Siyaset

Gülistan Kılıç Koçyiğit: Demokratik entegrasyon yasaları hızla gündeme alınmalıdır

DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit: Demokratik bir toplum ancak yasaların demokratikleşmesiyle mümkün olabilir.

Abone Ol

Gülistan Kılıç Koçyiğit: Demokratik bir toplum ancak yasaların demokratikleşmesiyle mümkün olabilir. Demokratik entegrasyon yasalarının, demokrasiyi ilerletecek yasaların da hızla tartışılması ve gündeme alınması gerektiğini düşünüyoruz.

DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında güncel gelişmeleri değerlendirdi. Koçyiğit, şunları söyledi:

Dün mağdur kesimlerin dinlenmesiyle süreç başladı ve bugün de devam edecek

Bugün, devam eden komisyon çalışmalarını kısmen değerlendirmek istiyoruz. Komisyon çalışmalarına devam ediyor. Dün mağdur kesimlerin dinlenmesiyle süreç başladı ve bugün de devam edecek. Toplumun farklı kesimlerinden kurumların, heyetlerin, mağdur kesimlerin dinlenmiş olmasını önemli bulduğumuzu ifade etmek isterim. Özellikle çatışmalı süreçlerde mağduriyetler yaşamış, ailelerini ve sevdiklerini yitirmiş, yakınlarını kaybetmiş insanların bu sürece katkı sunması, çözüm aklını devreye koyması, çözümden yana tutum alması ve gerçek anlamda buna dair söz söylemiş olmasının kıymetli olduğunun altını çizmek isteriz.

Bugün Barış Anneleri, Cumartesi Anneleri, İnsan Hakları Derneği, Tahir Elçi Vakfı gibi kurumlar dinlenecek

Bugünkü komisyon toplantısında Barış Anneleri, Cumartesi Anneleri, İnsan Hakları Derneği, Tahir Elçi Vakfı gibi kurumlar dinlenecek. Özellikle Barış Anneleri açısından şunun altını çizmek gerekir. Barış Anneleri; evlatlarını yitirdikleri halde yıllardır beyaz tülbentleriyle barış mücadelesinde ısrarcı olmuş, bir an olsun barış mücadelesinden geri adım atmamış, çatışmalı sürecin son bulması için her türlü fedakârlığı ve çağrıyı yapmış kesimlerden. En büyük acıyı çekmiş olmalarına rağmen en büyük direnci ve en büyük barış mücadelesini yürütmüş kesimlerden biri. O anlamıyla, onların barış mücadelesinin komisyonun çalışmalarına ışık tutacağını, katkı sunacağını ifade etmek gerekiyor. Tabii ki bu bizim komisyon üyeleri olarak sorumluluğumuzu da arttıran bir şey. Çünkü bu kadar acı yaşamış, bu kadar bedel ödemiş toplumsal kesimlerin komisyona gelmesi ve barışta ısrarcı olması komisyonun tarihi sorumluluğunu da açıkçası artırıyor. O anlamıyla biz bu buluşmaları çok kıymetli buluyoruz. İnsan Hakları Derneği de bugün dinlenecek. 90’lı yıllarda faili meçhul cinayetleri ve bu ülkedeki her toplumsal kesimin yaşadığı hak ihlallerini kayıt altına alan, raporlarını yayınlayan, takipçisi olan bir dernekten bahsediyoruz. Kendisi de dönem dönem mağduriyetler yaşamış, hedef gösterilmiş bir dernek. O nedenle, bugün İnsan Hakları Derneğinin de çatışma çözümü, Türkiye'de Kürt sorununun çözümü bağlamında kuracağı her sözün ve çözüm için söyleyeceği her önermenin kıymetli olduğunun altını çizelim.

Yakınlarını kaybeden ailelerin mücadelesine verebileceğimiz en iyi yanıt toplumsal barışı kurmaktır

