Memleketten ailecek gelip işlettiğimiz kitapçıyı kurmuştuk. Elbette ki Seyfi Abim işin lokomotifiydi. Bense liseyi iki yıl önce bitirdim ve getir götür işlerinin yanı sıra, kitapçılığın da inceliklerini öğreniyorum.

                Önceliğimiz hukuk kitaplarında. Ben gelen müşterilerle hukuk mu tüze mi tartışması yapıyordum. Onlar tüzeyi kullanmayalım, yerleşmedi ki diyorlar. Bense; ama tüzel kişilik yerleşebildi, diyordum.

Abimin yaşı ve de deneyimleri gereği evin en sosyal kişisiydi. Akademik çevreler de dahil, sanat ve kültür insanlarını tanıyor, yayımcılık yaptığımız için kimisinin kitaplarını dahi basıyordu. Ayrıca onlarla işyerimiz dışında sosyal ortamlarda da görüşebiliyordu.

ÜÇ GÜNLÜK DÜNYA FİLMİNİN GALASI GERÇEKLEŞTİ ÜÇ GÜNLÜK DÜNYA FİLMİNİN GALASI GERÇEKLEŞTİ

                Abim, ablamla birlikte Ankara’ya kitap getirmeye gidip beni işyerinde yalnız bıraktılar.

                Öğleye doğru anımsadığım kadarıyla galiba baro başkanıydı, işte o geldi. Beş altı tane tuğla kalınlığında kitabı seçti, kasaya yaklaştı. Abim olsa kahveler, çaylar filan ısmarlar. Ancak ben yapamıyorum.

                “Hoş geldiniz.” diyebildim. Yüzüme çok bakmadan, ağız ucuyla,

                “Sağ ol delikanlı.” diyebildi. Kitapların etiketlerine bakarak toplam bedeli söyledim.

                “Tenzilat yok mu?”

                “Yeni bitti.”

                “Nasıl yeni bitti!?”

                “Az önce sondu, kalmadı.”

                “Ne diyorsun sen? Şimdi sen bana, az özce vardı şimdi sana yok mu diyorsun!?”

                “Evet. Aynen öyle diyorum. Yapacak bir şey yok.”

                Başkan çok sinirlendi, sesini de yükselterek bağırıyordu.

                “Sen benle dalga geçiyorsun. Ne demek az önce vardı şimdi yok!”

                “Evet, yalan mı söyleyeyim yani. Size kalmadı. Başka zaman gelirse belki...”

                Böyle bir şeyle ilk kez karşılaşıyordum. Kitapları seçip parasına gelince de sorun çıkaran birisi gelmişti. Ayrıca önemli de birisiydi. Keşke abim olsaydı, ne yapar eder bu durumu çözerdi.

                Adliyeye ve avukat bürolarına kitap götürür para almadan gelirdim. Acaba Abim olsa parasını sonra mı isterdi diye,

                “İsteseniz hiç vermeyin. Ben abime söylerim.”

                “Ne demek abime söylerim, ondan mı korkacağım!”

                Daha da kızdı. Ne diyorsam sorun oluyordu. Sonunda sinirli sinirli gidip cezaevine düşmüş birinin “Savunma” adında yeni gelmiş bir kitabını alarak parasını vermeden çekip gitti.

                Çok geçmedi, iki polis geldi ve aldılar beni.

                Hep bu abimin yüzünden, işte bak şimdi karakolun nezarethanesindeyim.

               

Öğleden sonra polisin biri beni çıkardı ve adliyeye getirdi. Başsavcının odasındayız. Buraları tanıyorum, arada bir kitap getirdiğim yerlerden.

                “İsmail evladım. Memurlara kitap istediğimi söyleyince, kitapçı genç nezarette dediler de öğrendim. Hayrola, baro başkanı senden neden şikâyetçi? N’oldu aranızda ne geçti? Anlat bakalım.”

“Tazminat istedi savcı amca.”

“Tazminat mı?”

“Evet. Ben de yeni bitti dedim.”

“Bitti dedin ha! E sonra?”

“Ne diyebilirim, kalmadı dedim. Sonra bana kızdı.”

“Yapma yahu!”

“Bitmişti. Ben ne yapabilirim?”

Savcı yanındaki birisine,

“Bu genç ne diyor böyle? Kitapta yasak masak değil aslında. Baro başkanı eğer adliyedeyse benim rica ettiğimi söyleyin de bir geliversin. Bu işte bir iş var.”

Baro başkanı geldi. Bana kızgın kızgın bakıyor. Başsavcı sordu,

“Başkanım gençten şikâyetçiymişsiniz. İsterseniz mahkeme yolu açık ancak kitap yasak da değil ki. Siz hukukçusunuz bilirsiniz, dava açsak belki de bu genci baro savunacak değil mi? Ne dersiniz, bilemedim ki!”

“Sayın başsavcım, bir hukuk insanıyla dalga geçilmez. Böyle yaklaşamaz, öğrenmeli.”

“Evladım sen de dalga geçmişsin ama.”

“Hayır efendim. Dalga geçer miyim hiç?”

“Başkanım siz gençten tazminat mı istemişsiniz?”

“Ne tazminatı sayın başsavcım, tenzilat filan yok mu dedim.”

“Bak başkanımız ne diyor? Yani indirim var mı demiş.”

“Tazminat kitabı istedi savcı amca, yeni bitmişti. Ayrıca indirim filan istemedi ki. Zaten parasını da vermeden kitap aldı!…”

Kubilay Altuntaş             

Editör: Haber Merkezi