Dünya

Coğrafya ve Siyaset, Bağımsız Filistin Devletinin Önünde Engel

Büyük zorluklara rağmen, işleyen bir Filistin devleti kurmak imkansız değil. Dolayısıyla tanınma, sembolik bir eylemden daha fazlası olabilir.

Abone Ol

Son dönemde birçok ülke Filistin devletini resmen tanımak için harekete geçti. Filistin’in egemenliğinin onaylanması tarihi bir diplomatik dönüm noktası anlamına gelse de, uluslararası hukuk açısından temel bir gereklilik olan topraklarının tam sınırları hâlâ büyük bir tartışma konusu. Bu tartışma Batı Şeria’daki her tepeye ve Gazze’nin yıkıntılarına kadar uzanıyor.

Sınırların Evrimi

Bu anı anlamak için Filistin’in çalkantılı siyasi tarihinde sınırların nasıl şekillendiğini – ya da dağıldığını – takip etmek gerekiyor. 1947’deki BM taksim planı, Yahudi ve Arap devletleri için yarı bütünleşik iki toprak öngörüyor, Kudüs’ü ise uluslararası bir şehir olarak belirliyordu.

Ancak bu vizyon, 1948’de İsrail’in kuruluşuna yol açan savaşa hızla dönüştü. Filistinliler, “yeşil hat” ile çizilmiş, Ürdün ve Mısır yönetimine bırakılan Batı Şeria ve Gazze Şeridi ile sınırlı kaldılar.

Bu ilk sınırlar, bugün hâlâ Filistin devletinin uluslararası alanda tanınan temeli olarak kabul ediliyor ve “1967 öncesi sınırlar” olarak adlandırılıyor. 1967’deki Altı Gün Savaşı ise İsrail’in topraklarını fiilen üç katına çıkardı. İsrail, Batı Şeria ve Gazze’nin tamamını işgal etti ve Doğu Kudüs’ü ilhak etti.

İsrail yerleşimleri özellikle Batı Şeria’da Filistin coğrafyasını parçalamaya hemen başladı. Bu yerleşimler uluslararası hukuka göre yasa dışıydı ve çoğu zaman hükümetin resmi onayı bile yoktu.

Buna rağmen ciddi bir engelle karşılaşmadılar – aksine, çoğu durumda İsrail makamları tarafından doğrudan desteklendiler. Oslo Anlaşmaları ise bölgeyi A, B ve C bölgelerine ayırdı; bu bölgelerde Filistin yönetiminin yetkileri farklılık gösteriyordu. İkinci İntifada’daki (2000-2005) intihar saldırılarının ardından İsrail, 1967 sınırlarının derinlerine giren bir ayrım bariyeri inşa etti. Altı on yılın sonunda, Batı Şeria artık birleşik bir devlet toprağından çok parçalı bir takımadaya benziyor.

İnşa ve Güvensizlik

Yakın tarihli bir çalışmada, meslektaşlarımla birlikte uydu görüntülerini kullanarak Batı Şeria’daki durumu inceledik. 2014’te var olan 360 yerleşim ve karakolun on yıl boyunca gelişimini izledik.

Bu süre zarfında ortalama bir yerleşim alanı üçte iki oranında büyüdü. Toplamda yerleşimler bugün 151 km²’lik bir alanı kaplıyor – on yıl önce bu rakam 88 km² idi. Bu, %72’lik bir artış demek. Buna, özellikle 7 Ekim 2023’ten sonra onaylanan yüzlerce yeni yerleşim de eklendi.

Her yerleşim, yoğun bir İsrail askeri varlığı ve altyapısı ile birlikte geliyor. Bu durum, Filistinlileri çoğunlukla dışlayan karmaşık bir yol ve kontrol noktası sistemi yarattı; hareketliliği ve ekonomik faaliyeti ciddi şekilde kısıtladı.

Dahası, aşırı sağcı yerleşimcilerin şiddetli saldırıları ve tacizleri birçok bölgede belgelendi. Bu koşullarda bağımsız bir devlet kurmanın zor olduğunu söylemek bile durumu hafifletmek olur.

Yakın zamanda onaylanan Batı Şeria’daki E1 projesi bu durumu örnekliyor. Kâğıt üzerinde bir yerleşim daha olacak gibi görünse de, inşa edilirse Kudüs’ün dışındaki kuzey-güney yolunu kapatacak ve Batı Şeria’yı fiilen ikiye bölecek.

