Büro Emekçileri Sendikası Adana Şubesi Adli yıl açılışıyla ilgili basın açıklaması gerçekleştirdi. Şube Özlük ve hukuk sekreteri Sinan TUNÇ; "Ülkemizde, tarihin en ağır yargı krizinin yaşandığı, halk için hukuk güvencesinin ortadan kalktığı, yürütmenin yargıya doğrudan müdahalesinin alışılmış, sıradan bir mesele haline geldiği bir süreçte yeni bir adli yıl başlıyor."

Toplumsal davalarda akla ziyan hukuksuzlukların yaşandığı, yargı mekanizmalarında haklı olanın değil güçlü olanın korunduğu, iktidarın gözüne batanların, muhaliflerin, milletvekillerinin, siyasetçilerin, gazeteci, aydın ve akademisyenlerin gizli tanık beyanları, “kes yapıştır iddianameler" ile tutuklandığı, seçilmiş belediye eşbaşkanlarının görevlerinden alınıp yerlerine kayyumların atandığı yürütmenin kamuoyundan saklamak istediği davalarda  keyfi gizlilik kararlarının verildiği,  bağımsız olması gereken  HSK’nın  bağımsız yargıçlar üzerinde baskı aracına dönüştüğü, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının uygulanmamasının olağan hale geldiği, yurttaşların en basit davalarda bile yargıya güveninin kalmadığı bir dönemi yaşıyoruz.

Yargıda reform iddialarıyla gündeme getirilen her paket, yargının sorunlarını çözmek bir yana, siyasi iktidara daha bağımlı bir yargı yaratmaktan öteye gidememiştir.  Artık adli yıl açılışları bile sarayda yapılmaktadır.

Kendine bağlı bir yargı yaratma çabasının son halkası olan çoklu baro yasa tasarısı 81 ilin baro başkanının tasarıya karşı çıkmasına rağmen meclis genel kurulundan AKP-MHP oylarıyla geçti. Barolar, insan haklarının, İfade ve basın özgürlüğünün, demokrasi ve barışın, kadınların ve çocukların korunmasının, konut güvenliği, sağlıklı çevre ve kent hakkının, iş güvenliği gelecek güvencesinin, halkın adalete erişiminin güvencesi oldukları için siyasi iktidar tarafından hedef haline getirilmişlerdir. Çoklu baro sistemi iktidara bağlı yargı sistemi içinde bağımsız barolara ve savunmaya olan tahammülsüzlüğün göstergesidir.

Cezasızlık, Kadın Cinayetlerini Artırıyor!

18 yıllık AKP iktidarı döneminde kadın cinayetleri binde 1400 artış göstermiştir. Her gün neredeyse iki kadın genellikle de en yakınındaki erkekler tarafından katledilmektedir. Katiller ise ya cezasız bırakılmakta ya da iyi hal indiriminden yararlanarak kısa sürede serbest bırakılmaktadır. Her gün yüzlerce kadın da, evde, işte, sokakta erkek şiddetine uğramakta, şiddet tehdidi altında yaşamaktadır. Kadınların, kolluk güçlerine ve yargıya yaptıkları başvurular sonuç vermemekte, gerekli önlemler alınmamaktadır.

Diğer yandan, kadına yönelik taciz tecavüz vakaları katlanarak çoğalırken yılda ortalama 8 bin çocuk cinsel istismara uğramakta, LGBTİ+lara yönelik nefret cinayetleri her geçen gün artmaktadır.

Bu ağır vahşet tablosunun temelinde, erkek egemen sistem ve AKP iktidarının dinci, militarist, cinsiyetçi, kadın düşmanı politikaları yatmaktadır. Ancak erkekleri koruyan, cezasız bırakan, kadını suçlayan ve itibarsızlaştıran yargının payı da görmezden gelinemez.

18 yaşındaki bir kadını 20 gün boyunca alıkoyup tecavüz eden ve ölümüne neden olan uzman çavuşun serbest bırakıldığı, haber yapan gazetecinin tutuklandığı bir yargı sisteminde adalet arayışının sosyal medyada örgütlenerek aranması başka hangi “demokratik” ülkede yaşanabilir? Sosyal medya baskısıyla ile bir caninin tutuklanmasını sağlamak hukuk garabeti değil midir? Yoğun baskı sonucu göstermelik olarak tutuklanan fail bugün yine elini kolunu sallayarak aramızda dolaşmaktadır.

Kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin arttığı bir dönemde bir yandan da İstanbul Sözleşmesinin yürürlükten kaldırılma girişimleri devam etmektedir. Resmi adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan ve şiddeti önlemek, eşitlik ve özgürlük temelinde yaşayabilmek için en önemli yasal araçlardan birisi olan İstanbul Sözleşmesine karşı çıkmak demek, açıkça daha fazla kadın ve çocuk şiddet görsün, daha fazla kadın öldürülsün demektir. İstanbul Sözleşmesi eğer uygulanıyor olsa idi bugün öldürülen kadınların çoğu aramızda olabilecekti. İstanbul Sözleşmesi temel insan haklarını insanların hayırseverliğine mahkûm eden değil, devlet politikasının merkezine taşıyan eşitliğin, özgürlüğün ve adaletin güvencesidir. Hak temelli düzenin güvencesidir. İstanbul Sözleşmesi yaşamın ta kendisidir. Haklarından ve yaşamından vazgeçmeyecek milyonlarca kadının ortak sesidir.

