerinizle Ayfer YILMAZ için söyleyecekleriniz?

Mülkiye’li olmak. Belki de bütün hayatımı değiştiren adımıydı.

Ayfer YILMAZ: Çok teşekkür ederim. Öncelikle hoş geldiniz. Ayrıca, söyleşi için çok teşekkür ediyorum. Sorunuz, bugüne kadarki çalışma hayatımın çok güzel bir özeti niteliğindeydi. 

Aslında lise son sınıfta üniversite tercihi için çalışırken “Kariyer planım da bu süreci öngörmüş müydüm?” “Hayır, kariyer planım bu değildi”.

Endüstri Mühendisi olma hayali ile fen bölümünde okurken Edebiyat Öğretmenimin; “tercihinde Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakülteleri olmalı” öneri ve tercih listemde yaşanan bir sıralama hatası ile Siyasal Bilgiler Fakültesini kazandım. Bütün hayatımı değiştiren bu tercih benim bugünkü kariyer yolculuğumun en önemli adımıydı, Mülkiye’li olmak. Belki de bütün hayatımı değiştiren adımıydı.

Buradan başlayacak olursak Ekonomi ve Maliye bölümünü bitirince Maliye Bakanlığı Hazine Genel Müdürlüğünde uzman yardımcısı olarak başladığım kamu görevinde 11 kademeyi tek tek çıkarak 18 yıl sonra Hazine Müsteşarı oldum. Bu süreçte Hazine’yi temsilen; Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu Üyesi olarak Dünya Bankası, Asya İmar Kalkınma Bankası, İslam Kalkınma Bankası başkanlıklarında bulundum. Hazine adına Eximbank ve Türkiye Elektrik Kurumunda yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulundum.

Hazine Müsteşarlığı görevini sürdürürken Aralık 1995 seçimlerine Sn. Tansu Çiller’in Doğruyol Partisi(DYP)’ne davetiyle, 18 yıllık kamu hayatına son verip, siyasete geçmek bir yeni basamak oldu benim için.

İYİ Partinin kurucu üyesi olarak siyasi hayata yeniden döndüm.

Siyasete hazır mıydım? Hayır, hazır değildim. Herhangi bir siyasi partinin temelinden geliyor muydum? Hayır, gelmiyordum.

Ancak, Hazine’ye başladığım ilk günden itibaren görevim çerçevesinde Plan Bütçe ve Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonları çalışmalarına katılıyordum ve milletvekilleri ile sürekli temas halinde bulunuyordum.

1995 seçimlerinden sonra kurulan koalisyon hükümetlerinde önce Ana-Yol ve daha sonra kurulan Refah-Yol Hükümetlerinde Devlet Bakanlığı görevlerinde bulundum. Ekonomiden sorumlu, ancak herkesin bildiğinin aksine Hazine’den sorumlu bakan değildim. Ben Dış Ticaret, Gümrüklerden, Bankalardan, Tapudan ve o zamanki adıyla Devlet İstatistik Enstitüsünden, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden sorumlu devlet bakanıydım.

28 Şubat sonrasında muhalefette iken Dışişleri Komisyonu’nda görev aldım. Neden uzmanlık alanınızda değil de Dışişleri Komisyonu sorusu aklınıza geliyorsa, ekonomiyi yönetenlerin ülkelerinin dış ilişkilerinin yaratacağı fırsat ve tehditleri dikkate almadan varsayımlarını oluşturmalarının mümkün olmayacağına dikkat çekmek isterim. Ayrıca, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki Karma Parlamento Komisyonu’nun Başkan Yardımcısı oldum, soruşturma, araştırma komisyonlarında yer aldım.

2002 yılında partim meclis dışında kalınca siyasetten uzak, Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırma Merkezi Genel Sekreteri olarak ve zamanla mali işlerinden de sorumlu olarak görev aldım. Ülkemizde en büyük eksikliklerden birisi Üniversitelerin karar alma organlarına Politika ve Program hazırlıklarında gerektiği gibi işbirliği içinde olmamalarıdır. Oysa, birlikte yapılacak çalışmalar ülkemizin kazancına olacaktır.

Aynı zamanda sivil toplum çalışmalarım da vardı tabi ki. Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Serbest Meslek Mensuplarının Vakfı olarak bilinen TOSYÖV’in mütevelli heyet ve yönetim kurulu üyesi olarak KOBİ’lere ve girişimcilere yönelik çalışmalarda bulundum. Ayrıca, Denizbank’ta 6 yıl boyunca bağımsız üye olarak görev yaptım. Yanı sıra, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin kurduğu Kadın Girişimciler Kurulu’na bir akademisyen ve bu konuda çalışanlar grubunda olmam nedeniyle seçildim ve Başkan Yardımcılığı görevini 3 yıl sürdürdüm. TED Ankara Koleji mezunu olarak Ankara Koleji Vakfı’nın ve TED Üniversitesi’nin Yönetim Kurullarında bulundum.