Yine Cumartesi Anneleri, 30 yıllık tarihi bir mücadeleleri var. Evrenselleşmiş bir mücadelesi var Cumartesi Annelerinin. Bir günle ve bir meydanla anılmakla beraber; bir kentle, bir ülkeyle ve aslında bir toplumsal kesimin kaybıyla simgeleşmiş bir mücadeleden bahsediyoruz. Kimi eşini kaybetti, kimi kardeşini kaybetti; kimi annesini, babasını kaybetti. Ama yılmadılar; yağmur demediler, çamur demediler, kış demediler, yaz demediler, baskı demediler, abluka demediler mücadele etmeye devam ettiler. Gözaltına alındılar, haklarında davalar açıldı. Ama kayıplarını bulmak, kayıplarına ulaşmak için adalet mücadelesini kesintisiz devam ettirdiler. Bu mücadelede ne yazık ki evladının kemiklerine ulaşamadan yaşamını yitiren Berfo anayı ve mücadelesiyle simgeleşen Cumartesi Annelerinden Emine Ocak’ı da bir kez daha saygı, minnet ve sevgiyle anıyorum. Onların mücadelesi tarihi bir mücadeleydi. Ve bugün onların hatırasına verebileceğimiz en iyi yanıt, toplumsal barışı inşa etmek ve kalıcı kılmaktır.

Bütün bu tarihi eşiklerin aşılmasında Sayın Öcalan’ın çok önemli bir rolü oldu

Bu komisyondan beklentilerimizi daha önce çokça söyledik. Yeni bir iklimin içerisinde süreç yeni bir aşamaya geldi. 52 yıllık bir örgüt, örgütsel varlığına son verdi. PKK, Mayıs’ta kongresini yaptı ve fesih kararı aldı. 11 Temmuz itibariyle silahları imha ettiler. O anlamıyla çok önemli, çok tarihi bir gelişmenin içerisindeyiz. Türkiye kamuoyundaki bazı tartışmaları gerçekten dikkatle takip ediyoruz. Anlamakta da zorlandığımızı ifade edelim. Sanki bütün bu gerçekler yokmuş gibi bir tablo çizilmeye çalışılıyor. Sanki Sayın Öcalan’ın 27 Şubat çağrısı yokmuş, bu çağrı sanki örgütte karşılık bulmamış, bu çağrıya karşılık 5-7 Mayıs tarihlerinde örgüt karar almamış, 11 Temmuz’da silahları imha töreni yapılmamış gibi bir atmosfer yaratılmaya ve bütün bu hakikatin üstü örtülerek bazı tartışmalar yürütülmeye çalışılıyor. Oysa ki bütün bunlar 45 yılı çatışmalı geçmiş 100 yıllık Kürt sorunu açısından çok büyük tarihi eşiklerdi. Bütün bu tarihi eşiklerin aşılmasında Sayın Öcalan’ın çok önemli bir rolü olduğunu; sözünün bağlayıcılığını ve örgütün onun sözüne karşılık gerçekleştirdiği bu kararları Türkiye halkları olarak hep beraber gördük. O nedenle bütün bu politik atmosferin, bütün bu yeni sürecin içerisinde bu tartışmayı yürütmemiz ve buna göre pozisyon almamız gerektiğinin bir kez daha altını çizmek istiyoruz. 27 Şubat çağrısıyla barış ve demokratik toplum iradesini ortaya koyan ve buna bağlı olarak da birçok adımın gelişmesini sağlayan Sayın Öcalan’ın, yine aynı şekilde her seferinde çözümün adresi olarak parlamentoyu işaret ettiğinin, siyasi ve hukuki zemini işaret ettiğinin altını çizmemiz gerekiyor.

Komisyonda Sayın Öcalan’ın görüş ve düşüncelerine başvurulması ve diyalog kurulması da önemlidir

Evet, siyaset sorumluluk almalı ve sürecin hukuki gereklerini yerine getirecek adımları hızlı bir şekilde atmalıdır. O anlamıyla, bütün süreç içerisinde mağdur kesimler dinlendiği gibi, sivil toplumdan, demokratik kitle örgütlerinden, farklı siyasi yapılardan insanların ve akademisyenlerin görüş ve düşüncelerine başvurulduğu gibi; bu süreci yürüten ve bu sürecin öncüsü olan, bu süreçte örgüt açısından bağlayıcı kararlar alan Sayın Öcalan’ın görüş ve düşüncelerine de başvurulmasının ve kendisiyle diyalog kurulmasının öneminin altını çizmek istiyoruz. Bütün taraflarla diyalog kurmak komisyonun çalışmalarını kolaylaştıracak, sağlıklı bir halde çalışmaların yürütülmesini sağlayacak ve bu sürecin kalıcı şekilde ilerlemesinin de yolunu açacaktır. Kapsayıcı bir yaklaşıma ihtiyacımız olduğunun altını çizelim. Bu dinlemeler bittikten sonra, özellikle de silah bırakan PKK’lilerin hukuki statüsünün belirlenmesine dair, onların siyasal ve sosyal hayata katılımlarına dair yasal düzenlemeleri komisyonumuz bir an önce gündemine almalıdır. Bunların 1 Ekim itibarıyla Meclis gündemine gelmesi için komisyonumuzun bir tartışmayı ve çalışmayı yürütmesi gerektiğine inanıyoruz.

