“Evrende en büyük ziyan sorgulama yeteneğini kaybetmiş bir beyindir.” – Albert Einstein

İnsanları diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden biri hayatı, olayları, bilinmeyeni sorgulaması, araştırması, yaşananları beyindeki içsel süzgeçten geçirip anlamaya çalışmasıdır. Yani biz insanları diğer canlılardan en çok düşünebilme yetimiz ayırır. İnsana dair olan bu tür özellikler, başın alın bölgesinin hemen arkasındaki prefrontal korteks denen küçük bir alanda gerçekleşmekteymiş.

Prefrontal korteks, insanın en karmaşık ve gelişmiş tüm zihinsel fonksiyonlarını gerçekleştirmesini sağlar. Prefrontal kortekslerimiz geliştikçe de yapabileceklerimiz, algılayabileceklerimiz genişler. Kullandıkça daha da gelişen bu bölge insanın ruhsal gelişimine katkı sağlayan en önemli kısımmış. Kişinin iradesi, dürtü ve duygularının yönetimi, özgün kişiliği, problem çözme yetisi, yaratıcılığı hep prefrontal korteksin ürünüdür. Bu bölge ne kadar gelişmişse o kadar olgun ve sağlam bir kişiliği olurmuş kişinin.

Yenilikler, buluşlar, inovasyon yapabilme ilk başta sorgulama yeteneğiyle alakalıdır. Küresel İnovasyon [1] Endeksi’nde 131 ülke arasında Kıbrıs 30. Sırada iken, Türkiye 52. Sırada yer almakta mesela. Listenin en başlarında bulunan ülkelerdeki başarı tabii ki sadece sorgulama yeteneğine dayalı değildir fakat girişimcilik kültürünün önemli bir dinamiği sorgulamaktan geçer. Örneğin Finlandiya’da ve İsviçre’de ki eğitim sistemlerinde öğrencilere sorgulamayı öğretiyorlar. “Neden?” sorusunu sormak çok önemli.

“İsviçre eğitiminde sorgulama yeteneği daha küçük yaşlarda çocuklara aşılanmakta. İlk öğretilen şey hiçbir şeyin doğru olmadığıdır. Bu da çocukların her şeyi eleştirilebilmesi ve sorgulamasını sağlıyor.” – Pierre – Alain Masson

Bilgiyi sorgulamak çok önemli. Nedenlerini bilmek, anlamak, ki sadece bilimde değil hayatın her alanında her şeyi sorgulamak ve sorgulayabilmek. Başka yöntem ve yolun olabileceğine dair olan kuşku. Sadece bir cevabın olmayacağını bilmek. Tek bir doğrudan ibaret değil hayat. Ayni herkesin doğrusunun bir olmadığı gibi.

İnsanların inançları ve alışkınlıkları günümüzde akıllarının önüne geçiyor sanki. Her gün daha az kitap okuyor insanlar, daha az sorguluyorlar. Daha iyisi olabileceğine ya da daha farklısı olabileceğine inanmak yerine alışılanın içinde devam ediyorlar.

Sorgulayarak öğrendiğimizde yaşadığımız da anlama ve kavrama yetimiz gelişir, keşfetmeye açık oluruz, yeniliklere açık oluruz, meraklı oluruz hayata karşı. Düşünen insan, sorgulayan insan öğrenir, diğerleri sadece ezberler ve yerine getirir anlamaz, pragmatist olmaya mahkumdurlar. Cahilliğe mahkûm kalır düşünmeyen sorgulamayan.

İlk aşamada kitap okumayı toplum olarak alışkanlık haline getirmeliyiz ki sorgulama yeteneğimiz ve hayal gücümüz gelişsin. Rasyonel bir şekilde düşünebilelim. Beynimizin düşünce alanını ev olarak sayarsak, tek odalı düşünceyle – bence alışkanlık – yaşamamalıyız, gelişemeyiz. Başkalarının düşüncelerini, fikirlerini dinlemeden bilmeden daha fazlası olabileceğine başka bakış açısı olabileceğine bilmeyebiliriz. Dinleyin, okuyun, araştırın ve sorgulayın her bilgiyi düşünceyi; “neden böyle düşündün/düşündüm?” deyin.

Her gün, günlük düzenimizin dışında bir şeyi denemeliyiz belki de onu daha çok seveceğiz, günlük yaptığımız işleri sorgulamalıyız. Sorgulama evresi sadece bilimde değil, tarihte, ekonomide, sosyal hayatta, siyasi alanlarda toplumu ve kişiyi aydınlatacak bir evredir.

Bir bilgiyi sorgulamadan doğruluğuna inanmak başka beyinlerin düşüncelerini aynı şekilde doğrusunu, yanlışını bilemeden tekrar etmekten başka bir şey değildir.

Bilmeyeni sorgulamayanlar zaman içinde yok olmaya mahkumdur. Sadece bize anlatılan hikayelerle, doğrularla, öğretilenlerle kendimiz olamayız. Kendi doğrumuzu sorgulayarak, öğrenerek ve düşünerek bulmak zorundayız.

Her gün daha fazla “neden, niçin, niye” sorularını sorduğumuz günlere, daha fazla sorguladığımız, araştırdığımız günlere.

Özellikle de daha fazla okuduğumuz günlere..

Referanslar:

  1. https://www.wipo.int/edocs/pubdocs/en/wipo_pub_gii_2020.pdf
Editör: TE Bilisim