Ardından, DYP’de birlikte çalıştığım ve aynı kabinede yer aldığım Sn. Meral Akşener’in davetiyle İYİ Partinin kurucu üyesi olarak siyasi hayata yeniden döndüm.

2019 yılı Mahalli İdare Seçimlerinde; İYİ Parti adayımızın son anda bir evrak sorunuyla adaylığı mümkün olamayınca, “Mersin halkının seçme ve seçilme hakkı vardır ve bunu kimse engelleyemez” anlayışı ile İYİ Parti’nin artık aday gösterme hakkı olmadığı için İYİ Parti'den istifa ederek Demokrat Parti’den, ortak Aday oldum. Büyükşehir adaylığı için çok kısa süre kabul edilecek bir çalışma süreci sonunda  %12,02 bir oy ile seçimi tamamladım. Sizin aracılığınızla beni destekleyen hemşerilerime bir kez daha teşekkür ediyorum.

Şu anda; Sivil Toplum Kuruluşlarında çalışmalarıma devam ediyorum. Günümüzün en büyük sorunu olan iklim değişikliği ve gıda sorunundan yola çıkarak arkadaşlarla yaptığımız görüşmelerde “Biz bu konuda bir şeyler yapmak zorundayız” diyerek Habitat Analitik Bakış Derneği’ni kurduk. Bu konu ile ilgili hatta bir iki tane projemizi de Mersin Büyükşehir Belediye Başkanımız Sn. Vahap SEÇER ile konuşmaya da gittik.

Yanı sıra, ülkemizin geleceği konusunda çalışmalar yapmak amacıyla kurulan İkinci Yüzyıl Enstitüsü Vakfı’nın da Danışma Kurulunda yer almaktayım. Her zaman olduğu gibi bundan sonra da; Atatürk'ün çizdiği yolda çalışmaya devam edeceğim.

“Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e” geçiş ülkemizde demokrasinin tesisi açısından son derece önemlidir.

Leyla SERİN KIRIK: Parlamenter Sistemde koalisyon dönemlerinde görev yapmış bir Bakan olarak; o günkü bakanlarla bugünkü bakanlar arasında Sizce ne gibi farklılıklar var?

Ayfer YILMAZ:  Aslında bu, elma ile armudu mukayese etmek gibi bir şey oluyor. Bu günkü Türkiye’ye özgü Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde yasama ve yürütme hatta yargı görevleri tek kişide toplanmış durumda. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı’ndadır. Bakanlar Cumhurbaşkanı’na sorumludurlar. TBMM suç işledikleri iddiası ile bakanlar hakkında üye tam sayısının beşte üçünün gizli oyuyla soruşturma açabilir. Bugün kısaca atanmış bürokratların, Cumhurbaşkanı’ndan aldıkları talimatlarla yaptıkları görevin adına Bakanlık diyoruz.

Parlamenter Sistem’de; Bakanlar Kurulu yasamaya yani meclise karşı sorumludur. Yanı sıra; milletvekili seçilmiş olmaları nedeniyle, bu bakanların halk tarafından özelliklede seçim bölgelerinde doğrudan sorgulandıkları bir sistemdi. Öte yandan, Parlamenter Sistem’in aksaklıkları her zaman tartışılan bir husustu. Ancak, bugün uygulanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Tek Adam Sistemi’ne geçildiği, güçler ayrılığının ortadan kalktığı, kurumların işlevsizleştirildiği ve önemsizleştiği bir süreci yaşıyoruz.

Bu nedenle; denge ve denetim sisteminin yeniden kurularak Meclisimizin etkinliğinin demokratik bir işleyişe kavuşturulması, yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden ayrılarak, kurumsallaşmasını tamamlanması ve hesap verilebilirlik temeline oturtulacak “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e” geçiş ülkemizde demokrasinin tesisi açısından son derece önemlidir.

Leyla SERİN KIRIK: Ülkemiz daha öncede ekonomik krizler yaşadı. Bunlar; koalisyonları, hükümetlerin dağılmasını, çok ciddi kemer sıkma politikalarını vb. getirdi. Ülkenin içinde bulunduğu durum ekonomik olarak hiç bugünkü gibi oldu mu, Başkanlık Sistemi süreci nasıl etkiliyor ve kısaca ekonomide bir ışık görünmesi için yapılabilecek neler var, bu sistemle yapılması ne kadar mümkün?