Demokratik entegrasyon yasaları hızla gündeme alınmalıdır

Toplumsal barış ancak ve ancak gerçek anlamda hukuki ve siyasi altyapı kurularak gerçekleştirilebilir. Demokratik bir toplum ancak yasaların demokratikleşmesiyle mümkün olabilir. Toplumun örgütlenme özgürlüğünün ve demokratik toplumun önündeki engellerin, yasal engellerin kaldırılmasıyla mümkün olur. Bu demokratik entegrasyon yasalarının, demokrasiyi ilerletecek yasaların da hızla tartışılması ve gündeme alınması gerektiğini düşünüyoruz. Yeni bir süreci, bir çözümü, Kürt sorununun demokratik yollardan çözülmesini konuşuyoruz ama siyasal iktidarın pratiklerine baktığımızda tam aksi bir tablo olduğunu da görüyoruz. CHP’li yerel yönetimlere yönelik 19 Mart’ta başlayan ve hız kesmeden devam eden operasyonları ifade etmek isteriz.

Beyoğlu Belediye Başkanının tutuklanması toplumsal muhalefeti hizaya çekme operasyonudur

Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney ve 16 kişi tutuklandı. Bu ilk değil. Dalga dalga her gün operasyonlar yapılıyor. Bunlar, yargı eliyle siyasal ve toplumsal muhalefeti hizaya çekme operasyonlarıdır. Siyasal iktidarın kendisine muhalif ve rakip olanları yargı eliyle etkisizleştirme, yok etme operasyonudur. Bu operasyonlar sandığa, seçime ve seçmen iradesine darbedir. 2016’dan beri yüzlerce belediyesine kayyım atanmış, yüzlerce belediye eşbaşkanı, meclis üyesi tutuklanmış ve hala cezaevinde olan bir parti olarak bütün bunları çok iyi biliyoruz, çok yakından tanıyoruz. Yargı operasyonlarıyla siyasi kumpasların nasıl yapıldığını, yargı kumpaslarıyla siyasetin nasıl dizayn edilmeye çalışıldığını bire bir yaşadık ve bu sürecin de devam ettiğini görüyoruz. Açık ve net söyleyelim: Bize de yapılsa başka bir siyasal partiye de yapılsa ilkesel tutumumuz aynıdır. Asla doğru bulmuyoruz. Bir yerel yöneticinin kim olacağına seçmen karar verir. Eğer seçmenin kararına saygı duymuyorsanız, sandıktan çıkan iradeye saygı duymuyorsanız bunu ilan edin. “Seçimleri kaldırdık, otoriter bir rejim var” deyin; “Biz kimi seçersek o belediye başkanı olur” deyin de herkes bilsin. Ama bir taraftan sandık kurup diğer taraftan sandığı anlamsızlaştırıp seçmenin iradesini yok sayacak yargı kumpaslarıyla bugün halka darbe yapılıyor.

Tutuksuz yargılama, masumiyet karinesi ve adil yargılama ilkesinin derhal hayata geçirilmesi gerekir

Sandıkla gelen sandıkla gider, seçimle gelen seçimle gider ve en büyük irade de halk iradesidir. Kimse halk iradesinin üzerinde değildir ve bugün siyasal iktidar yargı eliyle halk iradesinin, seçmen iradesinin üzerine çıkarılmaya çalışılıyor. Bir de içeriden yapılan operasyonlarla bazı belediyelerin devşirilmeye çalışıldığını biliyoruz ki bu en hafif tabirle seçmenin iradesine saygısızlıktır. Bu yapılanları kabul etmediğimizi ve bunlara son verilmesi gerektiğini söylüyoruz. Bir taraftan toplumsal barıştan, uzlaşıdan, çözümden bahsedeceksiniz; diğer taraftan şafak operasyonları yapacaksınız, seçilen belediye başkanlarını tutuklayacaksınız. Bunlara karşı herkes sözünü söylemeli ve karşı çıkmalı. Tutuksuz yargılama, masumiyet karinesi ve adil yargılama ilkesinin derhal hayata geçirilmesi gerekir. Bunlar hukukun olmazsa olmaz ilkeleridir, evrensel ilkelerdir. Bu ilkelerin ayaklar altına alınmasının ülke demokrasisi ve adalet sistemine zararlar verdiğini, yerle yeksan olmuş adalet sistemini gün geçtikçe daha geriye götürdüğünü ifade etmek gerekir. Biz DEM Parti olarak CHP’ye bir kez daha geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Bu yargı kıskaçları, bu yargısal operasyonlar karşısında CHP ile de tüm siyasal ve toplumsal muhalefetle de birlikte mücadele edeceğiz.

