Yaklaşık beş yıl kadar önce okumuştum, bir daha okudum. Konusunun önemli bir kısmını unutmuşum. Daha çok “Baba” aklımda kalmış. Kitabın konusu kısaca şöyle: Eskiden devrimcilik yapmış bir adamın (Kenan), polis karşısında çözülmesi sonrası, yıllar sonrasında yaşadığı iç çelişkilerini ve buna paralel olarak sisteme/evliliğine tutunamamasını izliyoruz. İkinci karakterimiz ise (belki de başkarakterimizdir budur!) Günsel adında bir genç kız. Abisinden dolayı çocukluğundan itibaren devrimci mücadelenin içindedir, felsefe öğrencisidir ve evli, çocuklu Kenan’a âşık olur. Aşkları ilerleyen ikili, böylece kitap boyunca bize sistemin çelişkilerini, para hırsını, bencilliğini, aşkı, ülke siyasetini, devrimci mücadeleyi sorgulatır. Tabii ki daha pek çok karakterle birlikte! Türkali, karakterlerini gayet sahici ve akıcı bir şekilde kurgulamış. Kitap boyunca her bir karakterin psikolojik derinliklerini, gelişimlerini, akıcı bir dille izliyorsunuz.

3. tekil şahısla anlatılan romanları pek sevmem. “…yapıldı… edildi…” diye süren cümleler bana adeta bir “rapor” veriliyormuş hissi yaşatır. Bu kitapta da bazen bunu hissettim ama çok da sık değil! Bir de Türkali, aynı bölüm içinde aynı konuyu, önce Kenan’ın gözünden, sonra da Günsel’in gözünden anlatma yöntemini kullanmış, bu da ister istemez kitabın hacmini arttırmış. (742 sayfa, Everest Yayınları, 2004, İstanbul)

Demokrat Parti’li (DP) Yıllar

Kitap boyunca 1950-60 döneminin politik olaylarını tek tek izleme, analiz etme şansına kavuşuyorsunuz. Bu dönem bilindiği gibi Demokrat Parti’nin (DP) iktidarda olduğu, CHP’nin başında bulunan İsmet İnönü’ye Menderes’in baskılarının arttığı bir süreç... Aynı zamanda komünistler başta olmak üzere tüm muhaliflere baskılar, baskılar…

1980 doğumlu birisi olarak 90’larda da, 2000’lerde de, özellikle bugün de hep baskıcı iktidarların 1980 ile karşılaştırıldığını gördüm. Ki bunu ben de yaparım çoğunlukla. (Bu arada bugünkü durumu baskıcı bir sistem olarak görmüyorum. Demokrasi ile gelmiş bir iktidarın “ileri demokrasi” uygulamaları ile karşı karşıyayız. Mis gibi! Resmi görüşümün bundan gayrı olmasını düşünemiyorsunuz bile değil mi? Evet, öyle… Haşa, sümme haşa!!!) Neyse, biz konumuza dönelim: Dediğim gibi baskıcı uygulamalar genelde 1980 faşist darbesi ile karşılaştırılır ülkemizde. Hâlbuki bir askeri darbe olmamışsa, asıl olarak karşılaştırılması gereken dönem, Menderes’li yıllardır bana kalırsa. Yani 1950’ler…

1950’ler… Ülke uzunca bir süre tek parti dönemini yaşamış, muhalefet demokrasi diye iktidara gelmiş ve fakat ardından tek pati yıllarını aratır olmuş! Bu bağlamda hep düşünürüm: Nasıl bir ülkeyiz ki demokrasiyi bir türlü yaratamayız? Tabii ki burjuva demokrasisinden bahsediyorum. Yani asgari demokrasi şartları, sendikal mücadelenin önünün açılması, dillerin, kültürlerin kendini ifade etmesi vs. Ama yok! Ne yazık ki ülke kuruldu kurulalı bunu beceremedik!

Bu kitabın bana kattığı en önemli politik çıkarımların başında işte bu geliyor: Demokrat Parti’li yıllara tekrardan eğilme, sorgulama! Sizlere de tavsiye ediyorum bu vesile ile. Bu dönemi bir daha inceleyiniz! Öyle değil mi ama? “Milli şef” denilen bir muhalefet liderine dahi, miting yaptırmamalar, linç girişimleri, basın kısıtlamaları, yasaklar… Oysa bunları yapanlar kendilerine milli, muhafazakâr demokrat diyen kimselerdi. Ve baskı kurdukları kişi, resmi devletin ikinci adamı idi!

Kitapta daha pek çok çıkarım yapacak, çeşitli sorgulamalar yaşayacaksınız. Haydi, öyleyse okumaya…

Editör: TE Bilisim