“Neden bu kadar işsizim var?”

Ayfer YILMAZ: Ülkemizde makro ekonomik yapının bozulmasıyla birçok ekonomik kriz yaşanmıştır. 1946, 1958, 1960,1974, 1980, 1982, 1990, 1994, 2000-2001, 2008 ve 2018 bu güne kadar devam eden krizlerdir.

Şöyle bir bakacak olursak; 24 Ocak kararları, Türkiye'nin Serbest Piyasa Ekonomisi’ne geçişi ile ilgili kararların tartışıldığı dönemde ben de Uzman Yardımcısı olarak not tutanlar arasındaydım.

Bugün, “faiz neden enflasyon sonuçtur” anlayışını görüyoruz. Aynı yaklaşım 1991 ve 1994 yıllarında da uygulanmış ve bedeli 1994 krizi ile ödenmişti. Şimdi ise; Merkez Bankası faizleri indirilirken Hazine’nin borçlanma faizlerinin arttığı, alınan tedbirlerle üreticiler, KOBİ’ler başta olmak üzere borçlanma maliyetlerinin arttığı, fiyat oluşturmanın zor olduğu bir süreci yaşıyoruz. Türk Lirasında yaşanan büyük değer kaybı ve volatile; önce ithal girdi maliyetlerinde artışa, oradan da ürünlerin satış fiyatlarına yansımaktadır. Üretim ve ihracat için ithal girdiler çok önemli bir role sahip.

Ülkemiz ekonomi yönetimi; 2008 sonrası piyasalarda oluşan ucuz ve bol sıcak parayı teknoloji alt yapımızı geliştirmek, uluslararası piyasalarda rekabet gücümüzü arttırmak için kullanmak yerine; bu kaynakları betona gömmüş, betondan gelecek nesilleri borçlandırmış, küçük bir azınlığa servet transferi yapmıştır. Yanı sıra, uygulanan yanlış ekonomi politikalarının sonucu olarak da, tüm vatandaşları ödenemeyecek faturalarla karşı karşıya bırakan ekonomik model anlayışı ile devam etmektedir.

  • “Enflasyonu tutmak için faizi de tuttuk, düşürüyoruz”
  • “Hangi faizi düşürüyoruz?”
  • “Merkez Bankası faizini düşürüyoruz”
  • “Piyasadaki faiz düşüyor mu?”
  • “Hayır düşmüyor.”
  • Diğer taraftan “Türk Lirası kıymetlidir diyoruz”
  • Türk Lirasını dövize çapalıyoruz. “Türk Lirası’nın itibarını kur korumalı mevduat hesapları açarak mı koruyacağız?”

Sonuçta bu politikalar döndü dolaştı halkın cebine yansıdı. Nerede; elektriğe ve doğalgaza zam geldi, tarımda; üreticinin motorini, sulama, enerji, gübre ve ilaç fiyatları patladı. Velhasıl, tüm maliyetlerimiz yükseldi. Şuanda enflasyon ile mücadele adına yapıldığı söylenen; Merkez Bankası politika faizini indirmek. Böylece, Merkez Bankası işlevsizleştirmek ve marketlerde fiyat denetimi yapmak. Geldiğimiz yer, ne yazık ki bu krizin en derin noktasında olmasına rağmen ekonomi yönetimi hala içinde yaşadığımız ekonomik sıkıntının nedenlerini anlayamamakta ve yanlışta ısrar etmektedir.

Halbuki yanlışı gerçeklere çevirecek olursak;

  • “Maliyetler niye yükseliyor?”
  • “Neden bugün ben soframa koymak zorunda olduğum mercimeği ithal etmek zorundayım?”
  • “Neden bu kadar işsizim var?”
  • “Neden bu kadar toprağım atıl duruyor?”
  • “İklim Değişikliği var, kuraklıkla nasıl mücadele edebilirim?”

Tarım sektörü gelecek için çok önemli, insanların gıdaya ihtiyacı var! Dijitalleşen bir dünya sanal bir dünyadan bahsediyoruz ama günün sonunda insanlar yemek zorunda. O masaya yemek gelecek. Gıda, su en büyük silah artık. Çok yakın dönemde göçlerin nedeni ve yeni güç halkalarını ortaya çıkaracak.

Türkiye daha önceleri kendi kendine yetebilen yedi Ülkeden biriyken bugün durum böyle değil.

Tarımda doğru planlama ve kaynak kullanımı ile yeniden kendi kendimize yeterli olabilir miyiz? Olabiliriz.

