Sayın okuyucu, bu söyleşi serimizde size kendisini 'Kemalist İlahiyatçı' olarak tanımlayan Mehmet GÖL ile tanıştıracağım. Kendisi, ömrünü Anadolu coğrafyasındaki aydınlanma mücadelesine vermiş bir neferdir. Daha nice neferin de temsilcisi olarak eğitim-öğretimin yakın tarihine ışık tutuyor. Söyleşimizi üç bölüme ayırmak zorunda kaldım çünkü konuşulacak o kadar çok şey vardı ki ne zaman ne de sayfalar yeterdi anlatmaya. Belki bu üç bölüm bir başlangıçtır, kimbilir... İlk bölümde Mehmet Göl’ün öğrencisi Yaşar Yılmaz da anılarından bir parça katkı sağladı bize. Kendisine desteğinden ötürü çok teşekkür ederim, ayrıca minnettarım.
BİRİNCİ BÖLÜM:
Anadolu’da Aydınlık Bir İz Bırakmak: Köy Enstitüsü Ruhu"
(Hilal Bal): Sizi tanıyabilir miyiz? Eğitim ve yaşam yolculuğunuzdan bahseder misiniz?
Mehmet Göl: 23 Mart 1944 tarihinde şu anki Düziçi'ne bağlı Bostanlar Köyü'nün Göllüler Mahallesi'nde doğdum. Köyümde açılan okulun ilk mezunuyum. İlk öğretmenim Mehmet Küçükosmanoğlu'ydu. İlkokulda beş yıl okudum ve bu beş yılda beş öğretmen değişti. Bostanlar İlkokulu'ndan mezun olduktan sonra, ortaokulu Bahçe Ortaokulu'nda, liseyi ise Maraş Lisesi'nde okudum. Yaşamıma etki eden isimler arasında, ilkokuldan Mehmet Küçükosmanoğlu'nu ve Maraş Lisesi'nden Edebiyat öğretmeni Mustafa Atatanır'ı hiç unutmam. Benim bugün hâlâ her gün en az bir saat okuma tutkumun nedeni Mustafa Atatanır'dır.
Maraş Lisesini bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine kaydoldum. Üniversitede okurken inanç ve dinsel anlamda yapılanmama, kişilik bulmama etki eden çok önemli isimler vardı. Bunların başında Ordinaryüs Profesör Hilmi Ziya Ülken ve Bahriye Üçok geliyor. Bahriye Üçok, laik cumhuriyetin sevdalısı, yiğit bir kadındı. Bize, özellikle laik cumhuriyetle ilgili, bir din adamı olarak duruş aşılayan isim Bahriye Üçok'tur. Biz de onun gösterdiği yolda ilerleyerek bu günlere geldik. Ayrıca, Laik Cumhuriyet’in amansız bir savunucusu olarak öğretmenlikte, idarecilikte ve diğer alanlardaki çalışmalarımda hep aynı yolu takip ettim ve etmeye devam ediyorum.
Bana "emekli" diyorlar ama ben bu sözcüğe inanmıyorum. Ben deneyimli bir öğretmenim. Çünkü hâlâ yazıyorum, hâlâ düşünüyorum. Hâlâ bu yoksul halk yığınlarının kurtuluşu için mücadele ediyorum, yol göstermeye çalışıyorum, çabalıyorum. Bana nasıl emekli denir ki? Eşimle beraber her gün burada, ben saat 6.30-7.00 gibi kalkarım. Her gün, sektirmeden, en az bir saat okuruz. Eşim de okur, ben de okurum. O son olarak Mehmet Başaran'ı okudu. Ben de ne okudum biliyor musunuz? "Komünist İmam"ı okudum. Ve sevgili Selahattin Beyaz'ın kitabı (Mükemmel Eğitimde Köy Enstitüleri) Köy Enstitüleri ve eğitim-öğretim üzerine okuduğum kitaplar arasında çok özel bir yere sahiptir.