Diyanet İşleri Başkanlığı kadınlardan özür dilemeli, kadınların nasıl yaşayacağına dair fetvalar vermekten vazgeçmeli

Tüm bu tablo içerisinde bir de biz kadınların durumu var. Görülmeyen, duyulmayan, görmezden gelinen biz kadınların yaşam hakkı gün geçtikçe ihlal ediliyor. Son bir ay içerisinde 31 kadın, erkekler tarafından katledildi. 31 yaşam, 31 can, 31 insan. Bu ülkede kıyametin kopması gerekirdi. Dün Aile Bakanı burada sunum yaptı. Tek bir kişi istifa etmedi. Sorumluluktan dolayı yüzü yere düşen tek bir kişi, kurum, bürokrat görüyor muyuz? Çok doğal bir şeymiş gibi herkes çok rahat yaşamına devam ediyor. Biz bu kürsülerden defalarca ifade ettik. Kadınlar ölüyor önlem alın, bütüncül politikalar geliştirin dedik. Ama bütün bunları ne duyan oldu ne de kulak kabartan. Onlarca kanun teklifi ve önerge verdik, konuşmalar yaptık. Ama günün sonunda geldiğimiz nokta, bir arpa boyu yol alamadığımız gerçeğidir; siyasal iktidarın kadınlara yönelik şiddete göz yumduğudur. Siyasal iktidarın kendi kurumları eliyle kadına yönelik şiddeti ürettiği, büyüttüğü, derinleştirdiği ve normalleştirdiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Evet, bugün Diyanet eliyle kadınlara yönelik şiddet meşrulaştırılıyor. Altın işlemeli cepkenler giyenler, son model Mercedeslere binenler, kadınların nasıl giyinmesi gerektiğini, kadınlara nafaka verilip verilmeyeceğini konuşacak hadsizlikte. Soruyoruz: Senin işin nedir Diyanet İşleri Başkanlığı? Sen sabah akşam kadınların yaşamı ve giyimi üzerinden fetva verme hakkını kendinde neden görüyorsun? Bugün bu kadar büyük bir enflasyon, bir ekonomik kriz altında kadınların nafaka hakkına göz dikecek, onların nafaka hakkını ortadan kaldıracak sözleri nasıl kurabiliyorsun? Bütün bu soruları sormak istiyoruz. Burada çok açık ve net Diyanet eliyle topluma yönelik, kadınlara yönelik bir savaş açılmıştır. Bu bir ideolojik saldırıdır. Kadının yaşamını, giyimini, varlığını hedef alan; onun daha fazla şiddet odağı haline gelmesine neden olan bir saldırı haliyle karşı karşıyayız. O nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığının hızlı bir şekilde kadınlardan özür dilemesi ve kadınların nasıl yaşayacağına dair fetvalar vermekten vazgeçmesi gerektiğinin altını çiziyoruz.

Sırf boşanmaları zorlaştırmak için arabuluculuk müessesesi üzerinden kadınların faille aynı masaya oturtulmasını kabul etmiyoruz

Şimdi ne diyorlar? “Zorunlu Arabuluculuk Müessesesi”. Yıllarca psikolojik, fiziksel, cinsel şiddet görmüş bir kadın, yeniden götürülüyor o şiddetin faili olan kişiyle aynı masaya oturtuluyor. Yeniden ve yeniden şiddete, manipülasyona maruz bırakılıyor ve boşanma sürece sürüncemede bırakılarak yeni bir girdabın içerisine sokulmaya çalışılıyor. Oysaki arabuluculuk müessesesi eşitler arasında bir ilişkiyi geliştirir. Peki, bugün Türkiye'de kadınlar ve erkekler eşit midir, eşit haklara sahipler midir? Eşit davranılıyor mu? Eşit ekonomik kaynaklara, eşit gelire sahipler mi? Hiçbir konuda eşit olmayan kadınların arabuluculuk müessesesi üzerinden sırf boşanmalarını zorlaştırmak için aynı masaya oturtulmasını kabul etmiyoruz. Bunların her birisinin kadınlara yönelik tehdit olduğunu ifade etmek isterim.