Yargı Emekçilerinin Sorunlarına Çözüm İstiyoruz!

Aksayan, halkın beklentilerini karşılamayan yargı hizmetlerinin etkili bir şekilde verilmesi kamu hizmeti açısından elbette ki son derece önemlidir. Ancak bu hizmetin nitelikli verilebilmesi için birinci koşul, hizmeti veren yargı emekçisinin ekonomik, özlük, sosyal ve demokratik haklarının idare tarafından tam olarak sağlanmasıdır.

Dünya’nın, Avrupa’nın en büyük adliye saraylarından, en ücra ilçelerde yer alan adliyelere kadar yargı hizmeti üreten yargı emekçileri, öncelikle düşük ücret,  yoğun iş yükü ve idari baskı altında ezilmekte ve uğradığı haksızlığa eşitsizliğe karşı kendi kurumlarında çare bulamamaktadır. Bu durum başlı başına bir sorun olarak durmaktadır.

Yargı emekçileri her reform paketi açıklandığında “acaba bizim de sorunlarımıza çözüm getirilir mi” beklentisine girmektedir. Ancak yardımcı yargı personeli olarak nitelenen yargı emekçilerinin ekonomik, özlük, sosyal haklarına yönelik sorunlar bu paketlerde kendilerine yer bulamamaktadır.

Öte yandan COVID-19 salgını nedeniyle ülkemizde günlük vaka tespitleri ve can kayıpları artarak devam etmekte, Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulu tarafından salgının kontrol altına alınamadığı, sosyal izolasyonun, temasın azaltılmasının ve fiziki mesafenin önemini koruduğu, özellikle 60 yaş üstü olanlar ile kronik hastalığı bulunanların en fazla risk altında olan gruplar olduğu sürekli vurgulanmaktadır. 

Adliye binalarının fiziki koşulları yurttaşların başvurma yoğunlukları vb gibi etkenler göz önüne alındığında, hizmet birimlerinde gerekli fiziksel mesafenin sağlanamayacağı, aynı anda birçok yargı emekçisinin bir arada hizmet vermek zorunda kalacağı ve bu durumun virusun yayılmasını kolaylaştıracağı açıkça ortadadır.

Salgın sürecinde yargı hizmetlerinin devam edebilmesi için öncelik yargı emekçilerinin sağlığının korunması olmalıdır. Bu konuda alınması gereken her türlü tedbir idarenin sorumluluğundadır.

Yıllardır biriken sorunlara karşı, gerek Adalet Bakanlığı’nın, gerekse siyasi iktidarın vurdumduymazlığı, bırakın sorunların çözümünü, var olan sorunlara yeni sorunlar eklemeye devam etmektedir.

TALEPLERİMİZ NETTİR:

1- Yargı emekçilerine insanca yaşayacakları bir ücret için derhal ek zam verilmelidir.

2- Şu anda Ankara, İstanbul ve İzmir illeriyle sınırlı olmak üzere ödenen yol ücretleri, tüm yargı emekçilerine ödenmelidir.

3- Zabıt Katibi yargı emekçilerine VHKİ kadrosu verilmelidir.

4-Sözleşmeli istihdama son verilmeli, güvenceli istihdam esas alınmalı ve 4/B kadrosunda istihdam edilen yargı emekçileri 4/A kadrosuna geçirilmelidir.

5- Disiplin soruşturması yönünden 2802 sayılı Yasanın ilgili hükümleri kapsamından çıkarılarak yargı emekçilerinin de 657 sayılı Yasa kapsamında disiplin soruşturmasına tabi tutulması konularında düzenleme yapılmalıdır.

6- Fazla mesai ücretleri genişletilerek tüm yargı emekçilerine ödenmesi sağlanmalıdır.

7- Atama ve görevde yükselmelerde mülakat değil, liyakat esas alınmalıdır.

8- Artan iş yüküne karşın yeteri kadar personel alımı yapılması yerine yargı emekçileri üzerindeki baskı arttırılarak sorun çözülmeye çalışılmaktadır. Bu tür uygulamalardan vazgeçilerek yeterli personel istihdamı yapılmalıdır.

BES olarak; tüm yargı emekçilerinin taleplerinin sesi, sözü olduk. Yargı emekçileri için insanca yaşam ve insanca çalışma koşullarının yaratılması için, hukukun üstünlüğüne dayalı eşit, laik, demokratik, barışçıl bir adalet sistemi için mücadeleye devam edeceğiz.

Yargı emekçilerini, insanca yaşam, güvenceli iş, güvenli gelecek için verdiğimiz mücadelede, taleplerimizin karşılanması için tek ses olmaya ve Sendikamızda örgütlenmeye davet ediyoruz!

Editör: TE Bilisim