Teknolojik alt yapımızı geliştirerek rekabet gücümüzü arttırabilir miyiz?  Arttırabiliriz.

Ama bunu bütün ülke için yaparsak, insanlarımıza eşit paylaştırırsak bir anlamı var. Dolayısıyla; bütün politikaları tek baştan yeniden yazmak değil, öğrenilerek elde edilmiş doğrulardan hareketlerle çözebiliriz. Bu da ülkemizin aydınlık geleceği olur.

Kadının yaşam hakkına saygı duyan, onu koruyan İstanbul sözleşmesi yapımıza aykırı değildir!

Leyla SERİN KIRIK: Açıkçası; sizin gibi güçlü bir siyasi kadın aktör ile siyasette, sosyal ve iş hayatında kadının yeri konusunda az da olsa bir şey konuşmazsam olmaz. Bu konuda; dün, bugünkü durum ve yarına dair, tecrübe ve tahminleriniz çerçevesinde, İstanbul Sözleşmesine ilişkin değerlendirmenize de yer vererek neler söylersiniz?

Ayfer YILMAZ: Geleneklerimizi unutmuş durumdayız. Genç nesillere de öğretmemiz gerektiği kanısındayım. Kadının hükmettiği, eşit birey olarak yer aldığı, kararlara katıldığı, eşini seçtiği Türk örf ve adet geleneğinden gelen bir toplumuz aslında. Hükmettiği derken hanım ağalığı da bir tarafa koyup, Anadolu'daki kadının rolünde örf ve adetlerin ne kadar etkili olduğuna bakalım.

Cumhuriyetimizin kuruluşunda, Kurtuluş Savaşı'nın yapılışında, kadınların rolünü hiç unutmayalım. Kadın, kendisine lütfedildiği için değil, ülkemizde kadın bizatihi savaşın içinde, savaşın kazanılmasının asli unsuru olduğu için hakkına kavuştu, eşit bir birey olarak. Medeni Kanunu görüyorsunuz, Cumhuriyet ile birlikte. Kadın ve erkeğin toplum içinde eşitlenmesi ile yer aldı. Bir harf devrimini görüyorsunuz, herkesin okuma yazmaya itildiği. Bütün bilim branşlarında sanatta ve sporda teşvik edilen bir kadını görüyorsunuz.

Tüm bunların yanı sıra, mahalle idaresi seçimlerinde, muhtar seçiminde kadının öncelenmesine ilişkin kanun çıktığını görüyoruz. Neden? Toplumla ilişkilerde, oradaki sorunları bilen; kadın. Dört yıl sonrasında kadını mecliste karar alma mekanizmasında görüyorsunuz. Ve o dönemin kadınlarında, sanattan bilime kadar başarıları görüyorsunuz, bugün de devam ediyor.

Ne yazık ki o kadınları hiç gündeme geldiğini görmüyoruz, dünyada başarı ödülleri alıyorlar, dünyada 18 büyük bilim insanı arasına giren kadınlarımızı, NASA'da çalışan kara delik araştırmalarının başında olanı veya ilk Apollo’nun dünyaya dönüşünün yazanların başında olan ve güneşin kızı lakabını alan kadınlarımızın hepsini unutuyoruz.

Kadınlarımız buradan geliyordu, peki bugün neyle karşı karşıya kaldık? Büyük alkışlarla Parlamento’dan geçirdiğimiz adını İstanbul Sözleşmesi koyduğumuz sözleşmeye ilişkin birdenbire, ülkedeki bazı baskılar sonucu aile yapısına aykırı olduğunu gerekçe göstererek imzamızı çektik. Hangi dönemde? Kadın ölümlerinin erkeğin namusu/sevgisi olarak adlandırıldığı, kadının boşanmak istemeye dair iradesini koymak isteğinin arttığı ve cezaların anlamsız kaldığı dönemde bunu gördük.

İşte bu, aslında bugün geldiğimiz ve toplumumuz içinde kendi örf ve adetlerinden çıkarak, bize dayatılan başka bir yapının içinde yaşamaya zorlanmamızla oldu. Kadın; kimliksizleştirilen ve rahatlıkla öldürebilen ikinci sınıf muamelesi gören bir insan bir vatandaş oldu. İnsan hakları aslında kadın erkek bütün bireyleri kapsar. Eşit, özgür ve onurlu yaşama hakkı gibi doğarken sahip olduğumuz haklardır. Bugün ülkemizde kadınlar erkek şiddetinin yanı sıra siyaset, çalışma, eğitim gibi alanlarda toplumsal şiddete de maruz kalıyorlar. Bu nedenle, kadının yaşam hakkına saygı duyan, onu koruyan İstanbul sözleşmesi yapımıza aykırı değildir! “İstanbul Sözleşmesi herkesi bir arada korur”.

