Atomun parçalanması materyalizm felsefesi açısında bir bunalıma yol açmış.

Eskiden, “Maddenin” en küçük yapı taşı (parçası) olan atom parçalanamaz diye inanılırmış.

Sonra bilim gelişip de, atomu parçalayınca, madde kaybolmuş. Atom parçalanmış, içinden nötron, proton, elektron gibi serseri parçacıklar çıkmış, bu parçacıkların neye göre hareket edip de neye göre, ne için farklı maddelerin atomunu oluşturduğunu bilim, determinist olarak izah edememiş.

Buradan kimi bilim insanları indeterminizm teorisini oluşturmuşlar.

Bu ortamda Mahcılık diye bir akım çıkmış, madde yok, materyalizm öldü diye yaygara koparmaya başlamış. 1905 devriminin yenilgisinin moral bozukluğunun ardından çıkan bu Mahçılık akımı, Marksistleri sarsmış, Bolşevik hizbi içinde bile “Tanrı arayıcılar” diye bir gurup çıkmış, bunlar “Tanrısız olmuyor, Tanrı yoksa bile onu biz yaratmalıyız vs. diyorlarmış.  İşte bu süreçte Lenin, İtalya’nın Capri adasında bir okul açıp, benim gibi kafası karışan arkadaşlara dersler vermiş, bunları, onlarla hasbıhal etmiş. İşte bu süreçte, bu tartışmalara Işık tutmak için, 1908’de “Materyalizm ve Ampiriyokritizm” adlı ünlü eserini yazmış. Lenin’in bu kitabı felsefe konusunda yazdığı, en önemli eseridir diye bilinir, sıkıcı olan bu konuları okurken çok zorlanmıştım.

Orada Lenin der ki, felsefedeki madde kavramı ile fizikteki madde kavramı ayrıdır.

Fizik bilimi açıdan maddenin en küçük yapı taşı (parçası) olan atom parçalanır, atomun oluşumunu bilim insanları tartışırlar ama felsefede madde kavramı ayrıdır;  felsefede elle tutulan, gözle görülebilen, somut şeylere madde denir;  Felsefede maddenin anlamı budur.

Şimdi ben bu mantığa (bu yönteme) dayanıp, bu mantığa bağlı kalarak diyorum ki, sosyal yaşamda, bir insan olarak yaşayan, 599 yılında doğup, büyüyüp, sonra da 661 yılında, bir suikast sonucu, 62 yıllık yaşamını tamamlayarak bu dünyadan göçüp giden Ali ile Alevi inancındaki (Alevi felsefesindeki) Ali ayrıdır. Bir insan olarak dünyaya gelen Ali, doğmuştur, büyümüştür, yaşamıştır, sonrada bu dünyadan göçüp, girmiştir ama inançtaki Ali kavramı ayrıdır. Buna nasıl bir anlam verildiğine anlamı içinde bakmak gerekir.

Alevi inancı, şu ya da bu nedenle, kevni mekan dedikleri Evren varolmadan önce var olan nesneye, Kudret Kandilinde balkıyan ışığa Hak demişler. Sonra da şu ya da bu nedenle demişler ki, “Yer yoğuken gök yoğuken ta ezelden beri varolan” Hakk dediğimiz, Kudret Kandilinde balkıyan bu Işık uzaktan bakınca tekbir nokta, tekbir Işık olarak görülüyordu amma yanına varınca bu Işığın, iki renkten oluştuğunu; bu ışığın bir yanın ağ, bir yanın da yeşil olduğu anlaşılıyor. Hak dediğimiz bu ışığın, “ağ olan” kısmı Ali’yi temsil ediyordu, “yeşil olan” kısmı da Ali’nin emmisinin oğlu Muhammed’i temsil ediyordu. Hak Muhammed Ali dediğimiz bu Işık, bir anlatıma göre, “on dört bin yıl”, bir anlatıma göre de “doksan bin yıl”, pervanelikte gezdikten sonra, kendi varından bu kevni mekanı var ediyor. 

