Siyaset

Sevilay Çelenk, Narin Güran Cinayeti ve Davasına İlişkin Meclis’te Açıklama Yaptı

Abone Ol

Ankara, 21 Ağustos 2025 – CHP’li Sevilay Çelenk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde düzenlediği basın toplantısında, bir yıl önce katledilen Narin Güran ve ardından açılan dava sürecine ilişkin açıklamalarda bulundu. Çelenk, davanın adalet ve hakikat ekseninde yürütülmediğini vurguladı.

“Narin Güran Davasında Adalet Arayışı Sarsıldı”

Çelenk, açıklamasında Narin Güran’ın kaybolmasının ve aynı gün cansız bedenine ulaşılarak öldürülmesinin yıl dönümüne dikkat çekti. “Ne yazık ki dava, siyasi davalarda olduğu gibi kadın cinayetleri ve kadına şiddet davalarında da yargıya güvenin temelinden sarsıldığı bir dönemde yürütülüyor” dedi.

Bugün, Narin Güran’ın kaybolmasının ve aynı gün cansız bedenine ulaşılarak korkunç biçimde katledildiğinin ortaya çıkmasının yıl dönümü. Bu çok acı olayın üzerinden tam bir yıl geçti.

Ne yazık ki Narin’in katli davası, siyasi davalarda olduğu kadar kadın cinayetleri ve kadına şiddet davalarında da yargıya güvenin temelinden sarsıldığı bir dönemde yürütülüyor. Bu da hakikatin ortaya çıkması umudunu giderek azaltıyor. İşte bu nedenle, davanın birinci yılında hem adaletin gerçekleşmesine hem de seçim bölgemde yaşanan bu olayda çarpıtılmış hakikatin gün yüzüne çıkmasına katkı sunmak için bu açıklamayı yapmayı görev sayıyorum.

Bugün ayrıca Narin’in ailesi saat 11.00’de evlatlarının mezarı başında bir anma yaparak bir adalet nöbeti başlatacağını duyurdu. Bu kadar ağır bir süreç yaşayan ve korkunç bir linçe maruz kalan, her tür kötülüğe hedef gösterilen bu ailenin acısını ve yakıcı itirazını “adalet nöbeti” gibi onurlu bir yolla sürdürme yönündeki demokratik kararını da desteklediğimi belirtmek isterim. Dilerim herkes bu konuda üzerine düşeni yapar ve bu aileyi kriminalize etmekten vazgeçerek adalet arayışına ve hakikatin açığa çıkması sürecine destek verir.

Bir olay, aylar boyunca bir ülkede yediden yetmişe herkesin takibine konu olmuşsa ve bugün can yakıcı bir yargı sürecine dönüşmüşse, siyasetçilerin sırtını bu olaya dönme lüksü olamaz. Eğer yargı süreci dünyada benzeri görülmemiş bir adli hata ile sonuçlanma ihtimali taşıyorsa, doğru hükmün kurulması medya baskısı, kamuoyu yönlendirmesi ve kurumların ve kişilerin kendi hatalarıyla yüzleşmeyi kabul etmemesi nedeniyle imkânsız hale gelmişse, buna sessiz kalmanın hesabı tarih önünde verilemez. Bugün en çok da içinde bulunduğumuz barış süreci, bize, adalet ve hakikat arayışının hiçbir olayda küçümsenmemesini gerektiğini söylüyor.

Kaldı ki Narin’in katledilmesi olayı ve takip eden gelişmeler bu ülkede, medyadan yargıya ve siyasete varıncaya dek aksayan her şeyi ve çürüyen her şeyi gözler önüne seren bir mikro kozmos ortaya koymuştur. Olayların küçümsenecek bir yönü kalmamıştır.