Leyla SERİN KIRIK: Sivil Toplum Örgütlerine ilişkin çalışmalarınızı aktarırken “Habitata Analitik Bakış Derneği” çatısında gıda konusunda bir çalışmanızdan bahsettiniz. Dernek ve yapılan etkinliklere dair bizlere daha fazla bilgi verirseniz sevinirim.

Ülkemizde tarımsal üretim tarafındaki sorunlar kabul edilebilir sınırları çoktan aşmıştır.

Ayfer YILMAZ: Biliyorsunuz, başta teknoloji olmak üzere bizi çevreleyen her şey değişiyor ve biz bu değişime ayak uydurmak zorundayız. Sanayi, hizmet ve tarım sektörlerindeki üretim, lojistik ve satış süreçlerinin baştan sona ileri teknoloji ürünü araçlarla tasarlandığı ve uygulamaların geliştirildiği bir süreçteyiz. Geleceğin kaynaklarını tüketmeden ve oluşmuş olan hasarların sonuçlarını en aza indirmek için karbon ayak izini azaltmak, suyun akıllı yönetimi, bio çeşitlilik, verimlilik, akıllı ve sağlıklı girdi kullanımı için politikalar oluşturmak zorundayız. İklim değişikliğinin dayattığı kuraklık tehdidi ve düşen verimlilikler tarım ürünleri ihracatında daralmalara, kısıtlamalara, fiyat artışına ve tedarik zincirinde kırılmalara sebep olmaktadır.

Tüm bunlar gıda üretiminde küresel arz riski sorunlarını gündeme getirmektedir. Ülkemizde tarımsal üretim tarafındaki sorunlar kabul edilebilir sınırları çoktan aşmıştır. Düzensiz ve dengesiz piyasa yapısı, planlanmayan üretim, denetlenmeyen tedarik zinciri, yetersiz teknoloji, yüksek su, enerji, gübre, ilaç fiyatları ile çiftçilerimiz üretim yapamayacak duruma gelmişlerdir.

Bizde bu konularda çalışmalar yapmak, girişim ve kuruluşların iş kapasitelerini geliştirmek, rekabet güçlerini arttıracak projeler hazırlamak, süreç yönetimlerine destek olmak ve danışmanlık yapmak üzere Habitata Analitik Bakış Derneği (HABDER)’ni kurduk.

Leyla SERİN KIRIK: Tüm bunların yanı sıra bir de özel yaşam var tabi. Oradaki Ayfer Yılmaz nelerle uğraşır?

Ayfer; bir Atatürk, Cumhuriyet kadınıdır.

Ayfer YILMAZ: Tabii ki hepimizin bu çalışma hayatının, hedeflerinin, ideallerinin arkasında, kendi ailesi, kendi çevresi ve tüm bu çalışmaları yapmak için kendisini eğitmesi gereken bir sürece ihtiyacı var. Yeni bir şeyler yapmak veya düşünceler içinde çıkmaza girdiğim anda iki tane yolum var; birisi yemek yapmak, diğeri farklı konularda raporlar, kitaplar okuduktan sonra tekrardan çözemediğim konuya dönmek. Ayrıca, arkadaşlarımla birlikte olmayı, fikir paylaşmayı severim ve geri bildirimler almaya çok değer veririm. Bunlar beni yeniden yapılandırır ve bazen böyle takılıp kaldığım düşüncelerde bana yeni bir ışık olur ve rahatlatır.

Pandemi nedeniyle ara vermek zorunda kaldığımız tiyatro ve konserler ise özlediğim alışkanlıklarım. Bir süredir önemli bir sağlık sorunu olan oğlum ve torunlarım ise her zaman hayatımın önceliği olacak. İşte o geri plandaki Ayfer; okumayı sever, örmeyi sever, dostlukları sever, ailesini çok sever, ülkesi onun idealidir, bir Atatürk, Cumhuriyet kadınıdır.

Leyla SERİN KIRIK:  Keyifli ve tecrübenin bilginin ışığında bir söyleşi gerçekleştirmiş olmaktan son derece mutluyum. Kıymetli tespit, bilgi ve deneyim paylaşımız için sağ olunuz, var olunuz.

Ayfer YILMAZ: Ben çok teşekkür ediyorum. Çalışmalarınızda başarılarınızın devamını diliyorum.

Editör: TE Bilisim