İnşaat sektörü, “erkek işi” olarak kodlanan en katı alanlardan biri. Betonun, demirin, tozun ortasında kadın varlığı hâlâ olağanüstü bir durum gibi görülüyor. Bu yüzden kadın mimar ve mühendislerin yaşadığı taciz, yalnızca bireysel olaylar değil; sistematik bir mesleki şiddet biçimidir.
Cinsel taciz, bu alanın en görünür yüzüdür. Şantiye koridorlarında fısıldanan laflar, bakışlarla bedenin parçalanması, “şaka” adı altında yapılan ima ve dokunuşlar… Kadın, iş yapmaya çalışırken sürekli olarak erkek bakışının altında konumlandırılır. Çalışma ortamı profesyonellikten çok, erkek egemen bir “sohbet kulübü” gibi işletilir; kadının varlığı ya dışlanır ya da hedefe konur.
Ama taciz bununla sınırlı değildir. Daha derin, daha sinsi biçimleri vardır:
-
Mobbing: Kadın mühendis veya mimarın kararları sistematik olarak yok sayılır, toplantılarda sözü kesilir, yetkisi sorgulanır. Erkek meslektaşlarının tek kelimelik talimatı emir kabul edilirken, kadının teknik bilgisi “fazla ayrıntılı” bulunur. Bu sürekli değersizleştirme, görünmez bir psikolojik saldırıdır.
-
Fazla Yük Bindirme: Kadına, erkeklerin üstlenmek istemediği ağır işler verilir. Proje takibi, evrak yükü, raporlama, şantiye ziyaretleri aynı anda kadının üzerine yıkılır. Ama iş bittiğinde başarı ona değil, erkek yöneticiye yazılır. Bu, otoriteyi korumanın en sofistike yöntemidir.
-
Kıskançlık Tacizi: Kadın mesleğinde öne çıktığında, erkek meslektaşları tarafından küçümsenir. “Şansı yaver gitti”, “üstlerle iyi geçiniyor” ya da “fazla iddialı” denilerek itibarsızlaştırılır. Kadının emeği, erkek egemen kültürün kıskanç bakışlarıyla sürekli gölgelenir.
-
İzolasyon: Şantiye, bir dayanışma alanı değil, erkeklik kulübü gibi işler. Kadın, sohbetlerin dışında bırakılır; mesleki ağlara dahil edilmez. Bu izolasyon, onun yalnız hissetmesine ve daha kolay sindirilmesine hizmet eder.
Bütün bunlar, bireysel olaylar değil; ataerkil düzenin inşaat sektöründe yeniden üretimidir. Kadın, varlığıyla bile erkekliğin iktidar alanını “tehdit” ettiği için, sürekli sınırlandırılmaya çalışılır.
Üstelik bu taciz biçimleri yalnızca kadının psikolojisini değil, ülkenin üretim gücünü de etkiler. Çünkü kendini ispat etmek için sürekli görünmez bir duvarı aşmak zorunda kalan kadın, asıl enerjisini mesleğine değil, hayatta kalmaya harcar. Yetenekler köreltilir, yaratıcılık bastırılır, toplumsal potansiyel kaybolur.
Şunu artık açıkça söylemek gerekiyor: İnşaat sektöründe taciz, sadece erkek işçilerin laflarından ibaret değildir. Otorite gaspı, mobbing, fazla yük bindirme, kıskançlık ve izolasyon — bunların hepsi tacizin farklı yüzleridir. Kadın mimar ve mühendisler, şantiyede işlerini yapmak için değil, görünmez duvarları aşmak için mücadele etmektedir.
Ve bu mücadele, yalnızca kadınların sorunu değildir. Erkekliğin yeniden tanımlanmadığı, kurumsal yapıların kadınları korumadığı, hukukun kadınların yanında durmadığı bir düzende, şantiyeler sadece beton değil, aynı zamanda şiddetin de yeniden üretildiği mekânlar olmaya devam edecektir.
Sorun birey değil, sistemdir. Çözüm de bireysel değil, köklü bir kültürel dönüşümdür.
Mürvet TANRIVERDİ