Memurların, işçilerin ve emeklilerin insanca yaşamaya yetecek bir gelire kavuşması asla bir lütuf değildir

Günlerdir memur maaşları için hükümet ile konfederasyonlar arasında zam pazarlığı vardı. Utanmadılar sıkılmadılar ve gerçek anlamda halkımızı, milyonca emekçiyi, 6 buçuk milyon kamu emekçisini ve emeklisini yeniden yoksulluğa mahkum edecek zam oranlarını masaya getirdiler. Her şeye ama her şeye bütçe var bu ülkede. Faiz ödemeleri, geçen seneye göre yüzde 86,8 artmış. Emekçilerin maaşından kesilen gelir vergisi yüzde 95,5 artmış. Şirketlerin ödediği kurumlar vergisi artışı ise yalnızca yüzde 14,7. Vergi yükü yine halkın sırtında. TÜİK’in sosyo-ekonomik araştırmaları gelir uçurumunu gözler önüne seriyor ama hükümetin son önerisi ne? 2026 yılının ilk 6 ayında yüzde 11, ikinci 6 ayında yüzde 7, 2027’nin ilk 6 ayında yüzde 4, ikinci 6 ayında yüzde 4 zam önerdiler. Utanma yok, sıkılma yok, vicdan yok! Her şey yerde. Sadece bu yıl asgari ücret 4 bin 200 TL reel olarak kaybetmiş, enflasyon karşısında erimiş. Mehmet Şimşek göreve geldiğinde, “Bu ülkedeki enflasyon yüzde 38,2” dedi. Gerilete gerilete kaça gerilettiler? Aradaki uçurumu herkes çok iyi biliyor. 26 milyon hanenin 9 milyonu yoksullukla boğuşuyor. 3,1 milyon zengin ve 289 bin ultra zengin haneye karşılık milyonlarca aile sefalet içinde. İnsanlar çöpten ekmek toplayarak, pazardan sebze toplayarak yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyor. Bu tablo neyi gösteriyor? İktidarın aslında açık ve net bir şekilde sermayeden, patrondan, zenginden yana olduğunu; işçiyi, emekçiyi, yoksulu ezmek için her geçen gün yeni adımlar attığını açık ve net gösteriyor. Memurların, işçilerin ve emeklilerin insanca yaşamaya yetecek bir gelire kavuşması asla bir lütuf değildir. Bu ülkenin, hatta dünyanın bütün zenginliğini var edenler işçi sınıfıdır, emekçilerdir. O nedenle, buradan paylarını almalarının, insan onuruna yaraşır bir yaşam sürmelerinin hak olduğunu ifade etmek istiyorum.

Komisyonun dışında kalıp sürece sürekli çamur atmaya çalışan bir partinin milletvekilinin yaptığı manipülasyonlar tesadüf değil

Son olarak da dün biliyorsunuz Ankara Milletvekili Yüksel Arslan bir tweet atmıştı. DEM Parti’nin komisyondaki söylemleri üzerinden tam bir yalan, tam bir dezenformasyon, tam bir manipülasyon yapmıştı. Biz bu süreç başladığında çözüm karşıtı güçlerin manipülasyonlara zemin olacağını, provokasyonlar yapacağını, algı operasyonu yapacağını, yalan yanlış haberler yapacağını çok iyi biliyorduk. Ama bunu bir milletvekilinin, üstelik de komisyona girmeyi kabul etmemiş, komisyon dışında kaldıktan sonra da sırf süreç dışında kaldı diye sürece sürekli çamur atmaya çalışan bir partinin milletvekilinin yapmış olmasının tesadüf olduğunu düşünmüyoruz. Çok açık ve net söyleyelim: Savaştan, kandan, gözyaşından, şiddetten beslenenleri; kimin çözüm istediğini, kimin barış istediğini, kimin eşitlik istediğini halk çok iyi görüyor. Kimin Kürt ve Türk halkının birlikte yaşamından ve ortak geleceğinden yana olduğunu, ortak vatanda eşit ve özgür yurttaşlar olmasından yana olduğunu halk çok iyi görüyor. Ama kimin Kürt’ün kanının üzerinden, Türk halkının, yoksulun kanı üzerinden, Türkiye halklarının kanı üzerinden siyaset yaptığını, çözümsüzlükten beslendiğini, o çözümsüzlükle gelip burada koltuklarda oturmaya çalıştığını da herkes görüyor. O yüzden onları halkımızın vicdanına havale ediyoruz. DEM Parti olarak dün olduğu gibi bugün de yarın da demokrasi, barış, özgürlük, halkların kardeşliği ve eşitliği için mücadele etmeye ve onurlu bir barışı, ortak bir yaşamın inşasını bu ülkede geliştirmeye devam edeceğiz.

