1945’teki yıkıcı yenilginin ardından Japonya, siyasi, ekonomik ve toplumsal alanda büyük bir dönüşüm yaşadı. İşte savaş sonrası 80 yılın şekillendiği 10 temel unsur.
Bu yıl, Japonya’nın Asya-Pasifik Savaşı’ndaki yıkıcı yenilgisinin 80. yılı. 1945’te ülke harabeye dönmüştü. Milyonlarca insan savaşta ya da Tokyo, Hiroşima, Nagazaki ve diğer şehirlerdeki yıkıcı Müttefik bombardımanlarında hayatını kaybetti. Asya ve Pasifik genelinde Japonya’nın “Büyük Doğu Asya Ortak Refah Alanı” kurma girişimi, milyonlarca insanı şiddet, yoksulluk ve ölümle baş başa bıraktı.
Ağustos 1945’te İmparator Hirohito, generallerine karşı çıkarak Potsdam Bildirisi kapsamında koşulsuz teslimiyeti kabul etti. 15 Ağustos’taki eşi görülmemiş radyo konuşmasında Japon halkına “katlanılamaza katlanın, dayanılmazı kabullenin” çağrısı yaptı.
Teslimiyetle birlikte Japonya’nın imparatorluğu çöktü, “ilahi” imparator insanlaştı ve fetih yoluyla özerklik arayan bir ülke, eski baş düşmanı Amerika’nın liderliğindeki alçaltıcı bir işgalle yüzleşmek zorunda kaldı. 1945’in yanmış tarlalarında hayatta kalanlar, bugünkü Japonya’yı hayal bile edemezdi.
Avustralya Ulusal Üniversitesi Modern Japonya Tarihi Profesörü Simon Avenell, araştırmasında “savaş sonrası” dönemi tanımlayan 10 ana faktörü belirliyor. Japonya’da hâlâ teslimiyetten bugüne kadar geçen tüm dönem için kullanılan bu terim, “geçmişin ötesine geçme” arzusunu ifade ederken, “savaş” ise geçmişin hatırasının hafızada, siyasette ve diplomaside süren gölgesine işaret ediyor.
1. İmparatorluk Sonrası Japonya
1945’te Japonya’nın imparatorluğu sona erdi, ancak eski koloniler ve işgal edilen bölgeler geçmişi unutmadı. Savaş sonrası liderler ve Amerikan müttefikleri, Japonya’yı barışçıl ve etnik olarak homojen bir ada ülkesi olarak tanıtmaya çalıştı. Fakat savaşın anıları, Güney Kore, Çin ve diğer ülkelerle ilişkileri tekrar tekrar gerdi. Bu açıdan Japonya, 1945’ten beri hem “savaş sonrası” hem de “imparatorluk sonrası” bir ülke oldu.
2. Belirsiz Askerden Arındırma
Yenilginin ardından Japonya’nın savaş döneminde Asya ve Pasifik’e acı ve yıkım getiren ordusu dağıtıldı. ABD tarafından yazılan anayasa, savaşı ve ordunun varlığını yasakladı. Ancak Soğuk Savaş’la birlikte Washington geri adım attı ve Japonya’ya 1950’lerin ortasında Öz Savunma Kuvvetleri’ni kurdurdu.
Bugün Japonya sofistike bir askeri güce ve askeri teçhizat ihracatına sahip, ancak anayasal kısıtlamalar liderleri sürekli olarak Öz Savunma Kuvvetleri’nin hukuki statüsünü ve faaliyet alanını yeniden yorumlamaya zorluyor. Bazıları bu kısıtlamaların Japonya’yı “normal” bir ülke olmaktan alıkoyduğunu savunuyor.
3. Doğu’da Demokrasi Kalesi
Demokrasinin savaş öncesinde kökleri olsa da sürekli baskı altındaydı. Savaş sonrası anayasa, ifade, toplanma ve siyasi katılım özgürlüklerini, ayrıca kadınlar ve diğer gruplar için hakları güvence altına aldı. Japon halkı bu hakları benimsedi; sandıklara akın etti, siyasi partiler, sendikalar ve sayısız sivil hareket örgütledi.
Uzun süreli muhafazakâr yönetimler demokrasiyi zaman zaman zayıflatsa da, demokrasi günlük yaşamın bir parçası haline geldi ve bugün hâlâ varlığını sürdürüyor.
4. Amerika’nın Sarılışı
ABD öncülüğündeki işgal 1952’de sona erdi, ancak Japonya’nın ekonomisi, güvenliği ve kültürü hâlâ Amerika’ya bağlı. Eski baş düşmana karşı hisler karmaşık. Levi’s, Coca Cola, McDonald’s ve Disney gibi Amerikan markaları refahın ve aydınlık bir geleceğin simgesi oldu.
Ancak ABD’nin askeri varlığı ve atom bombalamalarının anıları, Japonya’nın bağımlılığının acı hatıralarını canlı tutuyor. Buna rağmen Japonya, güçlü Pasifik ötesi müttefikinden kopmayı ciddi şekilde hiç düşünmedi.
