Türkiye'de son haftalarda "Ayasofya", "Kızıl Elma", "26 Ağustos Malazgirt Zaferi Yıldönümü", "30 Ağustos Zafer Bayramı" gibi gündem başlıkları, siyaset ve tarih ilişkisi üzerinden yaşanan tartışmaları derinleştirdi.

Bu tartışmalar, aslında temel bir soruya bağlanıyor gibi duruyor: Türkiye'de iktidarın siyasetine paralel olarak yeni bir tarih anlatısı mı inşa ediliyor?

Aslında bu soru, 2002 yılında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ilk yıllarından itibaren gündemde.

Bu durumu doğuran nedenlerin bazıları doğrudan iktidarın uygulamalarıyla ilgili.

Bu; milli bayramlara yönelik yaklaşımdaki farklılıklardan, doğrudan iktidar temsilcilerinin ağzından tarihi olaylarla ilgili yapılan yorumlara, eğitim müfredatı değişiklerinden yeni yasal düzenlemelere kadar farklı alanlarda kendini gösterebiliyor.

Diğer yandan popüler kültürde, TV dizilerinden anma programlarına, özellikle Osmanlı dönemiyle ilgili, alışkın olunduğundan farklı bir tarih anlatısını ortaya koyan eserler ve etkinlikler çoğalıyor.

'Yeni tarih anlatısı' kaçınılmaz mı?

Konunun kimi uzmanlarına göre, siyasi dönemlere uygun tarih yazımı zaten kaçınılmaz bir durum.

BBC Türkçe'ye konuşan, Toplumsal Tarih Dergisi Yayın Kurulu üyesi, İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Y. Doğan Çetinkaya, bu ilişkinin "eşyanın tabiatı gereği olduğunu" savunanlardan.

"Tarih, tarihçilik, tarih yazımı her çağda yeni bir anlatı ve yorum olarak karşımıza çıkar" diyen Çetinkaya şunları ekliyor:

"Bu farklılık ya değişen iktidar veya içinde yaşanılan toplumsal siyasal şartlar dolayısıyla olur. Ya da modern tarihçilikte o dönemde ortaya çıkan kuramsal arayışlarla ilişkili olabilir. E.H. Carr, her tarihçinin yaşadığı dönemin insanı olduğunu söyler mesela.

"AKP döneminde de yeni bir tarih anlatısı inşa edilmesi eşyanın tabiatı gereği. Sonuçta tarih, geçmişte yaşanmış gerçeklikle ilişkili de olsa tarihçilik bir şekilde politik olan bir seçme ve kurgulama edimidir. Farklı zamanlarda farklı mekanlarda tarihçiler, politikacılar vs. hep tarihten seçip ayıklayıp kurguladıkları bir anlatı ve tarihle karşımıza çıkarlar.

"Bunun için tarih, diğer başka şeylerde olduğu gibi bir mücadele alanıdır ve bunun için de bu alanda çok büyük kavga ve hararetli çatışmalar yaşanır. Çünkü geçmiş bizim bugün modern kimliğimizi oluşturan en önemli girdilerden bir tanesidir."

'Modernlik şoku ve nostalji'

Tarih alanında onlarca kitabı bulunan, Derin Tarih dergisi Genel Yayın Yönetmeni, yazar Mustafa Armağan, bugün Türkiye'de yeni tarih anlatısı inşası tartışmalarını belli bir geçmişe dönüş çerçevesi çizerek ele alıyor.

BBC Türkçe'ye konuşan Armağan, "geleneksel olanı ezmeye şartlanan ama sonuçta onu yeniden üretmeye mahkum olan modernlik şoku esnasında toplumların hafızasında bir geçmişe dönüş, nostalji temayülü yaşandığını" söylüyor.

