Bilim - Teknoloji

Plastik: Çevremizde ve İçimizde

Mikroplastikler artık yalnızca bir çevre sorunu değildir; aynı zamanda halk sağlığı meselesidir.

Abone Ol

Plastik, şimdiye kadar üretilmiş en dikkat çekici malzemelerden biridir. Ucuzdur, hafiftir ve son derece çok yönlüdür. Alışveriş torbalarından hastanelerde hayat kurtaran araçlara kadar her şeyin yapımında kullanılabilir; temizdir, güvenlidir ve sterilize edilebilir. Amacına göre tek kullanımlık da olabilir – örneğin hijyenin kritik olduğu tıbbi ortamlarda – ya da yıllarca hizmet verebilir.

Şaşırtıcı biçimde, plastiğin çevresel faydaları da olabilir; hafifliği, taşımacılıkta yakıt kullanımını azaltır. Ancak plastiğe o kadar bağımlı hale geldik ki, 2023 yılında küresel üretim yaklaşık 414 milyon tona ulaştı ve bu rakam her yıl artmaya devam ediyor.

Plastik sayısız gündelik nesnenin parçasıdır. Örneğin bir diş fırçasını düşünelim: kılları genellikle naylondan yapılırken, sapı çoğunlukla hafif polietilen veya polipropilenden üretilir. Ortalama bir manuel diş fırçası 8,5–19 cm³ hacme sahiptir. Zamanla bu fırça, beş milimetreden küçük mikroplastiklere ya da ondan bin kat daha küçük nanoplastiklere dönüşebilir.

Eğer mikroplastikler 1 mikrometre (yaklaşık bir bakteri boyutu) ya da 0,1 mikrometre (SARS-CoV-2 virüsü büyüklüğünde) kadar küçük olabiliyorsa, tek bir diş fırçası teorik olarak 8,5–19 trilyon mikroplastiğe ayrışabilir. Bu parçacıklar, solunum ya da beslenme yoluyla vücuda girecek kadar küçüktür. Plastikler çevrede basitçe “yok” olmaz; parçalanarak küçülür. Güneş ışığı, özellikle ultraviyole-B (UV-B) radyasyonu, plastiği kırılgan hale getirir; dalga, rüzgâr ve aşınma gibi fiziksel etkiler, parçaların sürekli küçülmesine neden olur. Hatta stratosferdeki ozon tabakasının durumu bile UV-B miktarını etkileyerek plastiklerin ne hızla bozulacağını belirleyebilir. Bazı bakteri ve mantarlar da plastiklerin parçalanmasına katkı sağlayabilir; ancak bu süreç yavaş ve çoğu zaman eksiktir.

Sonuç olarak, plastik atıkların büyük bölümü çevrede mikro- ve nanoplastik çorbasına dönüşür. Büyük plastik parçaları, hayvanların boğulması veya deniz kuşları tarafından yutulması gibi doğrudan zararlar verebilirken, mikroplastikler daha sessiz fakat potansiyel olarak çok daha sinsi bir tehdit oluşturur.

Plastik Her Yerde

Mikroplastikler bugün 1.300 omurgasız türünde tespit edilmiştir ve besin zincirinin her seviyesinde bulunmaktadır. Hidrofobik (yağ benzeri) yapıları sayesinde biyolojik zarları geçebilir ve canlı hücrelerine girebilirler. Oysa su seven (hidrofilik) parçacıklar – örneğin kum taneleri – farklı bir biyolojik yol izler.

Boyut da kritik bir faktördür. Küçük parçacıklar, vücutta daha kolay taşınarak ilk girdikleri noktadan çok uzak organlara ulaşabilir. Maruziyet; kirli sularda yüzme, besin ve içecek tüketimi yoluyla gerçekleşebilir. Gıdalar doğrudan plastik parçaları içerebilir (örneğin kirlenmiş sulardan elde edilen deniz ürünleri) ya da paketleme ve endüstriyel işlem sırasında kirlenebilir.

Mikro- ve nanoplastikler, plastik bazlı malzemelerle yapılan kumlama ya da tekstil üretimi gibi işyerlerinde havadaki toz yoluyla solunabilir. Günlük yaşamda ise giysilerden kopan sentetik lifleri ya da lastik aşınmasıyla ortaya çıkan küçük parçacıkları soluyabiliriz.

Bir kez vücuda girdikten sonra, mikroplastiklerin hayvanlarda organlar arasında hareket ettiği – translo­kasyon adı verilen bir süreç – gözlenmiştir; insanlarda ise bu durum henüz kesinleşmemiştir. Ancak kanıtlar, mikro- ve nanoplastiklerin insan karaciğerinde, böbreğinde, akciğerinde, dalakta, kanda, kalpte ve beyinde bulunduğunu göstermektedir. Bir çalışmada, polietilen nanoplastik parçalarının insan beyninde, karaciğer ve böbrekten daha yüksek yoğunlukta biriktiği saptanmıştır. Ayrıca atardamar plakalarında, kalp-damar sorunlarıyla bağlantılı bölgelerde de bulunmuşlardır. Plasentada ve anne sütünde tespit edilmeleri, bu parçacıkların kuşaklar arasında aktarılabileceğini göstermektedir.

Gıda ve içeceklerde plastiğin bu kadar yaygın olması, vücudumuzda bulunmasını şaşırtıcı kılmasa da, tespit edilmesi teknik olarak zordur. Numuneler çoğunlukla plastiklerle dolu hastane ortamlarında toplanır, bu da yüksek kontaminasyon riski doğurur.

Zararlı mı?

Araştırmacılar, plastik parçacıklar ile kalp-damar hastalıkları, akciğer fibrozu – akciğer dokusunun sertleşip nefes almayı zorlaştırdığı bir hastalık – ile karaciğer ve bağırsak hastalıkları arasındaki olası bağlantıları incelemeye başlamıştır. Ancak bu bilim hâlâ çok gençtir. Plastiğin bu hastalıklara doğrudan neden olup olmadığını ortaya koymak için yıllar sürecek geniş ölçekli epidemiyolojik çalışmalara ihtiyaç vardır.

Ortaya çıkan tablo pek iç açıcı değildir. Bilim insanları risklerin tam kapsamını ortaya koymaya devam ederken, ihtiyat ilkesi gereği maruziyeti azaltmak için hemen harekete geçmek gerektiğini öne sürmektedir. Bunun için plastiklerin nasıl parçalandığını, vücudumuza nasıl girdiğini ve içimizde neler yaptığını izlemeye devam etmeliyiz.

Mikroplastikler artık yalnızca bir çevre sorunu değildir; aynı zamanda halk sağlığı meselesidir. Ve plastik üretimi hâlâ artmaya devam ettiğinden, sorun küçülmeden büyüyecek gibi görünmektedir.


Rosa Busquets
Doçent, Yaşam Bilimleri, Eczacılık ve Kimya Fakültesi, Kingston Üniversitesi

Marcel Jansen
Profesör, Bitki Ekofizyolojisi, Biyolojik, Yer ve Çevre Bilimleri Fakültesi, University College Cork