Bütün bu kevni mekan (yani evren) Hak dediğimiz bu ışıktan varolduğu için, her nereye bakarsanız bakın, bu ışığın yani  Hakkın bir zerresini görürsünüz, kendi kendinize bakarsanız da, kendinizinde Hakkın bir zerresi olduğunu görürsünüz, bundan dolayı da kendi kendinize “Enel Hak” ben de Hakkım dersiniz.

Hak denilen bu nesnenin, iki ayrı renkten oluştuğu, bir yanının ağ, bir yanının da yeşil olduğu için, bu ışığın beyaz kısmının, Ali’yi temsil ettiği için her nereye bakarsınız bakın, Kul Himmet’in tabiriyle söylersek “Yedi iklim dört köşede Ali’yi görürsünüz Ali’yi”.   Aynayı yüzünüze tutarsanız yine Ali’yi görürsünüz.

1050 yılında ölen yani bu dünyadan göçüp, giden, Baba Kuhi eş Şirazi, bu durumu şöyle anlatıyor.

Çarşıda, manastırda yalnız Hakk'ı gördüm.

Düzde, dağda yalnız Hakk’ı gördüm.

O’nu gördüm mihnetle hep yanımda

Sevinç de, keder de yalnız Hakk’ı gördüm.

Salatta, oruçta, zikirde, senâ ile temâşâda

Peygamberin dilinde yalnız Hakk’ı gördüm.

Ne ruh ne beden, ne araz, ne cevher,

Ne keyfiyet, ne sebep, yalnız Hakk’ı gördüm

Gözlerimi açtım; beni kuşatan yüzünün nuru ile

Gözün gördüğü her şeyde yalnız Hakk’ı gördüm.

Bir mum gibi eridim ateşinde,

Parlayan alevlerde yalnız Hakk’ı gördüm

Açıkça kendimi gördüm kendimi gördüm

Kakk’ın gözleriyle bakınca yalnız Hakk’ı gördüm

Yoklukta fenâ buldum, kayboldum

Hey! Ben ebediyete erdim yalnız Hakk’ı, Hakk’ı gördüm.

Önemli not: Şiirin çevirisinde “Hak” yerine “Allah” deniliyordu, şiirin orijinal halinde Allah yerine Hak denmiş olabilir diye, Allah sözü yerine Hak dedim.”

Şimdi materyalist felsefeye bağlı kalan arkadaşlarımız bunun neresini anlayamıyor, neyi, niye karıştırıyor onu konuşalım. Burada, Sosyal hayatın içindeki Ali ile felsefede ki, inançta ki bir kavram olan Ali’yi birbirine karıştırmazsanız, hiçbir sorun olmaz.

Alevilerin bu varoluş inancı, en olgun haliyle, Yemini’nin 1519’da Türkçe olarak şerh ettiği, 1256 yılında öldürülen, Alamut Kalesinin son imamı Şeyh Rukneddin  Hür Şah, adlı şahsın yazmış olduğu kitaba dayandığını da söylemeliyim.

Alevi edebiyatına, aşıkların söylediği deyişlere, bu inancın ruhu sinmiştir; bu inancı bilirseniz bu deyişleri daha iyi anlarsınız. Mesela: Viranın sözlerini yazıp, Sabahat Akkirazın söylediği, “Kudred Kandilinde balkıyıp duran Muhammed Ali’nin nurudur vallah” deyişi ile sözlerini Kul Himmet’in yazıp, Zeki Müren’in söylediği, “Yedi iklim dört köşede Ali’yi gördüm Ali’yi” deyişi, Nesimi ile Kaygusuz Abdal’ın deyişlerinde söyledikleri “bende var iki Cihan” sözler bu anlayışa dayanır. Hatayi, “Bir kandilden bir kandile atıldım” der. Cem başlarken uyarılan çerağ, Kudred Kandilinde balkıyan ışığa izafeten Cem’de uyarılır; bunun içinde eski zamanlarda köylerde olan Cemlerde bir çerağ uyarılırdı, şimdi üç çerağ yakılıyor olması bilgisizliktedir.

Konuyu daha basit, daha sade nasıl, daha yalın nasıl anlatmalı, burada anlaşılmayan ne, bilmiyorum?

Aşk ile.

Editör: TE Bilisim