Bildiğiniz üzere, olayın ilk günlerinde devletin tüm kurumları, kolluk gücü, bakanlar, siyasetçiler, siyasi partiler, barolar, kadın örgütleri, hak savunucuları ve yurttaşlar Narin’in davasına sahip çıktı. Kamuoyu baskısı olağanüstü boyutlara ulaştı. Fakat bu yoğun ilgi, sürecin sağlıklı işlemesine hiçbir katkı sunmadı. Tam tersine, birçok kesimin de açıkça ifade ettiği gibi, dava skandal nitelikte hatalarla ve hukuk dışı bir biçimde hızla sonuçlandırıldı. Bu da adaletin tesis edilemediği yönünde yaygın bir kanaat doğurdu. Nitekim ilk derece mahkemesi olayı takip eden beşinci ayda davayı bitirdi. 23 Ocak 2025’te, 950 sayfalık bir dosya ekiyle gerekçeli karar yayımlandı ve üç aile üyesine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. İlk duruşmanın Kasım başında yapıldığı düşünülürse, mahkemenin sadece iki buçuk ayda davayı karara bağladığı görülür. Tek başına bu bilgi bile bu olay özelinde yargı sürecinin vahim işleyişini göstermeye yeterlidir.

Bu iki buçuk aylık süreç 7/24 kameralar önünde, televizyon stüdyolarında ve sosyal medyada, yoğun spekülasyonlar ve ağır bir dezenformasyon eşliğinde geçti.

Eğer olay olduğundan katbekat karmaşık hale getirilmemiş olsaydı, belki bu süre kısa sayılmazdı. Ama kolluk, medya ve yargının birlikte yarattığı korkunç sis perdesi ve bulanık görüş, beş ayda dağıtılamadı. Açıkçası, kararda medya dedikodularının belirleyici olduğunu görmek için ne hukukçu ne de uzman olmaya gerek vardı. Vicdanlı ve önyargısız bir bakış yeterliydi.

İstinaf aşamasında, bildiğiniz gibi mahkeme başkanı uzun ve detaylı bir muhalefet şerhi yazmış, buna rağmen karar oy çokluğu ile onaylanmıştı. Aynı başkan, daha sonra tutukluluğa itiraz talepleri üzerine, suç şüphesinin kuvvetli olmaktan çıktığını vurgulayarak iki aile üyesinin (Annenin ve Enes’in) tahliyesini istemişti. Fakat bu talep de reddedildi ve dava süreci şu an Yargıtay aşamasında.

Buradaki en vahim durum şudur:

Dosyadaki tek somut fail beyanı, çocuğun cansız bedenini kendi elleriyle kendi evinin ahırında kendine ait çuvala koyduğunu, kendi aracıyla taşıyarak dosdoğru Eğertutmaz Deresi’ne götürdüğünü, aracı kameraya yakalandığı için söylemek zorunda kalmış kişiye aittir. Bu şahıs aracıyla derenin belirli bir noktasına yanaşmış, çocuğun bedenini arabadan almış ve kucağında dere kenarına taşıyarak, orada eliyle koymuş gibi bulduğu (!) doğal bir oyuntuya gizlemiş ve üzerine taşlar yığmıştır. Cinayete ilişkin tek somut delil de budur.

Bu kişi hakkında sadece ve sadece “Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme” suçundan 4 yıl 6 ay hapis cezası verilmiş, akıl almaz bir biçimde bu şahsın ifadeleri “esas delil” kabul edilerek aile üyeleri “anne, abi ve amca” müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmıştır. Hukuk mantığının dünya üzerinde eşi benzeri görülmemiş biçimde tersyüz edildiği açıktır.

Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir ciddiyet atfedilemeyeceği uzman mütalaalarıyla açığa çıkmış, “geriye dönük dar baz çalışması” gibi, Ulusal Kriminal Büro’nun güya iyileştirilmiş kamera görüntüleri incelemesi de bu kişinin defalarca değiştirdikten sonra bile hâlâ yalanlar ve açıklarla dolu son ifadesinin izini sürmüştür demek abartı olmaz.

Gerekçeli kararda bu sağlıksız delillerden başka aile üyeleri aleyhine hiçbir somut delile yer verilememiştir. Aile üyelerinin bu cinayeti iştirak halinde işlemelerine yol açabilecek hiçbir motivasyon diğer bir deyişle, saik de tespit edilememiştir.

