YILANI ÖLDÜRSELER – Kıyılır mı Esme’ye?

Abone Ol

YILANI ÖLDÜRSELER
Kıyılır Mı Esme’ye? …
Yaşar Kemal'in, 1950’de Kozan hapishanesindeyken tanıştığı bir çocuğun yaşadıklarından esinlenerek, Osmaniye’nin Hemite köyünden Esme ve oğlu Hasan'ın hikâyesi olarak anlattığı “Yılanı Öldürseler” romanı, 1976’da yayınlandı.
Roman, 1982 yılında Türkan Şoray’ın yönetmenliğinde ve başrolünde sinemaya, 1983 yılında ise Paris’te tiyatroya uyarlanarak geniş kitlelere ulaştı.

Kaynak: YouTube
Kaynak: Wikipedia

Esme ve Hasan’ın Hikâyesi

Roman, Hasan adlı çocuğun babası Halil’in, annesi Esme’ye âşık olan Abbas tarafından öldürülmesini ve sonrasında gelişen olayları anlatır. Eskiden Abbas ile aşk yaşayan Esme, kendisinden yaşlı olan Halil tarafından kaçırılır, tecavüze uğrar ve evlenmeye zorlanır. Yaşadıkları sonrasında derin bir sessizliğe gömülen ve uzun süre kimseyle konuşmayan Esme, oğlu Hasan doğduktan sonra hayata yeniden bağlanır. Abbas ise Esme’nin peşini bırakmaz.

Bir gün, aile yemek yerken evi basan Abbas, Halil’i öldürür. Halil’in erkek kardeşleri karşılık olarak Abbas’ı öldürüp köpekler yesin diye cesedini orta yere atar. Esme, bu duruma kayıtsız kalmaz ve Abbas’ın cansız bedenini gömer. Esme, okuma yazma bilmektedir ve Halil’den kalan tüm işleri tek başına çekip çevirir.

Ancak kan davası burada son bulmaz. Halil’in annesi Büyükana, oğlunun ölümünden Esme’yi sorumlu tutar ve onu öldürmeleri için oğullarına baskı yapar. Hasan’ın amcaları, Esme’yi öldürmekten çekinir ve ondan, oğlunu bırakarak köyü terk etmesini isterler. Ancak Esme, Hasan’ı bırakmaz ve onunla birlikte kaçmaya çalışır fakat bu girişimlerinde başarısız olur.

Büyükana’nın baskısı ve giderek yayılan dedikoduların etkisiyle, kan davası Hasan’a yüklenir. Hasan, buna direnir, hatta dayılarını bulmak için köyden ayrılmaya kalkışır. Ne var ki annesine duyduğu sevgi onu geri getirir. Köyde, babasının ruhunun yılan, kertenkele gibi canlılara geçtiğine dair söylentiler yayılmaya başlar. Büyükana’nın ve köylülerin baskısına daha fazla dayanamayan Hasan, sonunda annesinin canına kıyar.

İlk bakışta romanı, sadece bir köy hikâyesi ve töre cinayeti anlatısı olarak değerlendirebiliriz. Ancak, bu incecik romanın dehlizlerine indiğinizde, derin katmanlar keşfedersiniz. Kendinizi MÖ Yunan Tragedyaları ile şimdi arasında zamansız bir evrende bulursunuz.

Örneğin, Hasan ve Esme arasındaki simbiyotik ilişki ve Hasan'ın annesine duyduğu hayranlık, Oidipus’un annesine duyduğu aşka benzer. Aynı zamanda Hasan, ölüp yeniden doğan, haz ve acı arasında gidip gelen Dionysos gibi çelişkili duygular içindedir. Bir yandan annesine hayranlık duyarken, bir yandan da onun yüzüne bakamayacak kadar ondan nefret eder.

Hasan'ın yaşadığı bu çelişki, Oidipus’un trajedisi ve Dionysos’un çelişkili duyguları üzerine kurulmuştur. Hasan'ın dayılarını bulmak için köyden ayrılması ama annesinden ayrılamayarak geri dönmesi, Oidipus’un kaderinden kaçma çabasına rağmen, kaçtığı kaderi kendi elleriyle örmesi gibidir.

Dayılar, anne tarafından gelen anaerkil bağları temsil eder. Güçlü dayıları, Hasan’ın annesini kurtarabileceği tek umudu olduğu için onları bulmaya çalışır ancak bulamaz. Nerede oldukları belirsizdir. Annesine duyduğu sevgi ve onu kaybetme korkusu yüzünden köye geri döner. Anaerkil değerler ve koruyucu yapı artık kaybolmuştur. Bu koruyucu yapının yerini, yıkıcı ataerkil düzen almıştır. Yaşar Kemal, Hasan’ın dayılarına ulaşamaması üzerinden, toplumun köklerini kaybedişini ve bu kaybın bireyi nasıl çaresiz bıraktığını anlatır.

