Dünya Barışı ve Eğitim;

Bu konular ilk bakışta birbirinden bağımsız incelenmesi gereken 2 farklı başlık gibi duruyor. Ancak kendi edindiğim deneyimler ve insanlık tarihi ile ilgili okuduğum kitaplar barışın ve eğitimin birbiriyle ne kadar ilişkili olduğunu öğretti bana. Tüfek, Mikrop ve Çelik en beğendiğim bilimsel kitaplardan biridir. Yazarı insanlık tarihini tarih, coğrafya, biyoloji ve genetik bilimini muhteşem bir şekilde harmanlayıp okuyucuya sunmuştur.

Son buzul çağından sonra yaklaşık 15.000 yıl önce avcı-toplayıcı olan insanoğlunun atalari tarım toplumuna yani yerleşik hayata geçiyordu ve bu geçiş tam da yaşadığımız coğrafyanın bir parçası olan Mezopotamya'da gerçekleşiyordu. İnsanoğlu artık gıdayı aramıyor onu yetiştiriyordu. Ürünler artık o kadar fazlaydı ki depolanan gıda aylarca yıllarca yetiyordu. Avcı-toplayıcı kabileler 150 kişiyi aşmayan gruplar halinde yaşarken, yerleşik hayata geçen kabilelerde hızlı bir nüfus artışı yaşanmaya başlamıstı. Şimdi yeni sorunlar baş göstermişti. Bunlar depo edilen gıdayı korumak ve insanlar arasında hiyerarşik bir yapı oluşturmaktı. Kim tarım yapacak? kim koruyacak? kimler dagitacaktı? İşte bu soruların cevabı ilk sınırların çizilmesini, ilk inanç merkezlerinin kurulmasını ve kısaca ilk basit devlet anlayışını ortaya çıkarmıstır.

İlk siyasal yapılarda şefler kimin ne iş yapacağını belirliyor, toplanan gıdadan kime ne kadar düşecegine karar veriyordu. İlk din insanları Şamanlar uhrevi bir hayatın olduğuna insanları ikna ediyordu. Gıdayı, sınırları ve siyasi liderleri korurken öldüklerinde yok olmayacaklarını diğer dünyada ne kadar mutlu olacaklarını onları aşılıyordu.

Böylece bin yıllar içinde binlerce sınır çizildi, binlerce devlet kuruldu ve binlerce din olgusu oluştu. İnsanoğlu çok küçük bir azınlığın kimi zaman kölesi, kimi zaman tebaası, kimi zaman da müridi oldu. Ve her ölüme gönderildiklerinde siyasi liderleri için yaşa!! Varol!! diye bağırıyorlardı. Kime sorsan en kutsal din kendi dini , en onurlu ırk kendi ırkı en iyi siyasi lider kendi lideri ve en kutsal topraklar kendi topraklarıydı. Bu onbinlerce yıl boyunca siyasi liderlerin her anlaşmazlıklarında insanları birbirine katlettirmenin en basit yolu olmuştur. Bu yüzdendir ki modern dünyaya baktığımızda Devletlerin yurttaşlarına ilk önce bu ayrılıkları aşıladığını görüyoruz. Daha ilkokul eğitimine başladığımız yıllarda kendi ırkımızın, inancımızın ve kültürümüzün ne kadar kutsal olduğunu ve bunun dışında kalan insanlığın da bizlerin düşmanı olduğunu ve her an bizleri yok edecek Canavarlar olduğunu saf çocuk beynimize yerleştirdiler.

Bizler bu bilinçle büyüdük. bu ayrışmaları oylesine kanıksadık ki aynı topraklarda yaşadığımız kimi zaman komşumuz kimi zaman iş arkadaşımız kimi zaman sıra arkadaşımızı düşmanımız olarak gördük. Düşünün 6 Ağustos 1945 yılında Amerika Hiroşima'ya ilk atom bombasını attığında yüzbinlerce İnsan bir anda ne olduğunu bile anlamadan can verdi, en az bir o kadar da radyasyonun etkisi ile dayanılmaz acılar çekerek ölümü bekledi...En az bunun kadar acı olan dünyanın başka ucunda- Amerika'da- halk bu patlamayı kutluyordu, düşmanları Japonların katliamını sevinç çığlıkları atarak, meydanlarda sabaha kadar eğlenerek....

Başka bir örnek de 1915 yılında Anzakların Avustralya'dan Çanakkale'ye Osmanlı ile savaşa koşarak gelişinin hikayesi... İngiliz Devleti Anzak gençlerine savaşı haklı göstermek için dağıttığı bildirilerde; Çanakkale'ye gitmez iseler Osmanlı'nın almanlarla birlikte Avustralya'yı fethedeceği ve kadınların ırzına geçip topraklarına el koyacağını yalanı yer alıyordu. Peki ne oldu hayatları boyunca birbirinden haberi dahi olmayan gençler Çanakkale topraklarında şu an birlikte yatıyor.

Son olarak Suriye Savaşı'na bir bakalım; yine savaşın taraflarını tek tek yazalım farklı etnik yapılar, farklı inanç grupları ya da aynı inanç gruplarından farklı mezhepler, komşu ülkeler, Ruslar, Amerikalılar.... Sonuç yüzbinlerce masum insanin ölümü milyonlarcasının göçü...

Şimdi hep birlikte hayal edelim; Bugünden itibaren yeni yetişen nesile yani çocuklarımıza etnik kimliğini, inancını ve kültürünü öğretirken şunları da ilave etsek.. Seninle aynı sosyal ve kültürel kimliğe sahip olmayan insanlar senin yaşantının zenginliğidir. Farklılıklar insanlığın kültürel zenginliğidir. Başka kültürlere de en az kendi kültürüne duyduğun saygı kadar saygı duy. Siyasi liderler ve devlet adamlarının görevi senin özgürlüklerini, refahını ve adaleti sağlamaktır. Hiçbiri ne kutsaldır ne de senden daha değerlidir. Okullarımızda ilköğretim çağında çocuklarımıza bu felsefe aşılansa... Tarih derslerinde geçmişteki savaşları anlatırken zaferler ya da hezimetler üzerinde degil de savaşın verdiği acılar üzerinde durulsa ne mi olur?

Sadece bir nesil sonra savaşlar son bulur. Sadece bir nesil sonra hiçbir siyasetçi şehit tabutuna dirsek koyarak vaaz veremez. Sadece bir nesil sonra hiçbir siyasetçi seçim alanlarında kutsal kitapları havaya kaldırıp inanç sömürüsü yapamaz Sadece bir nesil sonra hiçbir siyasi lider kendi bekâsı için halkını savaşa sürükleyemez...

Editör: TE Bilisim