Nitekim gerek dar baz çalışması gerek UKB raporu tanınmış bir adli bilişim uzmanı olan Tuncay Beşikçi’nin ayrıntılı çalışmasıyla çoktan ve tamamıyla çürütülmüştür. Ailenin avukatları İstinaf sürecinde, dosyaya aile üyelerinin telefon imaj kayıtlarının incelenmesini de içeren yeni bilirkişi görüşlerini sunmuştur. Bu imaj kayıtları aile üyelerinin ifadeleriyle, olay örgüsüyle ve olayın gerçekleşme süresiyle tamamıyla uyumlu bir biçimde, olay anında annenin ve abinin kendi evlerinde olduğunu, normal gündelik hayatlarına devam ettiğini, amcanın da kendi evinde olduğunu kanıtlamaktadır. Bilişim alanındaki kapasitesi ve yetkinliğiyle bilinen Hindistan merkezli adli bilişim kurumundan gelen Daran-2 üs bölgesine ait iyileştirilmiş kamera görüntülerinin incelenmesi de tamamlanmış, çocuğun patikayı hiç çıkamadığı ve evine hiç varamadığı açığa çıkmıştır. Bu görüntüler de Yargıtay’a gönderilmiştir.

Ceza hukukunun en temel ilkelerinden biri de şudur: Şüpheden sanık yararlanır. Somut delil olmadan, yalnızca söylentiler, köy içinde dolaşan laflar ya da yas tutma biçimlerine dair yorumlarla kimse mahkûm edilemez. Ancak bu davada tam tersi yapılmıştır.

Aile üyelerinin lehine olan tanıklıkların hiçbiri kabul görmemekle kalmamış, yine akla yatkın tek bir somut veri olmadığı halde, aile üyelerinin gündelik hayatına her gün olduğu gibi o gün de tanıklık eden bir çok kişi, “suçluyu kayırma” suçu ile itham edilmiş, yargılanmış, ceza almış ve ağır eziyet görmüştür.

Toplumda köklü önyargılara yaslanarak, ailenin ve Tavşantepe Köyü’nün, bir yıl geçtiği halde ne mahkemenin ne de başka kimsenin ne olduğuna dair hiçbir şey öne süremediği, “bir büyük sırrı ya da asıl maksadı” gizlediği, topluca sustuğu ve “oralarda hep öyle olduğu” utanç verici bir biçimde, neredeyse “doğal bir gerçeklik” gibi tekrar edip durmuştur.

Bu yaklaşım hem oryantalist, hem genelleyici, hem de sorumsuzca ve etik dışıdır. Çünkü bu söylem, Kürt coğrafyasına yönelik önyargıları, gerçekte vuku bulmamış bir olayda bile rahatlıkla öne sürmeyi getirmiştir. Evet her coğrafyada aile içi şiddet ve cinayet maalesef mümkündür, Kürt coğrafyasında da bunun acı pek çok örneği yaşanmıştır. Ama bu durum tekil bir olayın bağlamını göz ardı etmeyi getiremez. Hakikati anlamaya ve anlatmaya çalışanları linç etmeye varan bir histeri ile öne sürülemez.

Ne yazıktır ki akıl almaz bir rahatlıkla, o gün de bir önceki gün de ve daha önceki gün de güle oynaya okula gitmesine hiçbir şekilde engel olunmamış sekiz (8) yaşında bir kız çocuğunun, sadece ve sadece “oralarda olur denerek” aile tarafından elbirliğiyle öldürüldüğü iddia edilmiştir. Çocuğun hâli tavrı, sosyal hayattaki varlığı hiçbir şekilde aile tarafından ihmal edildiğini, oğlan çocuklara kıyasla değersiz görüldüğünü ya da herhangi bir şekilde bir istismarla baş başa bırakıldığını söylemediği hâlde, bu iddiayı öne sürmek içselleştirilmiş bir oryantalizm, kendi insanına yabancılaşma ya da suçluluk psikolojisi değilse nedir?

Bu olayda parçalanması atomu parçalamaktan bile güç olan ezberler ve önyargılar hakikatin yerini almış, bu bakış açısı gerçekleri görmemizi engellemiş, hukuk yerini klişelere bırakmıştır.