İsrail’in aşırı sağcı maliye bakanı Bezalel Smotrich, bu hamleyi “Filistin devleti fikrini silmek” olarak kutladı. Ancak gerçekte yerleşimler tam tersi bir etki yaratıyor. Dört aylık saha çalışması ve 8.000’den fazla Filistinli ile yapılan anketlere dayanan araştırmamız, tehlikeli bir dinamiğe işaret ediyor: Yerleşimlerin birkaç kilometre yakınında yaşamak, şiddet içeren eylemlere katılma olasılığını neredeyse ikiye katlıyor (%82’den fazla), buna karşılık ılımlı protestolar %30-36 oranında düşüyor. Aynı şekilde diplomatik girişimlere destek azalıyor, şiddetli saldırılara destek artıyor.

Bu yalnızca yerleşimci şiddetine tepki değil. Yerleşimlerin varlığı, kolektif ahlaki öfkeyi artırıyor – bu da şiddetli çatışmayı tetikleyen bilişsel bir durum.

Araştırmalar, bu durumun insanları riskleri değil tehdit ve cezalandırma düşüncesini öne çıkarmaya yönelttiğini gösteriyor. Bu, özellikle Batı Şeria’da tehlikeli. Ve bu etki kalıcı olabilir: Bugün yerleşimci topluluğu yarım milyondan fazla kişiden oluşuyor; çoğu silahlı, şiddete yatkın ve ayrılmaya radikal biçimde karşı.

Bu da, yerleşimler genişledikçe siyasi şiddetin ve misillemelerin de artacağı, çatışma döngülerinin süreceği anlamına geliyor. Yakın zamanda Kudüs’te yaşanan, E1’in onaylanmasından haftalar sonra Filistinli silahlı kişilerin altı kişiyi vurduğu saldırı, bu gerçeği trajik biçimde ortaya koyuyor.

Lider Arayışı

Yaşanan büyük acıların ve kıtlığın ardından Gazze’nin yeniden inşası ve entegrasyonu, yaşayabilir bir Filistin devletinin parçası olmak zorunda. Ancak ocak ayında toplanan verilere göre Gazze’de en büyük siyasi kesim (%32), kendini hiçbir siyasi yapı tarafından temsil edilmeyenler.

Hamas askeri olarak neredeyse yok edildi ve halk desteğini büyük ölçüde kaybetti. Birleşik Krallık ve diğer ülkeler de örgütü terörist ilan etmiş durumda. Ancak Gazze halkının çıkarlarını temsil edecek bir alternatif henüz ortaya çıkmadı. Batı Şeria’da ise yaşlı erkeklerin hâkim olduğu Filistin Yönetimi (FY), pek farklı değil. Oslo barış sürecinin parçası olarak kurulduğundan bu yana geçen 30 yılın ardından, kamuoyu yoklamaları onu gayrimeşru, yolsuz ve yetersiz olarak görüyor.

En gerçekçi yönetim senaryosu, yeniden yapılandırılmış bir FY’nin iki bölgeyi birden yönetmesi. Bunun yine ağırlıklı olarak El Fetih tarafından domine edilmesi, ancak köklü biçimde reforme edilmiş yapılar ve liderlerle olması muhtemel.

Bugün seçim yapılsa, 89 yaşındaki Başkan Mahmud Abbas’ın kaybetmesi neredeyse kesin. Daha güçlü bir aday, hapsedilmiş olan Mervan Barguti; bu da halefiyet sürecini zorlaştırıyor.

Sonuçta birleşik bir Filistin’in liderliğini üstlenecek kişi, onlarca yıllık başarısız öz-yönetimi, derin kamuoyu şüpheciliğini ve bu sürece kesinlikle müdahale etmeye çalışan bir İsrail’i devralacak.

Tanımanın Anlamı

Büyük zorluklara rağmen işleyen bir Filistin devleti kurmak imkânsız değil. Bu nedenle tanıma, sembolik bir hareketten öteye geçebilir. Şimdiden büyük güçlerin Filistin temsilcileriyle ilişkilerini somut biçimde değiştirmeye ve İsrail liderlerine anlamlı baskı uygulamaya başladı.

Ancak ülkeler Filistin’i tanırken aslında neyi tanıdıklarını sorgulamak zorunda. Araştırmamızın gösterdiği gibi yerleşimlerin genişlemesi ve şiddetin döngüleri diplomatik olarak doğrudan ele alınmazsa, bu tanıma boş bir jest olmaktan öteye geçemez. Tüm tarafların çıkarlarını gözeten gerçek bir devlet kurma koşulları yaratılmadıkça, ne barış ne güvenlik sağlanabilir.

Artık mesele tek devlet ya da iki devlet çözümü arasında değil. Mesele, çoktan anlamını yitirmiş sınırları tanımakla yetinmek mi, yoksa yaşanabilir bir şey inşa etmeye kararlı olmak mı. Filistin devletinin geleceği de, İsrail’in güvenliği de bu seçimle doğrudan bağlantılı olabilir.