Karl Marx, Grundrisse defterlerinde sermayeyi kendi zeminini sürekli çözen ve yeniden üreten bir toplumsal ilişki olarak tanımlar. Kapitalizmin durağan olmadığını; aksine sürekli dönüşüm, genişleme ve krizlerle hareket ettiğini vurgular. Bu nedenle sermayenin zemini “katı” değil, “kaygan”dır.
Bugün bu kaygan zeminde sermayenin ürettiği yapay zekâ uygulamalarının, özellikle Z kuşağı üzerindeki etkilerini tartışıyoruz. Araştırmalar, 1997-2012 arasında doğan Z kuşağının yapay zekâyı sosyal medyada genel anlamda tarafsız gördüğünü ortaya koyuyor. Sorgusuz yanıt vermesi, bu uygulamaları cazip kılıyor. En çok da zaman ve mekân farkı olmadan karşılarında hazır bir sohbet robotu bulabilmek cezbediyor. Öyle ki, X platformunda “Grok’a sormak” sıradan bir alışkanlık hâline geldi. Bunun sebebi basit: Otoriteye duyulan güvensizliğin yerini yapay zekâya duyulan inanç alıyor.
Yakın zamanda Z kuşağından bir gençle yaptığım sohbet bu durumu çarpıcı biçimde gözler önüne serdi. Bana şunu söyledi: “Biz haberleri şöyle okuyoruz: Önce başlıklara bakıyoruz. Ardından çevrimiçi yorumlara göz atıyoruz. Ancak ondan sonra ana metne geçiyoruz. Bir uzman ya da editör onayladı diye habere inanmıyoruz. Önce akranlarımızın yorumlarını okuyor, sonra güvenilirlik konusunda karar veriyoruz.”
Bu yaklaşım bize önemli bir şey söylüyor: Güven duygusu artık mobilize olabiliyor. İnsan yerine makineye yönelen, uygulamalar aracılığıyla şekillenen bir güven söz konusu. İnsana özgü bu duygu, yapay zekâ tarafından yeniden yapılandırılıyor. Kısacası, insansız bir güven duygusu çağındayız.
Tam da burada Jean Baudrillard’ın simülakr kavramı devreye giriyor. Simülakr, gerçeğin kopyası değil; onun yerine geçen, kendi başına gerçekmiş gibi işleyen bir imgedir. Bugün gerçeklik, temsil olmaktan çıkmış, bağımsız bir model hâline gelmiştir. Yapay zekânın, güven duygusunun insandan makineye kaymasına aracılık etmesi, güveni adeta bir simülakra dönüştürüyor.
Peki, bu ne kadar güvenilir? Yapay zekâ, sermayenin yani devasa şirketlerin ürünü. İnternetten topladığı bilgileri algoritmalar aracılığıyla işleyerek yeni “gerçeklikler” üretiyor. Bu da yanıltıcı, hatta manipülatif cevapların önünü açıyor. Yani güveni makinelere yöneltmek, güven sorununu çözmüyor; aksine derinleştirebiliyor.
Sonuçta sermaye, güvenin maddi zeminini oluşturan toplumsal ilişkileri erozyona uğratarak daha da kaygan hale getirdi. Bugün en temel sorumuz şu: Kim, kime ve ne için güvenecek? Sosyal medya ve ulusal kanallarda şarlatanların sürekli yalan üretmesi, algılar etrafında yoğunlaşmaları, artık bir zeminin bile kalmadığını gösteriyor. Hepimiz boşlukta sallanan birer kum torbasına dönüşmüş gibiyiz.