Tekrar etmek gerekirse, geriye dönüp baktığımızda şunu görüyoruz:

Olayın yaşandığı gün bu masum çocuğun arkadaşlarından ayrılmasını takip eden dakikalar içinde katledildiği ve kısa süre içinde dere kenarına cansız bedeninin taşındığı açıktır. Bu süre içerisinde aile üyelerinin kendi evlerinde oldukları, normal hayatlarını sürdürdükleri ve kesintisiz telefon ve internet kullandıkları, dijital kayıtlarla saniyesi saniyesine sabittir.

Çocuğun arkadaşlarından ayrıldıktan sonra patika yolu eve kadar tırmanması orada aile üyeleri tarafından öldürülmesi, başka biri çağrılarak cansız bedeninin ona teslim edilmesi, onun tarafından kendi evine taşınması, ahıra atılması, orada çuvala konulması ve bir araca yüklenmesi gibi senaryoların, başta da sözünü ettiğim maksimum 25 dakikalık bir süreye sığması fiilen mümkün değildir.

Dolayısıyla, aile üyelerinin bu fiile katılmış olması ihtimali zaman-mekân gerçekliğiyle bağdaşmamaktadır.

Tüm bu gerçekler ortaya konmuşken başta anne olmak üzere aile üyelerinin ağır bir tecrit halinde evlerinden yüzlerce kilometre ötedeki cezaevi hücrelerinde ve halen sürmekte olan toplumsal histeri nedeniyle can güvenlikleri de riske edilerek tutulduğu her gün, tüm toplumun adalet duygusuna büyük bir darbedir.

Adalet Nöbeti

Bugün Narin’in mezarı başında, ailesi bir adalet nöbeti başlatıyor. 22 yaşındaki Baran Güran’ın “Gerekirse 10 yıl bu çadırda olacağım” sözleri, bu mücadelenin ne kadar haklı ve onurlu olduğunu gösteriyor.

Bütün bu nedenlerle buradan seslenmek istiyorum.

Adalet Bakanı’na, Aile Bakanı’na, kadın örgütleri başta olmak üzere hak savunucusu bütün sivil toplum kurumlarına ve tüm siyasi partilere çağrımdır: Bu dosya yeniden, tarafsız ve titizlikle incelenmelidir. En başında her türlü demeçle, yazıyla, söyleşiyle ve açıklamayla dahil olduğunuz bu sürece bugün bu şekilde sırtınızı dönemezsiniz.

Somut delil olmaksızın verilen bu ağır hüküm gözden geçirilmelidir.

Medya ve kamuoyunda, olayın başında aileyi kriminalize eden bütün beyan ve ifadelerle yüzleşilmelidir.

Aksi takdirde hem adalet yerle yeksan olacağı gibi hem de iç hukuk tüketilip konu uluslararası alana taşındığında utanç verici bir durumla karşı karşıya kalınacağı açıktır.

Çünkü yargılamada Uluslararası hukuka ve standartlara aykırılıklar söz konusudur.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) altıncı maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.

AİHS 7. Maddede tanımlanan “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesine, delilsiz mahkûmiyet söz konusu olması nedeniyle aykırılık söz konusudur.

BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi 14. maddesi çerçevesinde masumiyet karinesi ihlal edilmiş, aile üyeleri ısrarla kendi aleyhinde tanıklıkta bulunmaya zorlanmıştır. Ayrıca suç isnadında bulunan tarafın ispat yükümlülüğü de ihlal edilmiştir.

Buradaki temennimiz ve taleplerimiz nettir.

Yargıtay sürecinde dosyanın baştan sona, tüm delil ve usul hatalarının dikkate alarak inceleneceğine güvenmek istiyoruz.

Soruşturmanın yeni deliller ve uzman raporları ışığında tarafsız bir şekilde yeniden yürütülmesini istiyoruz.

Medya dezenformasyonunun ve medyada hak ihlali içeren tutumların engellenmesini istiyoruz.

Bu toplumun örselenmiş adalet duygusunu bir parça olsun onaracak olaylardan biri de bu konunun yeniden ve suhuletle ele alınmasıdır. Bunun temin edilmesini istiyoruz.

Teşekkür ederim.