Sayın Öcalan’ın hiçbir şekilde dinlenmemiş olması bu sürecin ihtiyacı ve ruhuna uygun bir yaklaşım olmaz

SORU: Komisyonun Öcalan ile görüşmesi için başvurmasının önemli olacağını söylediniz. Nasıl bir görüşme olacak? Heyet olarak siz mi gideceksiniz, yoksa yazılı bir görüş mü bildirebilir Öcalan?

Bir takvim ve yöntem üzerinde bir tartışma yürütmedik. DEM Parti olarak biz, ilk günden beri bu sürecin sağlıklı yürümesi için bütün tarafların dinlenmesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. 27 Şubat çağrısı karşılık bulmuş, 9 Temmuz çağrısı karşılık bulmuş Sayın Öcalan’ın bu süreçte hiçbir şekilde dinlenmemiş olması, sürecin ihtiyacına da ruhuna da gerekliliklerine de uygun bir yaklaşım olmayacaktır. Bu sürecin ihtiyaçları ve gerekleri var. Bu gereklerden biri de bütün tarafların dinlenmesi, bütün tarafların görüşlerine başvurulmasıdır. Bunun yöntemini de komisyon elbette kendisi takdir edecektir. Nasıl bir yöntemle ve ne zaman olacağı komisyonun takdiridir.

Eylül ortasına kadar komisyonda dinlemeler devam edecek

SORU: Komisyonda söz verilenler dinleniyor. Bu takvim ne zaman işleyecek? 1 Ekim itibariyle yasal düzenlemeler bekliyoruz ama onun öncesinde bir altyapı çalışması olacak mı? Bir de Meclis Çankaya Kapısında Beyaz Toros yakıldı. Bakanlık ÖTV ile ilgili bir protesto olduğunu söyledi. Buna ilişkin değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?

Kesin bir takvim yok ama dün Meclis Başkanıyla da görüştük. Eylül ortasına kadar bu dinlemelerin devam edeceğine dair bir genel yaklaşım var. Bu hafta bu süreçte sözü olan kurumlar, hak örgütleri ve mağdur yakınlar dinleniyor. Gelecek hafta için muhtemelen ekonomi kurumlarının, sendikaların, barolar ve hukuk örgütlerinin dinlenmesine dair bir takvim var. Sonra bu şekilde peyderpey devam edecek. Daha sonra bu alanda çatışma çözümü çalışmış akademisyenlerin, kişilerin, şahsiyetlerin gelmesine dönük genel bir yaklaşım var. Ama halihazırda biz de bu kurumlara dair henüz ortaklaştırmadık, birlikte bir tartışma yürütmedik. Eylül ortasına kadar bu dinlemelerin devam edeceğine dair bir öngörü var. Değişiklik olabilir, bir hafta öne ya da bir hafta geriye çekilebilir. Bunu öngörmek şu aşamada mümkün değil. Sayın Meclis Başkanına hem dinlenecek kurumların listesinin oluşturulmasını hem de takvimin belirlenmesini birlikte planlamayı önerdik. Bunu tekrardan tartışacağız kendisiyle.

Zamana yayılan her şey provokasyona açık olur

Beyaz Toros mevzusu ile ilgili Meclis Başkanı da açıklama yaptı. Resmi olarak İçişleri Bakanlığının yaptığı bir açıklama var. Farklı bir bilgiye biz de sahip değiliz. Ancak bu sürecin sağlıklı yürümesi gerekiyor ve bunun için de çok uzun sürece yaymamak gerekiyor. Zamana yayılan her şeyin provokasyona açık olduğunun, sabotaja açık hale geldiğinin altını çizmek gerekiyor. Bu ülkede çözüm isteyenler kadar olmasa da çözüm istemeyen kesimlerin olduğunu da iyi biliyoruz. Herkesin bu konuda uyanık olması, sorumluluk alması, duyarlılık göstermesi gerekiyor. Elbette en büyük sorumluluk hükümete, İçişleri Bakanlığına ve güvenlik bürokrasisine düşüyor. Bu konuda önleyici tedbir alma sorumluluğu da kendilerindedir.

20 Ağustos 2025