Narkozdan uyanırken ilk hayata merhaba diyen kulaklarıdır insanın. Önce bir ses duyarsın, sonra artarak büyüyen bir uğultuya gebe kalır kulakların. Sonra yavaş yavaş uyanır diğer duyu organların ve ilerlemeye başlarsın.

Ama yalnızca acılarını bırakarak ilerleyemez bir insan, ya affetmeyi de öğrenecek ya da unutmayı bilecek. Yoksa acılar geçmişte de olsa hatırlandıkça ağırlık yapar diyorum lakin “Gerçekten kalbin bunları taşıyıp hiçbir şey olmamış gibi ilerleyecek kadar güçlü mü?” diyorlar bana!

Bilmem, ya sizin?

Tüm bunlar kişiden kişiye değişen yanıtlar barındırıyor aslında.

 Kim kimden neyi alacaktı? Kim daha çok gayret ederse o mu başaracaktı yoksa oyun hep kaybetmeye mi kurulmuştu. Tanrı bunun neresindeydi bilmiyorum. Gerçekten iyiler için bir cennet hazırlanmış mıydı? Ya cehennem? Ya bütün bunlar bir hayal ürünüyse ve ben öcümü almak için çok geç kaldıysam diye de düşünmüyor değilim bazen!

Dünya zenginler dışında kimse için adil değildi. Bazıları içinse cenneti yaşarken dünyalarını cehenneme çevirmek için savaş başlatmak en olağan durumdu. Kim haklı kim haksız onu bilemem tabi, hiçbir şey göründüğü gibi değil hatta bize gösterildiği gibi hiç değildi.

Yine de çokça ölüyoruz. Öldürülüyoruz!

Mezara girecek kadar soğuyan bir bedenle baş başa kalınca ne yapar bir insan hiç bilir misiniz?

Ben bilirim, çok içmiş olduğum bir akşam denemişliğim var elbet! Hayatta her şeyin bir provası olmalı değil mi? Mesela önce ağzınıza gözünüze toprak giriyor, ellerin onları silecek kadar güçlü olmuyor tabi, kapanıyor gözlerin, her yer karanlık oluyor, güneş uzun bir süreliğine emekliye ayrılıyor.

Korkuyorsun, korkuyorum bende!

Kalbimin atışları yavaşlamaya başlıyor bu gelgitlerde. Kasılıyor her yerim. Sanki ölümle sevişiyor gibiyim. Zevk mi veriyor acımı çekiyorum kalp atışlarımın sesinden anlayamıyorum. Kafam bir milyon, aklım ise dağınık düşünemiyorum. Odaklanamıyorum, kendimi yokluyorum, bu kadar sert durmaya çalıştığım hayatın birdenbire nasıl kırılma noktasına geldiğine şaşırıyorum. Ölmeden az biraz yaşadıysan ne ala deyip kendimi teselli ediyorum.

Tabi bu dünyada iyilikte oluyor kötülükte, bana göre her ikisi için ayrı tanrılar mevcut olmalı! Hem bu kadar merhamet hem de bu kadar kötülük aynı kişide toplanıyor olamazdı. Bu zıtlık akıl tutulması yaşatıyor. Dünya zıtlıkların bir ürünüydü lakin iyi ya da kötü olmak, güzel ya da çirkin olmak, kavuşmak kadar ayrılık, gelmek kadar gitmek, üzmek kadar sevmek, kadın ya da erkek, gece ya da gündüz, iyi de hangisi kazanacak aydınlıklar karanlıklara teslim olurken!

İyi kötüye yenilirken, öldürmek yaşamaya galip gelmişken biz nerede duracaktık.

Yanıyordu yine her yer, bombalar düşüyordu tepemize! Ateş, günahlarımızdan daha masumdu bu aralar. Tüm yanmış küle dönmüş şeylerin kardeşliği gibi öylece bakakalmıştık sadece. Nerde duracağımızı bilmediğimiz günlerin ertesi günüydü. Cenazeyi dün kaldırmıştık, bugünse alabildiğine yağmur yağıyor gözlerimden yanaklarıma. Başınız sağ olsun diyor biri, o an anlıyorum.

Gerçekten bir yerlerde birileri öldürmüştü ele avuca sığmayan hayalleri…! Hepsi tutmayı beceremediğim parmaklarımdan akıp gidiyor işte. Oysa ısınmak için hepsini yakacaktım…!

Yoksa nasıl doğar insan yeniden küllerinden?

Editör: TE Bilisim