(Hilal Bal): O halde, son dönem okumalarınızın ağırlıklı olarak eğitim ve Köy Enstitüleri üzerine olduğunu söyleyebiliriz.
Mehmet Göl: Evet. İlahiyat Fakültesinden mezun olduktan sonra, ilk görev yerim Düziçi İlk Öğretmen Okulu oldu ve burada Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak atandım.
(Hilal Bal): Anlıyorum, yani bu okul daha önce Köy Enstitüsüydü.
Mehmet Göl: Evet. Daha önce Düziçi Köy Enstitüsü'nün devamı olan Düziçi İlk Öğretmen Okulu'nda öğretmen olarak göreve başladım. Köy Enstitüleri 1954’te kapandı, ben 1968’de göreve geldim. Okula geldiğim zaman, Koca Yunus’un dediği gibi, ‘hamdım’ ben. Hanya'yı, Konya'yı bilmiyordum, öğretmenliği düzgün bilmiyordum. Okumayı, saz çalıp türkü söylemeyi, şiir okumayı, konuşmayı, düzgün yürümeyi, merhaba demeyi, günaydın demeyi... her şeyi Düziçi İlk Öğretmen Okulu'nda öğrencilerimden öğrendim.
(Hilal Bal): Peki, Köy Enstitüleri modeli İlk Öğretmen Okulu'nda da devam etti mi, yoksa farklılıklar mı oluştu?
Mehmet Göl: Ankara'da okurken Köy Enstitüleriyle ilgili zaten hazırlıklıydım. Çünkü orada yaşadığım bir olay beni bu konuya yönlendirmişti ve bilgim vardı. Geldiğim zaman, Köy Enstitüleri'nde yapılan yaparak ve yaşayarak öğrenime dayalı eğitim ve öğretimin devamını, tam olarak aynı olmasa da Düziçi İlk Öğretmen Okulu'nda gördüm. Örneğin, “Düziçi İlkÖğretmen Okulundaki uygulamalı tarım derslerini ve fizik laboratuvarlarını hiç unutmam. Düziçi Köy Enstitüsü'nün ruhu, İlk Öğretmen Okulu'nun 1975'te kapanışına kadar devam etti.
Oraya okula geldiğim zaman... bilirsiniz, İlahiyat Fakültesi'nde okurken 4 yıl boyunca Arap-Fars kültürünün baskısı altında bunalmıştım. Özellikle kız öğrenciler gülerek yaklaşıp "Günaydın öğretmenim!" deyince tuhafıma gitmişti. Çünkü biz "Selamun Aleyküm ve Rahmetullah"a alışıktık. Düziçi İlk Öğretmen Okulu'nda "günaydın" sözcüğü bana çok şey anlattı. Yani orada birçok şeyi öğrencilerimle yaparak ve konuşarak öğrendim. Derslerde onlarla kurduğum ilişkileri hâlâ özlüyorum. İnanın, çoğu kez rüyama geliyor. Hatta bu anıları şimdi Facebook'ta sık sık 'Delişmen Düşlerim' başlığıyla yazılarımda paylaşıyorum.
(Hilal Bal): Facebook'taki yazılarınızı takip ediyorum.
Yaşar Yılmaz: Hocam 1968'de oraya geldi. Ben de 1969'da öğrenci olarak girdim aynı yere. Yani altı yıl hocamla beraber aynı havayı soluduk.
(Hilal Bal): Okul yedi yıllık mıydı?
Yaşar Yılmaz: Altı yılla başlamıştı, biz girdiğimizde yedi yıla çıktı.
Mehmet Göl: Son mezunlar yedi yılda mezun oldu. Rahmetli Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ, öğretmen okullarının üniversiteye geçişini ve mezunların üniversite mezunu olmasını sağlamak için, İlk Öğretmen Okulu’nun ismini Öğretmen Lisesi olarak değiştirdi. Bu sayede son mezunların üniversiteye yolu açıldı ve eğitim bir yıl fazla sürdü. Bundan sonra okul zaten kapatıldı.