Yazar Armağan, "Osmanlı modernleşmesinin özellikle 1859'dan itibaren modernliğin çarpmasına karşı kendini yeniden formüle ettiğini, 1860'larda Osmanlı geçmişiyle mesafenin açılıp geçmişin nostaljik bir tona büründüğünü, 2. Meşrutiyet'te bir sosyal mühendislik aklının devreye girdiğini, bu dönemde modern bir istibdat doğduğunu, 1925 sonrasında ise Metin Toker'in sözüyle 'ülkenin bir mezar sessizliğine gömüldüğünü', bu sürecin de 1945'ten sonra azalarak da olsa sürdüğünü" savunuyor.

"Asıl işi zorlaştıran da bu ideolojik tektipleştirme ve konuşturmama tavrıydı" diyen Armağan, son yıllarda yaşananları ise 2002 öncesine referansla yorumluyor:

"Bugün yaşanan nostaljinin 1860'ların normal nostaljisinden farkı, tarih üzerindeki sansürün hala devam etmesinden kaynaklanıyor. Bir asra yakın süren, 25 yılı mutlak, bir konuşamama, tartışamama hali, meseleleri kapının arkasına veya halının altına süpürme tavrı onları biriktirdi ve sıkışan tüpün patlaması gibi tarih de Turgut Özal dönemiyle birlikte patladı. Eğer yaşasaydı Turgut Özal devrinde görecektik bu patlamayı. Nasip olmadı.

"Bu arada 1999'da ilginç bir yıldönümü kapımızı çaldı. Osmanlı'nın 700. Kuruluş yıldönümü etkinlikleri. 17 Ağustos depremine kadar bir Osmanlı tsunamisi yaşandı. Eğer Türkiye'nin gündemini mecburen değiştiren deprem faciası gibi bir muazzam hadise üzerini siyah bir bulutla kaplamasaydı, 1 Ocak 2000 yalnız yeni milenyumun değil, Osmanlı'ya hamile olduğunu öğrenen bir Türkiye'nin de müjdesini verecekti.

"Bugünkü tsunaminin ilk dalgası böyle başladı. 29 Mayıs 1953'deki Fethin 500. Yıldönümü kutlamaları ile 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'nı da bu tektonik hareketlenmenin öncü merkezleri sayabiliriz."

Armağan'a göre günümüzde yaşanan, "bir enerjinin dışa vurumu":

"Osmanlı'yı reddettiğini söyleyen ama onu da tam reddedemeyen ve onun yerine toplumun derin tabakalarına yapışan duygusal bir ideoloji ikame edemeyen Cumhuriyet'in bastırarak halının altında biriktirdiği enerji bugün böyle dışa vuruyor. Sağlıklı mı bu hal? Kuşkusuz değil. Her patlamanın kontrolsüz bir boşalma olduğu gibi bu da aynı kaderi paylaşıyor."

Armağan: Hakkı teslim etmek isteyenlere 'gerici' deniyor

Armağan, içinde Sultan 2. Abdülhamid'e bakışa da değindiğimiz, tarihe yaklaşımda 2002 öncesine kıyasla ne tür farklılıklar olduğuna dair sorumuza ise şu yanıtı veriyor:

"İlk kitabım 'Osmanlı: İnsanlığın Son Adası'nda 'Mazlum bir tarihin sesi olmak istiyorum' demiştim. 'Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı' adlı kitabımda Sultan'a atılan onlarca iftiraya cevap verdim. Millet tarihine o kadar aç bırakılmış ki bugüne kadar yarım milyon insan bu kitabı okudu.

"Öte yandan düşünün, 1916 yılında bir Britanya ordusunu teslim olmak zorunda bırakmış kaç devlet vardı dünyada? Biz bunun başarmışız Kut'ül Amare'de ama her nasılsa 'unutmuşuz'. Hem de 100 yıl süren bir unutkanlık bu. Böyle bir tarih olmaz.

"Ayasofya ki fethin sembolü ve vakıf mülkü ama ibadete kapalı bir müzeydi. Bu; tarihe, hukuka ve millete bir reddiye idi. Sirkeci'de Büyük Postahane binası var. Lütfen gidip bakın, üzerindeki dört adet Sultan Abdülhamid tuğrası kazınmış. Yok edilmiş."