5. Tek Parti Hâkimiyeti
Siyasi olarak, savaş sonrası Japonya olağandışı bir demokrasi. 1955’te kurulan Liberal Demokrat Parti (LDP), neredeyse kesintisiz şekilde iktidarda kaldı. LDP siyasi istikrar sağladı ancak bu süreçte tekrarlayan skandallar ve yolsuzluklarla anıldı.
Muhalefet partileri iktidarı kazanma umudunu yitirerek bölünmüş ve etkisiz kaldı. Sonuç olarak, halkın siyasete güveni azaldı ve son seçimlerde görüldüğü üzere, radikal alternatifler arayışı başladı.
6. Ekonomik Roller Coaster
Yenilgiden sonra Japonya, dünyayı şaşkına çeviren bir ekonomi inşa etti. 1970’lerde otomobil, elektronik ve çelik ihracatıyla dünyanın ikinci büyük kapitalist ekonomisi oldu. Yükselen gelirler kitle tüketimini ve uluslararası seyahati besledi; “Japonya Bir Numara” söylemi yaygınlaştı.
Ancak 1990’lardaki ekonomik çöküş, uzun süreli durgunluk getirdi. Yeni rakipler ve teknolojiler karşısında Japon ekonomisi zorlandı. Paylaşılan refah miti, kuşaklar arası ve cinsiyet temelli gelir eşitsizliklerine bıraktı. Bugün, Japon gençleri ebeveynlerinden daha kötü ekonomik koşullara sahip olma riskiyle karşı karşıya.
7. Homojenleşme ve Rahatsızlıkları
Ekonomik büyüme, milyonları kitlesel tüketim ve standart yaşam kültürüne çekti; Japonya, tamamen orta sınıf bir toplum olarak algılandı. Ancak bu pembe tablo, eşitsizlikleri gizleyen bir mitti. Homojenleşme; cinsiyet, yaş, etnik köken ve coğrafi konuma dayalı ayrımcılığı teşvik etti.
1990’lardan beri orta sınıf ulus miti çöktü ve yerine güçlü bir toplumsal vizyon konulamadı.
8. Demografik Tsunami
Savaş sonrası dönemde üç büyük demografik değişim yaşandı:
-
Kırsaldan kente göç: 1950’lerin sonunda Japonya, tarım toplumundan dünyanın en kentleşmiş ülkelerinden birine dönüştü.
-
Doğurganlığın düşüşü: 1940’lar sonu ve 1970’ler başındaki kısa bebek patlamaları dışında doğum oranı sürekli geriledi.
-
Uzun ömür: Japonya, dünyanın en yüksek yaşam sürelerinden birine sahip oldu.
Bugün yaşlanan ve küçülen nüfus, kamu maliyesi ve sosyal güvenlik sistemini zorluyor. Gençler ise ekonomik güvencesizlikle karşı karşıya. Japonya, diğer yaşlanan toplumlar için “kömür madenindeki kanarya” olabilir.
9. Dünyaya Dönüş
1945’ten sonra askeri güç kullanamayan Japonya, uluslararası alanda ekonomik, kültürel ve diplomatik etkisini kullandı. Soğuk Savaş’ın en sert döneminde bile Çin’le ticareti sürdürdü.
Ekonomik gücü, Japonya’ya Asya’da ilişkilerini onarma ve küresel kurumlarda saygın bir yer edinme fırsatı sundu. Ancak Japonya’nın uluslararası duruşu, milliyetçi söylemler, Amerikan talepleri ve küresel sorumluluklar arasında hassas bir denge gerektiriyor. Değişen ekonomik koşullar ve bölgesel jeopolitik, bu duruşu yeniden düşünmeyi zorunlu kılıyor.
10. Çevresel Laboratuvar
Ekonomik büyüme refah getirdi ama ciddi çevre sorunlarını da beraberinde getirdi. 1960’lar ve 70’lerde Japonya, metil cıva gibi nörotoksinlerin yol açtığı endüstriyel kirlilik vakalarıyla sarsıldı. Depremler ve tsunamiler on binlerce kişiyi öldürdü; Fukushima, nesiller boyu sürecek bir nükleer felaket yarattı.
İklim değişikliği, tayfunları, selleri ve sıcak hava dalgalarını her yıl şiddetlendiriyor. Ancak enerji açısından kırılgan Japonya, düşük emisyonlu bir geleceğe giden yolu hâlâ netleştirebilmiş değil.
Evrensel Bir Hikâye
Uzun yıllardır “istisnai” olarak tanımlanan Japonya’nın hikâyesi, geçmişle yüzleşme, ekonomik dalgalanmalarla baş etme, demografik değişim ve çevre krizleri gibi evrensel temaları da barındırıyor. Savaş sonrası Japonya’nın tarihi, yalnızca bir ulusun yeniden doğuşunun değil, aynı zamanda dünyanın kendi sorunlarını nasıl çözebileceğine dair ipuçlarının da hikâyesi.
Professor in Modern Japanese History, Australian National University