(Hilal Bal): 6-7 yıl boyunca öğretmenlikle ve yaşamla ilgili eğitim alıyorsunuz. Üstüne bir de üniversite eğitimi eklenince, bu gerçekten müthiş bir donanım, hocam.
Mehmet Göl: Okula gittiğim gün tesadüfen Cuma'ydı. Bana, "Düziçi İlk Öğretmen Okulu'nda Cuma günleri öğrencilere ders verilecek, her öğretmen bir ders veriyor, sen de vereceksin," dediler. Ben daha öğretmenliğe yeni başlamıştım, ne söyleyeceğimi şaşırmıştım. Fakat bütün öğrenciler birinci binanın önünde toplanıp taburelere dizilmişti. Ben ne düşündüğümü bilemezken, 'Köyde İmam, Öğretmen, Muhtar Üçlüsünün İşlevi' konulu bir konuşma yaptım. Müdür, baş muavin ve tüm öğrenciler oradaydı. Herkes sanırım böyle bir konuyu beklemiyordu. Müthiş bir alkış koptu ve böylece başladım. Bu bana tam bir doping oldu.
Okul müdürü beni ilk derse, 5-B sınıfına götürdü. O ilk dersi hiç unutmuyorum. Atatürkçü düşüncelerle yoğrulduğum için, derslerde hep onu (Atatürk'ü) hayal ederdim. Bir derste Atatürk'ü anlatırken "Hey On Beşli On Beşli" türküsünü tutturunca, öğrencim Selver Büyükikiz, “Hocam, Çekirge ağlıyor,” dedi. Şu anda Elbistan'ın bir köyünde yaşayan öğrencim İsmail Çekirge, heyecandan ağlıyordu. Ben konuşurken sınıfta tam bir sessizlik hâkimdi. Böyle böyle başladık.
Okulda Müdür Yardımcısı, Eğitim Şefi ve Müdür olarak görev yaptım. Müdürlüğüm döneminde, her sabah her öğretmen, 5 dakika boyunca öğrencilere Laik Cumhuriyet’ten ve Mustafa Kemal Ülküsü’nden söz edecek, ondan sonra derse başlayacak kuralını getirdim. Bunu bir kural haline getirip uyguladım. Ve o günleri nasıl özlüyorum, bilemezsiniz...
Yaşar Yılmaz: Hocam, duygu yoğunluğundan ağlayabilir.
(Hilal Bal): Birlikte ağlarız hocam.
Yaşar Yılmaz: Yani hocamla aynı havayı soluduk. Şunu da eklemek isterim: İlk defa kundura ve gömlek gibi eşyaları yatılı okula girdiğimde gördüm ve onlarla öyle tanıştım. İlkokul yaz tatillerinde çobanlık da yaptım. Öğretmen Okulu’na sınavla alınıyordu. Sınavı kazanıp girdim. Daha on bir, on iki yaşlarında bir çocuktum. Üç öğün yemek yiyorduk, karnımız doyuyordu. Elbisemizi veriyorlardı. Bu muhteşem bir şeydi. Ders programı da çok güzeldi. Tarım dersleri dışarıda uygulamalı, iş dersleri iş atölyelerinde, müzik dersleri ise müzikhanedeydi. Yani, program değişmiş olsa da, Köy Enstitüleri'nin eski programı olmasa da...
(Hilal Bal): O program olmadığı halde bile...
Yaşar Yılmaz: O program olmadığı halde, ilk üç sene müzik dersinde blok flüt çalıyorduk. Ardından mandoline başlıyorduk. Mandolin, aslında bir disiplin de getiriyor; çalması zordu. "Çalın ve öğrenin" felsefesi vardı. Yeteneği olmayanların bile kulağı ve başka becerileri gelişiyordu. Yeteneği olanlar ise ilerletiyor; kemana, gitara veya bağlama çalmaya geçebiliyordu. Benim bağlama tutkum zaten oradan gelmedir. Elbette çok zorluklar da yaşadık.