Esme’nin, Abbas’ın cansız bedenini hayatı pahasına gömmesi, Antigone Tragedyası ile ilişkilendirilebilir. Bu tragedyada, Thebai kralı Oidipus’un trajik ölümünden sonra yönetimi Kreon devralır. Oidipus'un annesiyle evliliğinden doğan çocuklardan biri olan Polyneikes, kardeşine karşı açtığı savaşta ölür. Kral Kreon, ülkeye ihanet ettiği gerekçesiyle onun cansız bedeninin gömülmesini ve yas tutulmasını yasaklar. Ancak Oidipus’un kızı Antigone, hayatı pahasına abisinin cansız bedenini gömmeye kalkışır. Çünkü onun için kendi vicdanı ve ailesine duyduğu sorumluluk, kralın buyruklarından daha üstündür. Ne var ki Antigone bu eyleminin bedelini öder.

Hasan’ın amcaları, Abbas'ın cesedini köpeklerin önüne atsa da Esme, vicdanını ve sevdiği adama olan görevini yerine getirerek onu canı pahasına gömer. Tıpkı Antigone gibi, Esme de toplum baskısına ve ölüm tehdidine meydan okur. Antigone, kardeşini gömerek tanrıların yasasını kralınkinden üstün görürken, Esme de sevdiği adamı gömerek vicdanını törenin acımasız kurallarından üstün tutar. Çünkü Esme de tıpkı Antigone gibi nefret etmek için değil, sevmek için yaratılmıştır.

Kral Kreon, Antigone’ye şöyle der:
"Öbür dünyaya git öyleyse ve orada sev kimi seveceksen. Ben yaşadıkça kadınlar baş olamayacak ülkemde."

Bu sert tavır, Büyükana-Esme arasındaki çelişkidir.
Doğurgan döneminde oğullar doğurmuş ve ezilmiş olan Büyükana, doğurganlığı bitince düzenin devamı için söz sahibi olmuştur. Daha önce boyun eğdiği bu düzenin şimdi efendisi olmuştur. Ödediği bedellerle ulaştığı bu mertebeyi korumak için, düzeni en katı kurallarla devam ettirir. Bu durum, ataerkil sistemin kendisini yeniden üretmek için kadınları sistemin bir parçası haline getirip onlara nasıl bir rol biçtiğini gösterir.

Esme'nin okuma yazma bilmesi, Halil’den kalan işleri tek başına yürütebilmesi ve güzelliğiyle saçtığı ışık, Büyükana'nın statüsünü ve düzeni tehlikeye sokar. Esme, hâlâ doğurgan bir kadındır ve Büyükana yaşadığı sürece bu 'Kadın!' güçlü kalamayacaktır.

Esme’nin mahkûm olduğu bu köy girdabı bir taraftan da Türkiye gerçeğini düşündürür. Büyükana’nın oğullarını ve köy halkını Esme’yi öldürmeye telkin etmesi, günümüzdeki siyasi liderlerin ve medyanın toplumu nefrete ve şiddete yönlendirmesine benzerlik gösterir.

Aynı zamanda, sürekli tekrarlanan hurafelere maruz kalan eğitimsiz toplum, rasyonel düşünceden uzaklaşır ve kolayca etki altına alınabilir hale gelir. Dramatik çatışmanın yükseldiği sona doğru Halil’in hortladığı fikri kolektif bir hezeyana dönüşür; öyle ki Esme bile bu hezeyandan etkilenir.

Hasan’ın amcalarının çaresizliği ve korkusu, eserin yazıldığı dönemin ruh halinin bir yansımasıdır sanki. Yaşar Kemal, bu karakterler üzerinden zalimliğe karşı sessiz kalan ve pasiflikleri ile bu zulme ortak olan toplum kesimini eleştirmektedir. Köy halkından hiç kimse neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda net bir fikre sahip değildir. Çoğunluk, güçlü olanın ve baskın söylemin peşinden giderek kendi vicdanlarının sesini bastırır.

Esme, doğadır; güzelliğiyle, doğurganlığıyla, yıkıcılığın değil yaratıcılığın ta kendisidir.
Esme; ilkokula gitmiştir, beceriklidir, akılcıdır. Aydınlığı ve ileriyi temsil eder…
Esme, tıpkı Antigone gibi çoğunluktan farklı olmaktan utanmaz ve kurban rolünü reddeder; o bir direniştir, bir inattır, bir meydan okumadır, boyun eğmemektir.
Esme, kendi vicdanıyla hareket eden cesur bir kadındır.
Esme masumdur; onun güçlü olanın adaletine kurban edilmesi, hakkaniyetin değil kaba kuvvetin geçerli olduğu düzende masumiyetin yitimidir.