Armağan, bu hattaki yaklaşımların "gerici" diye nitelenmesini eleştiriyor:

"Şimdi tarihin üzerinden buldozerlerin geçirildiği bir ülkede yaşıyoruz, monarşik geçmişlerine saygı duyan İngiltere'de veya Rusya'da değil. Bu ret tavrı ister istemez bir reaksiyon doğuracaktı. Hakkı teslim etmek, ihkak-ı hak etmek isteyenler bunu savununca da gerici deniliyor. Yani tarihi bir mesele, hemen siyasi, ideolojik bir zemine oturtuluyor."

Çetinkaya: 'Yeni tarih var ama devamlılıklar da var'

Doğan Çetkinkaya, günümüzdeki tarih anlatısı ile AKP öncesindeki anlatıyı şöyle kıyaslıyor:

"2002 öncesinden önemli farkın şunlar olduğu düşünülüyor: Osmanlı'ya olan bakış, İslam tarihini merkeze alma çabası, Türkiye'nin dünyada ait olduğu yer olarak Batı'dan ayrı bir aidiyet geliştirme konusu, Cumhuriyet'e ait kişi ve sembollerin azımsanması vs. Ya da işte belki beyaz cumhuriyetçi seçkinler karşısında 'hakiki millet'" vurgulamak. Merkezin dışında çevre denilen hikaye..."

"Evet yeni bir tarih anlatısı elbette inşa ediliyor. Bu çok önemli ama bu, temel devamlılıkları da görmezden geleceğimiz anlamına gelmiyor" diyen Çetinkaya, "devamlılık" konusunda şu yorumu yapıyor:

"Sonuçta 2002 öncesinde, 1980 darbesi öncesi ve sonrasıyla bir Türk-İslam sentezi anlayışı var. Gündelik hayattaki ya da siyasal gündem içinde verilen kavgalarda taraflar tarih yığınından kimi bazı şeyleri seçip kimilerini dıştalıyorlar ve bunu yaparken sembolik birtakım unsurlar üzerinden kavga çıkabiliyor.

"Ama tabii hatırlamak lazım, mesela İstanbul'un fethini ilk Recep Tayyip Erdoğan belediye başkanı olunca kutlamıyor, değil mi? Balkan Savaşı sonrasında Birinci Dünya Savaşı arifesinde İttihatçılar çıkartıyorlar bunu piyasaya. Yani AKP'nin tarih söyleminde de milliyetçilik, Türkler, devlet, seçkinci yani elitist bakış açısı temel hakim parametredir. Padişahları, komutanları, paşaları anlatmaktan reayaya gelemezler mesela benim gibi bir tarihçinin baktığı yerden."

Çetinkaya, "günümüzdeki bazı tartışmaların içeriğe değil, kostüme ilişkin olduğu" kanısında:

"AKP ilk döneminde tarih konusunda, iddialarında daha utangaçtı. Bir yandan sanki Ayasofya ve Kariye camiinin ibadete açılması radikal bir değişim gibi geliyor. Ama diğer yandan ilk dönemine oranla Erdoğan daha milliyetçi, daha devletçi ve hatta daha Türkçü. Zaten İslamcı kesim de aslında çokça milliyetçi, devletçi ve Türk merkezlidir.

"Ama buna rağmen biz yine de bir çatışmadan ve değişimden bahsedebiliyoruz. Buradaki tartışmanın ben hala içeriğe dair değil kostüme ilişkin olduğunu düşünüyorum. Ama bu kostüm ben dahil birçok insan için daha radikal bir değişimmiş gibi de hissettirebilir kendini o ayrı. Zira gündelik hayat ve kültürel kodlar da önemli mevzular."

Armağan: 'Sultan Vahdettin'i tartışabilmeliyiz'

Mustafa Armağan, "tarihin tarih alanında kalması gerektiğini" savunanlardan.