(Hilal Bal): Aslında yeteneklerini keşfetme adına da çok önemli bir eğitim. Peki, zorlukları nelerdi?
Yaşar Yılmaz: Birçok şeyi yaşayarak öğrendik... Zorluklar ise okulun son dönemlerinde, siyasi olayların şiddetlenmesiyle başladı. Örneğin, yatakhanede dayak yediğimiz günleri hiç unutmam. Okul müdürümüz değişmişti. Hocam (Mehmet Göl) onu daha yakından tanır. Bu müdür, öğrencileri gruplaştırdı ve "Komünistler Moskova'ya, komünistlerin burada ne işi var!" gibi söylemler başladı. Bir gün yatarken bizi kaldırdılar ve sopalarla vurmaya başladılar. Hatta beni ikinci kattan atmaya çalıştılar; nasıl kurtuldum bilmiyorum ama aşağı inip kaçmayı başardık.
(Hilal Bal): Bu olaylar lise çağınızda mı yaşandı?
Yaşar Yılmaz: Öğretmen Okulu'nun son sınıfı lise dönemi sayılır. Biz zaten 18 yaşında öğretmen olarak mezun olduk.
(Hilal Bal): Anlıyorum, o halde lise dönemi.
Yaşar Yılmaz: O zorluklar siyasi baskıdan kaynaklanıyordu. Hâlbuki biz, az önce Hocamın da söylediği gibi, vatan sevgisiyle ve Atatürk'ün ilkeleriyle öğrendik, büyüdük. Bu ülkeye hizmet etmenin bir görev olduğunu biliyorduk ve bu görevin nerede olacağı bizim için hiç önemli değildi: Mardin, Şırnak, Hakkâri... Fark etmezdi. "Bir daha şurada çalışalım" gibi bir düşünce yoktu; bu sınırlar içindeki hangi şehir olursa olsun giderdik. Ben zaten göreve Mardin'de, Midyat'a bağlı bir yerde başladım.
(Hilal Bal): Oysa günümüzde tayinimiz çıktığında gözümüzü hemen batıya dikiyoruz.
Yaşar Yılmaz: Yatılı okuldaki o ortak yaşam hâlâ aranıyor; hâlâ arkadaş gruplarımızla görüşüyoruz. Yeni Kuşak Köy Enstitüsü Derneği'nin yemeğinde de gördüğünüz gibi, özlemle geliyorlar. Hele Düziçi'ne gittiğimiz zaman... Maraş'tan, Antep'ten, Hatay'dan, Osmaniye'den, Adana'dan, Ceyhan'dan ve Andırın'dan bir sürü insan geliyor. Kırk, belki de elli yıl birbirini görmeyen insanlar yeniden kucaklaşıyor.
Birinci bölümü Yaşar Yılmaz Öğretmenimin bu son sözüyle bitiriyorum. Bu ilk bölüm hem kendi öğrencilik hayatım hem de şimdiki meslek hayatım üzerine beni derin düşüncelere sevk etti. Şöyle ki; her ikisinin de anlattıkları öğrencilik yıllarımda Mehmet Göl öğretmenimin bahsettiği özelliklere sahip olan öğretmenlerimi hatırlattı. Aynı zamanda, meslek yaşantımın ilk yıllarındaki o ideali yeniden hissettim. Ama aramızdaki fark şu ki, her ikisinde de o ideal hâlâ aynı coşkunlukta. Yaşar ve Mehmet öğretmenlerim gibi yüreği aydınlanma ateşiyle dolu tüm öğretmenlerime saygıyla…
Mehmet Göl Öğretmenimizin yaşadığı zorluklar ve sürgüne gönderilmesi ile birlikte mücadele azmini konuştuğumuz ikinci bölümde görüşmek üzere...