Esme'nin ilkel ve baskıcı bir düzen tarafından yok edilişi, insani değerlerin en büyük trajedisidir…
Onun ölümü, değerlerin bir toplumda nasıl yok edildiğini gözler önüne serer. Bu gerçek, romanın sonunda yazarın hapisten çıktıktan yıllar sonra Hasan’ı ziyaret ettiğinde dile getirdiği yakınmalarda somutlaşır. Romanın son paragrafı, tüm bu nedenlerin bir araya gelmesiyle oluşan asıl trajedidir.

Yaşar Kemal, roman boyunca özel kişi isimlerinde kesme işareti kullanmamıştır. Onun bu tercihi, romandaki karakterleri sadece tekil kişiler değil, daha geniş toplumsal ve kültürel temsilciler haline getiriyor; yani yazar, “Anlatılan senin hikâyendir” diyor.

Gabriel García Márquez'in Yılanı Öldürseler’den beş yıl sonra (1981) yazdığı “Kırmızı Pazartesi” romanı da benzer bir konuyu farklı bir yaklaşımla ele alır. Kitap, bir kasabada işleneceği herkes tarafından bilinen ancak kimsenin engel olmak için bir şey yapmadığı trajik bir cinayetin öyküsünü anlatır. Töre kurbanı olan genç Santiago Nasar’ı öldüren kardeşler, bu cinayeti kendi vicdanları için değil, toplumsal kurallara uymak adına işlerler. Cinayete giden yolda kasaba halkı dedikodu yapar ve olayı görmezden gelerek pasif kalır.

Her iki roman da ayrı zamanlarda ve farklı coğrafyalarda yazılmış olmalarına rağmen, benzer temaları işler: toplumun eylemsizliği ve suça ortaklığı, bireyin cinayete sürüklenmesi ve toplumsal normların vicdanın önüne geçmesi. Töre cinayetlerinin sadece Türkiye'ye özgü olmadığını da görürüz. Her iki yazarın evrensel bir temayı kendi kültürel dokularına ve koşullarına özgü olarak anlattığını görürüz.

Aslında biz, antik çağlardan bu yana zengin bir kültürel birikime sahibiz. Anadolu toprakları, sanat, edebiyat ve aydınlanma mücadelesi açısından zengin bir birikime sahiptir. Bu nedenle, dışarıdan alınan herhangi bir kültürel yapı, doku uyuşmazlığına yol açıyor. Farklı coğrafyaların edebiyatı, sanatı ve felsefesi tabii ki beslenme kaynağı olmalı, aynı zamanda bize zenginlik de katar. Ancak Avrupa'nın kibrinin etkisi altına girerek kendimizi yetersiz ve ezik hissetmek yerine kendi tarihimize de bakmalı; yazarlarımıza, şairlerimize ve düşünürlerimize kulak vermeliyiz. Bizi asıl kalkındıracak olan, dışarıdan alacağımız kaynaklarla birlikte Anadolu'ya özgü birikimin üzerine inşa edilenlerdir. Yaşar Kemal de bu topraklardan çıkan en önemli birikimlerden biridir.

İlyada ve Odysseia gibi destanları Türkçeye kazandıran Azra Erhat, Yaşar Kemal'i 'Homerosoğlu' olarak tanımlar. Onun, Homeros’tan bu yana süregelen Anadolu destan geleneğini devam ettirdiğini söyler. Erhat, Yaşar Kemal’in bu geleneği 'üstelik kendi toprağının öz kaynaklarından alarak’ sürdürdüğünü ekler. Gerçekten de Yılanı Öldürseler, tamamen Anadolu motifleriyle bezenmiş ve MÖ bu topraklarda yazılmış tragedyalarla bağ kurarak evrensel hale gelmiş bir eserdir. Yaşar Kemal, hepimizin bildiği bir gerçekliği, kendi deyişiyle, insanı tüm derinliği ve çelişkileriyle sunarak epik bir eser haline getirmiştir.

O, bu topraklardan, Anadolu’nun çığlığından sesleniyor bize:

Yazık Esme'ye…
Yazık sevgiye, masumiyete, vicdana…
Yazık insanlığa, bu toprağa, bu doğaya…
Yazık bu ülkeye, yazık!

Kaynakça:

  • Sophokles, Antigone, Çeviren Ari ÇOKONA, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

  • Sophokles, Kral Oidipus, Çeviren Bedrettin TUNCEL, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

  • Azra Erhat, Homeros-Gül ile Söyleşi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

  • Gabriel García Márquez, Kırmızı Pazartesi.

  • Yaşar Kemal, Yılanı Öldürseler, Yapı Kredi Yayınları.