"Müsaade edilmiyor, çünkü Kemalist sistem tarihin tarihçilere bırakılmayacak kadar tehlikeli olduğuna inanıyor. Tarihe bu kadar yüklenirseniz bumerang gibi bir gün başınıza çarpması mukadderdir. Bugün yaşanan, Kemalizm'in 95 yıl önce attığı bumerangın dönüp kendisine çarpması hadisesidir" yorumunu yapıyor yazar.

Kendisi, tarihi olay ve kişilerin tartışılabilmesine ihtiyaç olduğunu söylüyor:

"Klasik kitaplarımızda adalet bir şeyi ait olduğu yere koymak şeklinde tarif edilir. Biz de adalet istiyoruz: Yani tarihteki olayların veya şahsiyetlerin ait olduğu yerlere konulmasını. Bundan rahatsız olanlar var. Doğru. Bunu ifrata vardırarak yanlış uygulayanlar da var. O da doğru. Ama bunların olması gerekiyor. Tartışabilmeliyiz. Tartıştıkça mantıksız noktalarımızın farkına varacak ve birbirimizi tanıyacağız.

"İngilizler Cromwell'i tartışacaklar, Fransızlar Petain'i, biz de Sultan Vahdettin'i. Lakin İngilizler ve Fransızlar Cromwell ve Petain'i tartışabiliyor ama biz tartışamıyoruz.

"Biz diyoruz ki kavga etmeyelim, dinleyelim, müzakere edelim, mübahese edelim, mübareze edelim, sonra münakaşa edelim."

Siyaset mi belirleyici olacak?

Doğan Çetinkaya, önümüzdeki dönemde, Türkiye'de yeni tarih anlatısıyla ilgili tartışmaların doğrudan siyasetle belirleneceği kanısında.

Bunu açarken, "Yeni Türkiye" söylemine ve siyasi ittifaklara da değiniyor:

"15 Temmuz'dan sonra daha artan şekilde, Erdoğan'ın bir 'yeni' vurgusu var. İttihatçıların döneminde, Kemalist dönemde hep bu öne çıkar: 'Yeni Türkiye.' Aslında bu kuruculuk iddiası ve yeni bir şey yaratma motivasyonu birçok şeyde olduğu gibi kendine ait ve yeni bir şeyler kurmayı gerektiriyor. Tarih de bunlardan biri.

"Gezi İsyanı, 15 Temmuz darbe girişimi, FETÖ ile çatışma çerçevesinde yeni bir siyasal koalisyon kuruldu. Bu koalisyon bir teyakkuz hali üzerine inşa edildi. Bir varlık yokluk algısı üzerinden devletin güvenlik aygıtı, AKP, MHP'yi bir araya getirdi. Şu an AKP'nin liberal döneminden farklı bir rejim içerisindeyiz. Liberal dönemdeki utangaç tarihsel göndermeler ise özellikle İslamcı tabanı konsolide etmek için radikalleşiyor.

"Ancak burası da koalisyonun yumuşak karnı. Daha önce olmadık ölçüde Cumhuriyet sembolleri ile bir çatışma gündeme gelirken koalisyonun içinde Doğu Perinçek gibi şahıslar da var. Ama onun ötesinde ne kadar dönüştüğünü bilmesek de ordunun kendisi var. Mesele burada Erdoğan'ın tarihe ilişkin kullandığı farklı renk ve boyaları Kemalist, cumhuriyetçi, Atatürkçü çizgileri kapatmak için ne kadar kullanacağı ile ilişkili."

Türkiye'deki yeni tarih anlatısıyla ilgili tartışmalar, önümüzdeki dönemde de devam edecek gibi duruyor.

Tartışmaları, ileride hangi gelişmelerin ateşleyeceğini tahmin etmek zor olsa da mesele; güncel siyaset, ideoloji ve kültürel hegemonya gibi tartışmalarla iç içe geçecek gibi görünüyor.

Editör: TE Bilisim